Bilim özgürlüğü

İzge Günal

Blog: Bilimin İzleri

Kimi zaman düşünüyorum, bunca sorunlu bir ülkede bilim üzerine yazılar yazmanın anlamı ne diye. Herkes gibi benim de aklım manşetlerdeyken farklı bir şeyler yazmak çok güç oluyor ama sonuçta bu yazılanlar belki de gelecek için deyip, yazmayı sürdürüyorum. “Bilim özgürlüğü” de böyle bir konu; temel özgürlükler ayaklar altındayken….

Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say 2012 yılında Ömer Hayyam’a ait bazı mısraları sosyal medyada paylaştığı için ‘Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak’ suçundan 10 aylık hapis cezası almıştı (neyse ki Yargıtay cezayı bozdu, dava tekrar görülecek). Bir başka örnek de yürürlükte olan yasaları uyguladığı için üst üste hapis cezaları verilen Prof. Dr. Rennan Pekünlü.

Neyse, en azından doğru bilinsin diye bilim özgürlüğünün bileşenlerini anımsatayım. Bilim özgürlüğü, araştırılacak konuyu serbestçe belirleme, araştırma için gerekli koşullara sahip olma ve sonuçlarını serbestçe yayma özgürlüğünü içerir.

Akademinin temel belgesi sayılabilecek Lima Bildirgesinin 6. maddesi, “akademik çevrenin araştırma işlevi ile ilgili tüm üyeleri bilimsel araştırmanın evrensel ilke ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın araştırma ve çalışmalarını sürdürme hakkına sahiptir” der. Çok basit gibi görünen, sanki her bilim insanının sahip olduğu sanılan bu hak aslında bütünüyle ihlal edilmektedir tüm sınıflı toplumlarda ve özellikle Türkiye’de.

İsmail Beşikçi’nin araştırma konusu yüzünden başına gelenler sanırım bu satırları okuyan herkesin malumudur. Sadece bu değil, etnik sorunlarla ilişkili araştırma yapmak hemen hemen olanaksızdır. YÖK’ten “Ermeni soykırımı olmadığını gösteren araştırmalar yapılmasını” isteyen yazılar hala hepimizin belleğinde.

Sadece sosyal bilimlerde değil, fen bilimlerinde de bu kadar açıktan olmayan dolaylı bir kısıtlama gözlenir. Devlet, Avrupa Birliği, üniversite fonları hangi konuları destekleyeceklerini önceden açıklayarak, istemedikleri araştırmaların önünü en baştan keserler. Hiçbir yerde devlet veya fonları yönetenler, konu seçiminde araştırıcıyı özgür bırakmaz.

Tam da bu noktada bilim özgürlüğünün ikinci bileşeni devreye girer: araştırma için gerekli koşullara sahip olma hakkı. Zaten bu özgürlük olmadan, araştırma konusunu seçme özgürlüğü havada kalır. Koşullar derken de kastedilen önce tüm zamanını araştırmaya ayırabileceği bir işi, sonrasında araştırmasını sonuna kadar götürebileceği bir ortamı ve teknik donanımı olması gerekir. Bu bileşenin son unsuru da, beraber çalışacağı ve/veya çalışmaları kendinden sonra götürebilecek kişileri yetiştirmektir ki, üniversite kavramı da burada devreye girer. 

Bilimde sadece araştırma yapıp bilgi üretmek yetmez; araştırıcının bunu ilgili kişilere ulaştırması da gerekir. Bu ilgili kişi genelde meslektaşlar olurken yani yayma işlemi bilimsel dergiler aracılığıyla yapılırken, kimi zaman ilgili kurumlara bir rapor şeklinde iletmek de olabilir. Kimi zaman ise ilgili merci bir bölge halkı olabilir; Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası bölgesindeki kanser tehlikesini doğrudan bölge halkıyla paylaşması örneğinde olduğu gibi.

Açıklanmamış, sadece araştırmacının kafasında veya dosyasında duran bilgi bir işe yaramaz. Bilimsel bilgi, paylaşılmadığı sürece çalışma bitmiş sayılmaz. Bu yüzden bilimsel üretimini yayınlamayan bilim insanı özgür değildir.

Oysa Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği incelendiğinde öyle bazı disiplin suçları görülmektedir ki, bunların bilim özgürlüğü ile bağdaştırılması mümkün değildir. Örneğin bu yönetmeliğe göre görüş bildirmek bile suçtur. Somutlamak gerekirse, şu yazdığım yazı bile ceza verilebilmesi için yeterlidir.

Yine başa dönecek olursak, günümüz Türkiye’si için fantezi sayılabilecek özgürlüklerden söz ettiğimin farkındayım ama tüm gerçeklikler, önceleri sadece fantezidir.