"Küba yalanlardan korkmuyor"

Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu Başkanı, Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi İkinci Sekreteri General Raul Castro Ruz’un Genç Komünistler Birliği’nin Dokuzuncu Kongresi Kapanış Oturumunda Yaptığı Konuşma

Havana, 4 Nisan 2010, Devrimin 52. Yılı

Değerli delege ve konuklar,

Tüm yoldaşlarım,

Geçtiğimiz Ekim ayında yüz binlerce gencin katıldığı açılış toplantısıyla başlayan örgüt tarafından tabandan başlayıp kentsel ve bölgesel komiteler düzeyine dek düzenlenen ve işte bu kapanış toplantılarında benimsenecek kararların hazırlandığı değerlendirme toplantılarıyla devam eden kongremiz çok güzel geçti.

Fidel’in 5 Aralık 2004’te, Genç Komünistler Birliği’nin 8. Kongresi’nin kapanış konuşmasını yapmasından bu yana geride bıraktığımız 5 yılı aşkın sürede en fazla karşımıza çıkan şey, işler ve zorluklar oldu.

Bu kongre ise 50. yılını geride bırakan Küba Devrimi’ne karşı en alçakça ve en organize medya kampanyasının başlatıldığı bir dönemde gerçekleşiyor. Bu konuya daha sonra değineceğiz.

Kongre öncesindeki toplantılara katılamamış olsam da, her bir toplantının esasları hakkında bilgilendirildim. Biliyorum ki sorunlara odaklanabilmek için başarılarımızdan pek az bahsettik örgütümüzün içini ele alabilmek için dış etkenleri incelemeye gerekenden fazla zaman ayırmaktan kaçındık. İşte bu tarz, Genç Komünistler Birliği’nin tarzı olmalıdır. Komşumuzun gözündeki çapağa takılmak yerine kendi işimize bakacağız.

Üretken faaliyetlerin bizzat içinde olan bu gençleri, yaptıklarını basit sözcüklerle ama gururla, mutlaka karşılaştıkları zorluklardan ve bürokratik engellerden neredeyse hiç bahsetmeden anlatırken dinlemek çok faydalı oldu.

Burada tartışılan sıkıntıların birçoğu yeni değildir, bunlar uzunca bir süredir örgütümüzü etkilemektedir. Önceki kongrelerde bunlarla ilgili kararlar alınmıştır, ancak bu sıkıntılar şu ya da bu oranda sürmektedir. Bu durum, bu sıkıntıların üstesinden gelmede sistematik ve eksiksiz bir kontrole sahip olmadığımızı gösteriyor.

Bu anlamda, oturumlara başkanlık eden yoldaşlar Machado ve Lazo’nun ifade ettiği bir şeyi tekrarlamak gerekli: “Parti, Genç Komünistler Birliği’nin çalışmalarındaki her aksaklık için aynı ölçüde sorumluluk duymaktadır özellikle de kadro politikasıyla ilgili sorunlar için.”

Burada onaylanan belgelerin, bir kez daha sahipsiz mektup haline getirilmesini veya anı muamelesi görüp çekmeceye kaldırılmasını mazur göremeyiz. Bunlar Ulusal Büro’nun ve örgütün her bir üyesinin gündelik çalışmalarının kılavuzu olmalıdır. Prensiplerde anlaştınız, şimdi uygulama zamanıdır.

Bugün bazı insanlar, bir zamanlar kendilerinin de genç olduğunu unutarak, gençleri çokça eleştiriyorlar. Yeni nesillerin eskilerin aynısı olmasını beklemek naiflik olacaktır. Güzel bir özdeyiş der ki, bir kimse, kendi çağına kendi anne babasına benzediğinden daha çok benzer.

Küba gençliği her daim zorluklara göğüs germeye isteklidir. Birkaç örnek vermek gerekirse, hortumların yol açtığı zararın atlatılmasında, düşmanlarımızın provokasyonlarına karşı verilen mücadelede ve savunmayla ilgili konularda yaptıklarıyla bunu birçok kez kanıtlamıştır.

Kongre delegelerinin ortalama yaşı 28’dir. Bu insanlar Özel Dönem’in zor yıllarında büyüdüler ve çok karmaşık bir ekonomik durumda halkımızın temel sosyalist kazanımları koruma çabasına katıldılar.

