Venezuela yol ayrımına yaklaşırken…

Neoliberal gericiliğin hegemonyası altında geçen 1990’lar karanlığında ve üstelik ABD’nin hemen yanı başında antiemperyalist mücadeleyi ve halkçı politikaları dünya gündemine yeniden sokan Bolivarcı devrim sürecini önümüzdeki dönemde zorlu bir hesaplaşma dönemi bekliyor.

Bolivarcı devrim süreci geride bıraktığımız yıllar boyunca tüm dünya halkları için en önemli iyimserlik kaynaklarından biri oldu. Chávez hükümetinin arkasına aldığı ve parlak seçim zaferlerine de yansıyan toplumsal destek ve emperyalist kışkırtmalar karşısında izlenen kararlı çizgi söz konusu iyimserliğin haklı gerekçelerini oluşturuyor.

2009 yılında hem küresel ekonomik krizin Venezuela ekonomisinde yarattığı daralma, hem de ABD’nin bu ülkeyi çevrelemek doğrultusunda attığı askeri dozajı yüksek adımlar söz konusu iyimserliğe gölge düşürmemekle birlikte sürecin geleceğine ilişkin her daim var olan merak ve kaygıları yeni bir boyuta taşımış oldu.

Venezuela’daki devrim sürecinin ekonomik krizden etkilenmesinin, “petrol fiyatları düştü, devrimi finanse edecek kaynaklar azaldı” basitliğinin ötesinde nedenleri bulunuyor. Kırılganlığın asıl nedeni, neoliberal politikalar eliyle sanayisizleştirilen, tarımı çökertilen ve sürekli bir gıda krizi içinde boğuşan ülke ekonomisinin hala büyük ölçüde sermayenin tahakkümü altında bulunuyor olması.

Diğer yandan, son yıllarda Latin Amerika’dan üst üste kara haberler alan ABD’nin sürece kapsamlı bir müdahale için atağa geçmiş olması da emperyalizmin mantığı göz önüne alındığında sürpriz sayılamaz. ABD’nin Honduras darbesine yönelik ‘ustaca’ yaklaşımı, Kolombiya’yla imzaladığı askeri üs anlaşmaları, Haiti depremi ertesinde sergilediği ‘fırsatçılık’... Venezuela’yı çevreleme ve baskı altına alma amacını gizlemeyen tüm bu adımlar, Latin Amerika entegrasyon sürecinin kaderinin büyük ölçüde Venezuela’nın geleceğine bağlı olması nedeniyle de emperyalizm adına atılması zorunlu adımlardı.

Bütün bu nedenlerle, Bolivarcı devrim açısından yaklaşmakta olan hesaplaşma dönemini son bir iki yılın arızi gelişmelerinin ürünü olmaktan ziyade tarihsel gelişmenin kaçınılmaz uğraklarından biri olarak değerlendirmek daha doğru görünüyor.

Bolivarcı devrim yolun neresinde?
Venezuela’da Chávez önderliğinde yürüyen Bolivarcı devrim süreci, emperyalist tahakkümün derinleştiği ve sermayenin emeğe dönük saldırılarının dizginlerinden boşandığı karanlık bir dönemde antiemperyalist mücadeleye dayanan ve geniş halk yığınlarının toplumsal ihtiyaçlarını ve politik katılımını önceleyen bir programı uygulamaya soyundu.

Ülkenin en önemli gelir kalemi olan petrol kaynakları büyük ölçüde kontrol altına alındı, belirli endüstrilerde devletleştirmeler yapıldı, finans sektörüne müdahalelerde bulunuldu. Petrol gelirleri başta olmak üzere kamu kaynakları, neoliberal politikalar sonucunda sosyal hizmet fonksiyonları tümden kadükleşen devlet mekanizmasının yarattığı büyük boşluğu doldurmak üzere geliştirilen çeşitli sosyal programlara yönlendirildi. Söz konusu programların uygulanması sonucunda yoksulluğun azaltılması, herkesin okuryazar hale getirilmesi ve okullaşma oranlarında artış, ücretsiz sağlık hizmetlerine erişim gibi pek çok alanda muazzam başarılar elde edildi.

Diğer yandan, sürece devrimci niteliğini kazandıran kuşkusuz en önemli unsurlardan biri, sosyal göstergelerdeki kayda değer gelişmelerin ötesinde, yoksul çoğunluğun politik ve toplumsal uyanışı oldu. Venezuela halkını ülkeye ve kendi geleceğine sahip çıkmaya davet eden devrim süreci, mahalle birimleri, işçi konseyleri, köylü taburları gibi taban örgütlenmeleri yoluyla halkın politik ve toplumsal süreçlere doğrudan katılımını teşvik eden mekanizmalar oluşturdu. Nitekim art arda elde edilen seçim başarıları bu seferberliğin ürünü olduğu gibi, işlemeyen devlet kurumlarına paralel ve onlara alternatif olarak uygulamaya sokulan sosyal programlar da aslen bu örgütlenmeler sayesinde yaşama geçirilebildi.

Latin Amerika’da emperyalist politikalara meydan okuyan, son dönemde çeşitli bölgesel organizasyonların karar ve faaliyetlerine ustalıkla ağırlık koyan ve emperyalizm karşıtı bölgesel entegrasyon projelerini derinleştirmek doğrultusunda yeni adımlar atmaya hazırlanan bir ülkeler bloğunun oluşturulması da yine Venezuela’daki devrim sürecinin ülke ve bölge halkları nezdinde sağladığı en büyük kazanımlardan biri oldu.

