Onura ve egemenliğe saplanan hançer: Guantanamo Üssü

Fidel Castro, Guantanamo Deniz Üssü’nü 1971’de Küba’nın onurunun ve egemenliğinin kalbine saplanmış bir hançer olarak tarif ediyordu. Bu hançerin öyküsü…

Jose Fernandez Diaz’ın belki de en meşhur Küba ezgisi, bu körfezden bir kıza aşık olan ve terk edilen bir adamın hikayesi üzerine yazılmış, sonradan José Marti’nin şiiriyle birleşmiş: Guantanamera, yani Guantanamolu Kız.

İşte o kızın yaşadığı bölge, Guantanamo, akla yalnızca bu güzel şarkı, bozulmamış doğası, iguanaları ve Sierra Maestra dağları ile gelmiyor ne yazık ki. Guantanamo Deniz Üssü, yani ABD’nin sosyalist bir ülkede bulundurduğu tek askeri üssü ve bu üste olan bitenlerle geliyor biraz da.

Deniz Üssü’nün tarihi
1898 yılında, dört aydan kısa süren İspanya-Amerika Savaşı’nın sonucunda ABD yalnızca tüm adayı kontrolü altına almakla kalmadı, aynı zamanda eski İspanyol sömürgeleri Porto Riko, Filipinler ve Guam’ı da ele geçirdi. Savaştan sonra 1 Ocak 1899’da Küba işgal altında da olsa bağımsızlığını kazandı. ABD ordusu, Platt Tashihi’ndeki (kanun değişikliği) koşullarla adadan çekildi. Bu yasa, ABD Hükümeti’ne Küba’nın içişlerine ve dışişlerine karışma hakkı ile birlikte adada Guantanamo Deniz Üssü de dahil olmak üzere askeri bölge bulundurma yetkisi tanıyordu.

Savaş esnasında Guantanamo Körfezi’ni fırtına sezonunu atlatmak için kullanan ve bölgenin coğrafi özelliklerinden de çok memnun kalan ABD, üssü kullanmaya devam etme kararı aldı. Roosevelt ile Küba’nın ilk devlet başkanı olarak atanan ABD vatandaşı Tomas Estrada Palma’nın 10 Aralık 1903’te imzaladığı anlaşmaya göre, Guantanamo Körfezi’nin egemenlik hakları Küba’da, yargı yetkisi ve denetimi ABD’de kaldı. Körfez, bu tarihten itibaren ABD’ye “kömür ikmal ve deniz üssü olarak kullanılmak üzere” kiralanmıştı. Günümüzde bölgede ABD askeri varlığının devam ettiği düşünüldüğünde, Guantanamo Deniz Üssü ABD’nin yabancı bir ülkedeki en eski askeri üssü oldu.

Batista döneminde, 1934 yılında yenilenen anlaşmayla yıllık 4085 dolarlık kira bedeli belirlendi ve sözleşmenin iptali her iki ülkenin anlaşmasına veya ABD’nin üssü terk etmesine bağlandı. Oldukça “uygun” bir fiyatla kiralanan bölge, 49 kilometrekaresi kara, kalanı deniz olmak üzere 117 kilometrekarelik mükemmel bir doğal liman. Gerçi Sosyalist Küba Hükümeti göreve geldiği ilk yıldan beri bu çekleri tahsil etmiyor ve sözleşmeyi geçersiz saydığını ilan ediyor ancak yine de o tarihten bugüne yazılan kira çekleri bir rivayete göre Fidel’in çalışma odasında, başka bir rivayete göreyse İsviçre’de bir bankada bekliyor ve ABD bu çekleri göndermeye devam ediyor. Öte yandan her yıl 4 bin küsur doları ödemekte (!) oldukları bu alanda bugün aktif olan tutukevinin yıllık işletim masrafı 95 milyon dolar kadar.

Devrimden sonra Küba anlaşmayı geçersiz saydığını belirterek üssü geri istedi ancak ABD, ilişkilerini kesmiş olduğu Küba hükümetinin bu çağrısına uymadı. Üs 1962 yılındaki Füze Krizi sırasında büyük önem kazandı. 1964 yılında Castro yönetimi üsse elektrik ve su sağlanmasını durdurdu. ABD buna karşılık su arıtma istasyonu ve elektrik santralleri kurarak üssü “kendi kendine yeter” konuma getirdi. (2005 yılında kurulan dört rüzgar türbini ile enerji ihtiyacının bir kısmı sağlanmakta.)

Soğuk Savaş döneminde hem Küba’nın gözlenmesine hem de Karayip trafiğinin ve Panama Kanalı’nın kontrolünün sağlanmasına yarayan üs, 1970’lerden sonra kaçak göçmenlerin tutulması için kullanıldı. 1991-1993 arasında AIDS hastası Haitili kaçak göçmenler üste tutuldu. 1996’da Çinli kaçak göçmenler üsse getirildi. Bu yıllarda üste en fazla tutulan kaçak göçmenler, denizde yakalanan Haitililer ve Kübalılardı.