Bunun yegane nedeni, gençliğin öncüsünün ekonomik durumumuzun farkında olmasıdır çünkü Ulusal Meclis’teki milletvekilleriyle yapılan çalışmanın olumlu deneyimine dayanan Siyasi Büro komisyonu, Genç Komünistler Birliği’nin bölgesel meclislerini mevcut durum ve olasılıkları tüm çıplaklığıyla yansıtacak şekilde bilgilendirdi.

Bugün, ekonomik savaş, ana görev ve kadroların ideolojik çalışmalarının odak noktasıdır, hem de geçmişte hiç olmadığı kadar... Çünkü toplumsal sistemimizin sürdürülebilirliği ve korunması bu çalışmaya bağlıdır.

Kuvvetli ve dinamik bir ekonomi yoksa, lüzumsuz harcamalar ve israf engellenemiyorsa, ne halkın yaşam standartlarını yükseltmek, ne de tüm yurttaşlarımıza ücretsiz sağlanan eğitim ve sağlık hizmetlerini iyileştirmek mümkün olacaktır.

Eldeki kaynaklarla etkili ve dayanıklı bir tarım geliştiremezsek, geçmişteki yüksek ödeneklerin hayalini de bir kenara bırakınca, halka sağladığımız gıda maddelerinin miktarını bu düzeyde tutmamız veya arttırmamız mümkün olmayacaktır ki bu büyük oranda Küba’da da yetiştirilebilecek ürünlerin ithalatına dayanmaktadır.

Eğer insanlar, aşırı korumacı ve akıl dışı devlet politikalarına sığınarak hayatlarını kazanmak için çalışmaya gerek duymuyorsa, ne iş aşkını canlandırmamız, ne de inşaat, tarım ve sanayi dallarındaki kronik işçi açığını veya öğretmen, polis ve diğer zaruri mesleklerdeki giderek artan personel açığını kapatmamız mümkün olacaktır.

Eğer yasadışı faaliyetleri ve yolsuzlukların her türlüsünü toplum olarak katı ve sistematik bir biçimde reddedemezsek, birçokları çoğunluğun emeği üzerinden servet sahibi olmaya, sosyalizmin özüne balta vuran bir tavrı yaygınlaştırmaya devam edeceklerdir.

Eğer ulusal hayatın her sektöründe şişirilmiş maaş çeklerini dağıtmaya ve işin sonucuyla eşdeğer olmayan maaşlar ödemeye devam ederek dolaşımdaki parayı arttırırsak, fiyatlardaki sürekli yükselişin veya halkın alım gücündeki düşüşün sona ermesini beklemek mümkün olmayacaktır. Biliyoruz ki bütçede yer alan ve girişimci sektörlerde yüz binlerce işçi fazlası var. Bazı analistlere göre işçi fazlası bir milyonun üzerinde. Bu, üzerinde dikkatle ve siyasi sağduyuyla çalışılması gereken çok nazik bir konudur.

Devrim, hiç kimseyi kaderine terk etmeyecektir. Her Kübalının onurlu bir işe sahip olması için gerekli şartları yaratmak için durmaksızın mücadele edecektir ancak bu demek değildir ki devlet herkese, daha önce birkaç iş teklif edilmiş olsa dahi yeni bir iş bulmakla mükelleftir. Yurttaşlar kendileri de, toplumsal yararı olan bir işi bulmakla ilgileniyor olmalıdır.

Özetle, gelirimizden fazlasını harcamaya devam etmek demek, geleceğimizi yiyip bitirmek ve Devrim’in bekasını tehlikeye atmak demektir.

Hiç hoş olmayan gerçeklerle karşı karşıyayız ve bunlara gözlerimizi kapatmıyoruz. Şundan eminiz ki, ulusal egemenliğimizin ve bağımsızlığımızın güvencesi olan Küba sosyalizminin geri döndürülemezliğinin temellerini sağlamlaştırmak ve geliştirmek için dogmalardan uzaklaşmak ve ekonomik modelimizde yapmakta olduğumuz iyileştirmelere, kendimize güvenle ve sıkıca sarılmak zorundayız.

Kimi zaman bazı yoldaşlarımın birçok alanda hızlı dönüşümler istediğini ve sabırsızlandığını biliyorum. Elbette kast ettiğim bunu düşmanlarımızın istediği şekilde isteyenler değildir. Böyle düşüncelerin genellikle önümüzdeki işlerin büyüklüğünün, derinliğinin ve toplum yaşamını oluşturan ve düzenlenmesi gereken farklı öğelerin etkileşimindeki karmaşıklığın gözden kaçırılmasından kaynaklandığını görüyoruz.

