Anti-entelektüalizm

İzge Günal

Blog: Bilimin İzleri

Geçenlerde katıldığım adı “bilimsel” olan bir toplantıda araştırma görevlilerinden bir tanesi, Türkçede tam karşılığı olmayan ama yaklaşık olarak kansız kalma, kansız bırakma anlamına gelen Latince kökenli bir sözcük kullandı. Doğru bir kullanımdı. İster zaten kullanılmakta olan bu sözcüğü bilsin, isterse Latince’nin işlevsel yapısına hâkim olsun, olumlu bir durumdu. Garip olan, profesör unvanlı sözde bir bilimcinin “böyle bir sözcük yok” diyerek ve hakaret ederek karşı çıkmasıydı. Yani bu kişi hem sözcüğü bilmiyordu, hem de dili!

Buna benzer örneklere bilim kurumlarında sıkça rastlandığı için kimse de garipsemedi zaten, çünkü bilim insanının aynı zamanda bir aydın, bir entelektüel olması gerektiği gerçeği uzun zaman önce rafa kaldırılmıştı. Yakınlarda kaybettiğimiz Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun bahsettiği, çok yönlü, birden fazla alanda uzmanlık düzeyinde bilgi sahibi bilim insanlarına artık rastlamak çok zor.

Öyle ki, artık bahsettiğim türde sözde bilimsel ortamlarda “felsefe yaptın” veya “felsefe yapma” sözleri de sıklıkla kullanılıyor. Biliyorsunuz, bu sözler akıl yürütenlere karşı kullanılır. Aslında bir cahillik simgesidir; söyleyenlerin hem o anki akıl yürütmeyi anlamadıkları hem de felsefe konusunda en ufak bir fikre sahip olmadıklarını, bu konuda hiçbir metin okumadıklarını gösterir.

Bu sözleri başkaları kullansa çok önemli olmayabilir ama temel görevi akıl yürütmek olan bilimcilerin kullanması, bilimsel geriliğimizin hem belirtisi hem de nedenlerinden biri olarak değerlendirilmelidir kanımca.

Literatürde bu durum anti-entelektüalizm olarak adlandırılıyor. Kuramsal, entelektüel, eleştirel düşünceye ve akademik araştırmalara ilgi ve saygının olmaması anlamına geliyor. Anti-entelektüalizmin en önemli nedeni bireyin pratikliğe, kullanışlılığa, çıkarcılığa önem vermesi ve bunu analiz ve eleştirel düşüncenin önüne geçirmesidir. Genellikle akademik yolsuzluk yapanların tutumu olarak biliniyor.

Başlangıcı da ilginç: Pulitzer ödüllü yazar Richard Hofstadter’in yazdığına göre, bu sözcüğün literatüre girişi İspanya İç Savaş’ında Salamanca Üniversitesi’ni basan Franco’nun faşist generallerinden biri “entelektüalizme ölüm” diye haykırmasıyla olmuş(1).Bana çok uygun geldi çünkü ilerlemeye kaşı olmaya, gerici olmaya da böyle bir başlangıç yakışırdı.

İşin politik bir yönü olması gayet doğal, çünkü tanımı gereği entelektüel, otoriteden bağımsız bilgi üreten, gerektiğinde iktidara muhalefet edebilen, bilgi sahibi kişi demek. Böyle olunca da egemen güçle entelektüelin çatışması da gayet doğal.  Sosyal bilimlerde bunu anlamak çok kolay çünkü sosyal bilimler eninde sonunda ideoloji üretir, egemen ideolojiye alternatifler yaratır. Fen bilimleri ise doğrudan ürettiği bilgiyle değil, geliştirdiği sorgulayan düşünce biçimiyle egemen güç için tehdit oluşturur.

Tam da bu noktada gerici ideolojilerin anti-entelektüalizmi desteklediğini, kendisinin de anti-entelektüalizmle beslendiğini söyleyebiliriz rahatlıkla. Turgut Özal “sadece Texas, Tommiks okurum “ demişti zamanında. İşte sistemin istediği böyle bilimcilerdir.

Sonuç mu? İşte sonuç:  Üniversite mücadelesinin hedeflerinden birisi üniversiteyi entelektüel ortamlar haline getirmektir. Alman edebiyatı hakkında fikir yürütebilen fen bilimciler, DNA’nın yapısı hakkında konuşabilecek sosyal bilimciler olmalıdır örneğin.


(1) Anti-intelectualism in American life. Richard Hofstadter, Knopf 1963.