2002’den itibaren üssün içinde bir askeri tutukevi oluşturuldu ve 11 Eylül sonrasında Bush yönetiminin başlatmış olduğu “teröre karşı küresel savaş” kapsamında ABD’nin Afganistan ve Irak’ta ele geçirdiği El Kaide ya da Taliban bağlantılı olduğu düşünülen “düşman savaşçı”lar tutulmaya başlandı. Üssün hukuki statüsü, yani Küba toprağı sayılması, burada olan bitenin ABD yasalarına göre yargılanamaması anlamına geliyordu ve bu tutukevinde normal yöntemlerle yargılanması düşünülmeyen militanlardan tüm dünyanın artık bildiği yöntemlerle istihbarat elde edilmeye çalışıldı.

Turuncu tulumlular
11 Ocak 2002’de ilk tutuklular Deniz Üssü’nde bulunan Kamp X-Ray’e geldi. 2002 Nisanında Kamp Delta, 2006 Aralık ayında ise Kamp Six kullanıma açıldı.

Tutukluların gelişiyle birlikte statüleri tartışma konusu oldu. Bush yönetimi, bu tutsakların terörist faaliyetlerinden ötürü savaş esiri statüsünde değerlendirilemeyeceğini ve dolayısıyla Cenevre Sözleşmesi’ndeki koruyucu hükümlerden faydalanamayacağını savundu. Buna karşılık 2006’de ABD Yüksek Mahkemesi, tutsaklara uygulanan askeri komisyon yargılama modelini hem ABD hukukuna hem de uluslararası hukuka aykırı bularak tutsaklara Cenevre Sözleşmesi’nde belirtilen hakların tanınmasını kararlaştırdı.

Tutsakların gelişinden itibaren başta yargı önüne çıkarılma hakkı olmak üzere tüm yasal hakları, Başkan, Kongre ve çeşitli düzeydeki mahkemeler arasında tartışma konusu oldu ve sürekli değişti. Yönetim sürekli tutsakları haklarından men etmeye çalışırken mahkemeler buna belli oranda engel oldu.

Birçoğu ABD güçleri tarafından değil çok da güvenilir olmayan para peşindeki kelle avcıları tarafından yakalanmış ve terör bağlantısı kesin olmayan bu kişilerin hukuki açıdan tamamen belirsiz bir şekilde, haklarında suçlama bile getirilmeksizin istihbarat kaynağı olarak kullanılmaları, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

ABD Savunma Bakanlığı yetkisi altında 2002 ile 2009 arasında yaklaşık 800 kişinin “düşman savaşçı” olarak tutulduğu kampın kapatılması ve tutukluların durumunun netleştirilmesi artık ABD’nin de çıkarına. Zira hem ABD’de hem de uluslararası kamuoyunda üsteki tutukevinin durumu ve oradaki mahkumların gördüğü muamele sorgulanır duruma geldi. Konuya ilişkin birçok belgesel ve film (1) yapıldı. Sivil toplum örgütleri üsteki tutukevinin hukuki statüsü konusunda endişelerini dile getirdiler. Sanatçılar Guantanamo’dan ve kullanılan işkence yöntemlerinden rahatsız olduklarını ifade etmeye başladılar. Obama’nın “hukuki önerilere uygun davranan CIA mensupları yargılanmayacak” diyerek yargı denetiminden koruduğu sorgu yöntemleri arasında waterboarding (yatar pozisyondaki kişinin ağzının havluyla kapatılıp yukarıdan havluya su dökülerek boğulma hissi yaratılması), bir haftadan uzun süre uykusuz ve ayakta bırakma, tokat, duvara çarpma gibi teknikler mevcut.

Bu kampların kapatılması için Uluslararası Af Örgütü 2005’te, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ise 2006’da çağrıda bulundu.

“Halkla İlişkiler” açısından bu denli sorunlu bir konumda kalan üssü Bush dahi kapatmak istediğini açıklamıştı. Bu konuda biraz daha ciddi olan Obama, başkanlık görevini devralışından yalnızca iki gün sonra, 22 Ocak 2009’da imzaladığı kararnameyle, belirtilen tarihten itibaren bir yıl içerisinde Guantanamo Deniz Üssü’nde bulunan tutukevlerinin kapatılması ve her bir tutuklu için detaylı bir incelemenin derhal yapılması talimatını verdi. (Sonradan kararın “2010 yılı sonlarına” ertelendiği duyuruldu.) Ancak tutukevinde kalan mahkumların ne yapılacağı sorusu halen belirsizliğini koruyor. Tutuklulardan bir bölümü hakkında sorgulama şekilleri ve delillerin işkenceyle elde edilmiş olması sebebiyle dava açılamıyor. Kampın kapatılmasından sorumlu Adalet Bakanlığı yetkilileri, 47 tutuklunun yargılanmaları durumunda gizli bilgilerin kamuoyuna açıklanmış olacağı için yargılanamayacağını, ancak bunların serbest bırakılamayacak kadar tehlikeli olduğunu gerekçe göstererek bu 47 tutuklunun süresiz alıkonulmasını tavsiye etti. Öte yandan bir grup tutuklu Illinois’teki bir cezaevine, yani ABD topraklarına nakledilecek. Yine bir grup, ABD’de askeri ya da normal mahkemelerde yargılanacak.