Bizden daha hızlı yol almamızı isteyenler, üzerinde çalıştığımız, bugün yalnızca birkaçından söz ettiğim konuların listesini akıllarından çıkarmasınlar. Bizden, bir sorunun çözümü için acelecilik ya da gelişigüzelliğe izin vermemizi beklemeyin, çünkü bu daha büyük sorunların doğmasına yol açabilir. Tüm ulusun yaşamının stratejik boyutuyla ilgili meselelerde, hislerimizle hareket edemeyiz, yaptıklarımızda gerekli bütünlüğü gözden kaçırmamalıyız. Söylediğimiz gibi, Parti Kongresi’ni ve ondan hemen önceki Ulusal Konferans’ı toplamayı birkaç ay daha erteleme kararı alınmasının yegane nedeni budur.

Bugün gençliğin de tam sorumluluk ve inançla sahip çıkmakta olduğu, elli yıllık emeklerimizin karşılığının devamlılığını sağlamak için karşı karşıya olduğumuz en büyük ve en önemli zorluk budur. Bu kongrenin sloganı olan “Her şey Devrim için”, en başta ulusal ekonominin güçlendirilmesi ve sağlamlaştırılması anlamına geliyor.

Küba gençliği, Devrim’i yapan kuşaktan bayrağı devralacaktır. Ve o muazzam gücüyle kitlelere önderlik etmek için ikna etme ve bizzat örnek olarak harekete geçirebilme yetisine sahip bir öncü güçlü, yetkin ve saygın liderlerce, uydurma değil gerçek liderlerce, bir devrimin en saf değerlerinin kaynağı eşsiz işçi sınıfı eğitiminden geçmiş liderlerce yönetilen bir öncü gereklidir. Yaşadıklarımız, bu ilkenin çiğnenmesiyle ortaya çıkabilecek tehlikeleri bize net bir şekilde göstermiştir.

Fidel 4 Nisan 1972’de, Genç Komünistler Birliği’nin ikinci kongresinin kapanış konuşmasında belirtmişti, aynen aktarıyorum:

“Kimse karada yüzmeyi öğrenemez, kimse denizde yürüyemez. İnsanoğluna çevresi şekil verir, insan kendi hayatı ve yaptıklarının ürünüdür.”

Ve şöyle bitirmişti: “Emeğin yarattıklarına saygı duymayı yaratarak öğreneceğiz. Bu ürünlere saygı duymayı da bunları yaratmayı öğrettiğimiz gibi öğreteceğiz.”

Onun 38 yıl önce dile getirdiği ve şüphesiz Kongre tarafından coşkuyla karşılanan bu fikirler, üzerinde anlaştığımız ama sonradan hayata geçirmediğimiz şeylerin bir diğer net kanıtı.

Bugün sağırlar diyaloğu ya da sloganların tekrarından ibaret olmayan etkili bir ideolojik çalışmayı yürütebilecek yeni kadrolara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Güçlü fikirleri tartışabilecek, mutlak bilgiye sahip olduğunu zannetmeyen, diğerlerinin görüşlerini de açık fikirlilikle değerlendirebilen, ama elbette yeri geldiğinde kabul edilemez fikirleri de kuvvetli argümanlarıyla ve enerjisiyle çürütebilen liderlere ihtiyacımız var.

Böyle liderler açık tartışmaları teşvik etmeli ve anlaşmazlıkları bir sorun olarak değil en iyi çözümler için bir kaynak olarak görmelidir. Genellikle mutlak fikir birliği gerçek dışı ve dolayısıyla da zararlıdır. Bizim durumumuzdaki gibi düşmanca olmayan çelişkiler ise gelişmenin motor gücüdür. Rol yapmayı ve oportünizmi besleyen her şeyi engellemeliyiz. Eşit sorumlulukla çalışmayı, birliğin önünü açmayı ve kolektif liderliği öğrenmeliyiz bu özellikler Devrim’in gelecekteki liderlerini betimlemelidir.