Tüm bu mücadele boyunca Chávez hükümeti ülkedeki derin yapısal güçlüklerle boğuşmak zorundaydı ve durum öyle olmaya devam ediyor.

Venezuela’da sermaye sınıfının siyasi temsiliyet gücü zaafa uğratılmış olmakla birlikte aynı sınıf ekonomik gücü hala büyük ölçüde elinde tutuyor. Bolivarcı devrim programının henüz mülkiyet ilişkilerinde radikal bir değişime gitmek gibi bir gündemi bulunmuyor. Şimdiye dek yapılan kamulaştırma uygulamaları genel olarak enerji kaynakları, kısmen metal endüstrisi, çeşitli kamu hizmetleri ve amacına uygun kullanılmadığı belirlenen arazilerle sınırlı tutuldu. Dolayısıyla, emekçi sınıflar lehine uygulanan sosyal politikalar, mülkiyet ilişkilerindeki köklü bir dönüşümün değil, mevcut gelirlerin yeniden bölüşümüne dayanan bir programın ürünü.

Öte yandan, yargı alanı başta olmak üzere devlet aygıtının kritik bölmeleri hala önemli ölçüde karşıdevrimci odakların kontrolünde bulunuyor. Devlet kurumlarının işlemez hale gelmiş olması ve yolsuzluklar, bizzat Chávez hükümeti tarafından sürekli olarak dile getirilen en önemli hoşnutsuzluk konuları olmaya devam ediyor. Bolivarcı devrimin hâlihazırdaki ana stratejisi, yozlaşmış devlet kurumlarının bypass edilmesine ve toplumsal ihtiyaçların, devrim sürecinde ‘alternatif devlet’ fonksiyonlarını yerine getirmeleri amacıyla inşa edilen taban örgütlenmeleri aracılığıyla giderilmesine dayanıyor. Ancak mevcut devlet aygıtı, devrim sürecini frenlemeyi ve her fırsatta baltalamayı sürdürüyor.

Özetle, ülkedeki sermaye sınıfı pes etmiş, karşıdevrimci devlet bürokrasisinin beli bükülebilmiş değil ve Bolivarcı devrim gemisi, hem ekonomi hem de devlet düzleminde ikiliklerle malul bir stratejiyle yol almaya çalışıyor.

Neoliberal programı reddeden, emperyalist müdahalelere meydan okuyan, toplumsal bölüşümde yoksul kitleler lehine düzenlemeler yapan ve bunlarla birlikte sınırlı da olsa önemli kamucu adımlar atan devrim süreci hiç de azımsanamayacak bir kuvvet biriktirmeyi başarmış durumda.

Ne var ki, karma ekonomiye dayalı yeniden bölüşüm politikalarının üstesinden gelme ihtimali bulunmayan sorunların yarattığı hoşnutsuzluklar, devrim karşıtı güçlerin sürekli müdahale ve istismar konusunu oluşturuyor. Nitekim Chávez hükümetinin 2008 anayasa referandumunda uğradığı ilk seçim yenilgisi, mevcut koşullardaki kitle desteğinin yaratılan tüm birikime rağmen akışkan bir karaktere sahip olduğunu gösterdi. Diğer yandan, devlet aygıtının kalbine yönelinmediği sürece yeterli tahkimata kavuşması mümkün görünmeyen paralel örgütlenmelerde ortaya çıkması muhtemel yorgunluk da yine eldeki çok değerli birikimi erozyona uğratma tehlikesini barındırıyor.

Devrim sürecini bekleyen önemli görev
Küresel krizin etkilerinin ve artan emperyalist saldırganlığın ilmeği daralttığının farkında olan Chávez hükümeti, genel seçimlerin de gerçekleştirileceği 2010 yılında devrim sürecinin zorlu bir dönemeçten geçmek üzere olduğunun bilincinde görünüyor.

Venezuela Birleşik Sosyalist Parti’nin (PSUV) ikinci kongresinin bu yıl sonuna planlanması ve Chávez tarafından gündeme getirilen 5. Enternasyonal tartışması devrimci sürecin hem içeride hem de dışarıda konsolide edilmesi ihtiyacının yakıcılığını hissettirmekte olmasına bağlanabilir.

Diğer yandan, hem PSUV kongresinin hem de 5. Enternasyonal tartışmalarının, derinleştirilmesi hedeflenen devrim sürecinin programatik hattında belirgin bir değişikliği gündeme getirip getirmeyeceği konusu henüz belirsizliğini koruyor.

Söz konusu belirsizliğin devrimci öznenin niyetlerinden başka ve son derece nesnel sebepleri olduğu konusunda kuşku yok. Bununla birlikte, niyet yani devrimci program belirginleştirilmeden nesnel başka faktörlere müdahale edebilmenin de yolu bulunmuyor.

Sınıflar mücadelesinin ekonomik düzlemde ve emperyalist müdahaleler bağlamında izleyeceği seyir, Bolivarcı devrim programının daha açık bir sınıfsal içerikle berraklaştırılmasından başka bir seçeneğe uzun süre yaşam hakkı tanıyacakmış gibi görünmüyor.

Bu bağlamda, esas itibariyle bölüşüm politikalarına dayanan mevcut ekonomik modelin yerini sermaye hâkimiyetine kararlılıkla son verecek bir sosyalizm programına bırakması ve devlet aygıtının mevcut ikilikleri ortadan kaldıracak ve iktidarı emekçi sınıflar elinde tekleştirecek köklü bir dönüşüme uğratılması niyetinin ortaya konması Bolivarcı devrim açısından da yaşamsal görünüyor.

Nahide Özkan