Bu süreçte serbest bırakılmasında sakınca görülmeyen, ancak kendi ülkelerinde işkence görme korkusuyla kendi ülkelerine teslim edilmek istemeyen tutsaklar için ise sığınma hakkı verecek ülke aranıyor. Avrupa Parlamentosu, Şubat 2009’da Avrupa ülkelerini ABD’nin Guantanamo tutsaklarına nakledilebilecekleri ülke bulma konusundaki çabalarına destek olma çağrısında bulundu. Chavez de geçen yıl Guantanamo tutsaklarına sığınma hakkı vermeye hazır olduklarını açıklamış ve Guantanamo topraklarının Küba’ya geri verilmesi gerektiğini açıklamıştı. Chavez bu görüşünü sık sık dile getiriyor.

Kapatma faaliyetleri konusunda dikkat edilmesi gereken husus, bu kararnamenin ve Obama’nın konu hakkındaki açıklamalarının Guantanamo üssünü değil bu üsteki tutukevi tesislerini kapatmayı içeriyor olması. Gerçi Obama’nın tutukevlerini kapatma kararını ABD halkının yalnızca yüzde 30’u destekliyor, ama Guantanamo, ABD için “atsan atılmaz satsan satılmaz” duruma geldiğinden beri üsse ne yapılması gerektiği tartışmaları sürüyor. Bu tartışmalarda bir grup, yalnızca tutukevlerini kapatmakla kalmak yerine üssün tamamını Küba’ya verip tartışmaları bitirme yanlısıyken daha büyük bir grup bu üssün Küba’daki “insan hakları, özgür seçimler” vb. değişiklikler için bir koz olarak kullanılabileceğini ve bir şeye karşılık Küba’ya teslim edilebileceğini savunuyor. Ancak yakın zamanda üssün teslim edilmesi pek olası görünmüyor. Hem üssün jeostratejik önemi nedeniyle, hem de üs üzerinden gerçekleşen ikili ilişkilerin (askeri temsilciler arasında aylık toplantılar vb.) başka yollarla gerçekleştirilmesinin zorluğu nedeniyle.

Küba’nın itirazları
Daha önce belirttiğimiz gibi, Küba devrimden bu yana üssün kendisine tamamen iade edilmesini talep ediyor. Haziran 2002’de BM Genel Kurulu’nda söz alan Küba Dışişleri Bakanı, üs topraklarının Küba’ya geri verilmesini talep etti. Küba iki yıl sonra Guantanamo’daki insan hakları ihlallerini kınayan bir karar tasarısı sundu. Aralık 2007’de ise “ABD Başkanı’nın derhal bu işkence merkezini kapatarak yasadışı biçimde işgal etmekte oldukları toprakları Küba’ya iade etmesini” talep etti.

Küba, uluslararası hukuk açısından bakıldığında çok da haklı görünüyor: Cenevre Diplomasi Okulu’ndan Dr. Alfredo de Zayas’a göre “bir ülkede askeri üs bulundurmanın koşulu ülkeler arasında dostane ilişkiler olmasıdır”(2), ki bu ilişkilerin devrimden sonra askıya alındığı ortada. Ayrıca üssün “yalnız ikmal amaçlı olarak” kullanılabileceğinin açıkça belirtildiği anlaşmaya aykırı davranılarak bir kural dışı tutukevi yaratıldığı açık. Yine anlaşma ilkelerinin aksine ABD bu bölgede ticari faaliyet de yürütüyor. Üssün içinde Deniz Kuvvetleri’nin mülkiyetinde iki Starbucks, birer McDonalds, Subway, Taco Bell, Kentucky Fried Chicken ve Pizza Hut mevcut.

Öte yandan Küba, üs toprakları üzerindeki hak iddiasını hiçbir zaman askeri yöntemle hayata geçirmemek ve ABD’ye herhangi bir müdahale için bahane yaratmamak konusunda da kararlı.

Sonuç
ABD’nin artık Guantanamo konusunda bir adım atması kendisi için de bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Ayrıca Küba’yı sürekli insan hakları ihlalleriyle suçlayan bir ülkenin bizzat Küba topraklarında insanları keyfi olarak tüm haklarından yoksun bırakması pek de inandırıcı olmuyor.

José Marti’nin sözleriyle belleklerimize işleyen Guantanamera’nın son kıtası şöyle:
Dünyanın yoksul insanlarıyla,
Neyim varsa paylaşmak isterim.
Dağların cılız dereleri
Denizlerden daha mutlu eder beni.

Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!

Guantanamo’yu bu dizelerle ve şimdi mırıldanmakta olduğunuz ezgilerle mi, yoksa işgal altındayken el çabukluğuyla kurulan işkencehanesiyle mi hatırlamak istersiniz?

Kerem Babacan

(1) Karanlığa Giden Taksi, Guantanamo Yolu vb.
(2) http://www.fpif.org/articles/guantanamo_the_bigger_picture