Adanın her yerinde liderlik için gerekli özelliklere ve kapasiteye sahip olan gençlerimiz mevcuttur. Yapılacak olan, bunları bulmak, yetiştirmek ve adım adım daha büyük sorumluluklarla donatmaktır. Seçimin doğru olup olmadığını kitleler doğrulayacaktır.

Örgütün etnik ve cinsel kompozisyon açısından gelişmekte olduğunu gözlemliyoruz. Bu anlamda ne gerilemeye ne de yüzeyselliğe tahammülümüz vardır Genç Komünistler Birliği bu konu üzerinde sürekli durmalıdır. Bu arada, bunun da 35 yıl önce, Birinci Parti Kongresi’nde almış olduğumuz ama Fidel’in Devrim’in zaferinden sonra ilk söylediği şeylerden biri olmasına ve daha sonra da birçok kez tekrarlamasına rağmen hayata geçmesini kendi doğallığına bıraktığımız ve gerçekleştirmek için gerekli çabayı sarf etmediğimiz bir karar olduğunu hatırlatmama izin verin.

Konuşmamın başında belirttiğim gibi bu Kongre, ikiyüzlü bir biçimde insan hakları adına hareket ettiğini iddia eden ABD ve Avrupa’nın emperyalist güç odakları tarafından Küba’ya karşı planlanan, yönetilen ve finanse edilen büyük bir kara çalma kampanyasıyla aynı zamana rastladı.

14 ayrı adi suçtan hüküm giymiş bir mahkûmun ölümünü utanmazca ve alçakça maniple ettiler yabancı ülkelerden maddi teşvik alan bu kişiyi sürekli aynı yalanı tekrar etmek suretiyle bir “siyasi muhalif”e dönüştürdüler ve onu saçma taleplerde bulunarak açlık grevini sürdürmeye sevk ettiler.

Doktorlarımızın tüm çabalarına karşın bu kişi hayatını kaybetti. Bundan biz de büyük üzüntü duyduk ve bu olaydan yarar sağlayanları teşhir ettik. Bunlar şimdi de başka birini, benzer biçimde kabul edilemez bir şantaj yapmakta ısrar etmesi konusunda teşvik ediyorlar. Söz konusu kişi iftira edildiği gibi hapiste değildir. Adi suçlardan, özellikle, öldürmekle de tehdit ettiği hastane müdürü bir kadın doktora fiili saldırı ve darp suçundan ve ardından olay neticesinde dalağı alınmak zorunda kalan 70 yaşlarında yaşlı bir bayana karşı işlediği benzer suçlardan aldığı cezayı çekmiştir ve şu anda özgürdür. Bununla birlikte, diğer vakada olduğu gibi bu kişinin de hayatının kurtarılması için her şey yapılmaktadır. Ancak kendini yok etme yönündeki davranışını değiştirmemesi halinde arzu etmediğimiz bir sonuç ortaya çıkacak olursa, bunun sorumlusu da kendisi ve ona destek verenlerdir.

Sözde terörizm karşıtı savaşta yapılan işkenceler karşısında suskun kalarak suç ortaklığı yapan, mahkûmları taşıyan gizli CIA uçaklarına ve hatta topraklarında gizli hapishanelerin kurulmasına izin veren Avrupalıların uyguladığı çifte standart mide bulandırmaktadır.

Onları taklit etseydik, onların Guantanamo Deniz Üssü’ndeki dâhil pek çok işkence merkezinde yaptıkları gibi biz de tüm etik standartları ihlal ederek açlık grevindeki kişileri zorla besleseydik, acaba ne derlerdi? Söz açılmışken, bunlar neredeyse her gün televizyonlarda izlediğimiz gibi bizzat kendi ülkelerinde göstericilere at sırtından müdahale eden, onları döven, göz yaşartıcı gazlar ve hatta kurşunlarla saldıran polisleri kullananlar değil mi? Peki ya göçmenlerin istismarı ve aşağılanmasının olağanlaştığı ülkeler yine bunlar değil mi?

Batı’daki ana akım medya yalnızca Küba’ya saldırmakla kalmadı bu aldatmaca ve ikiyüzlülüğü dile getiren, olayları nesnel bir biçimde incelemekten başka bir şey yapmayan siyasi liderlere, entelektüellere, sanatçılara ve diğer aydınlara karşı tüm dünya üzerinde acımasız bir medya terörü uygulamak gibi bir yöntem de geliştirdiler.

Yeri gelmişken, basın özgürlüğünün bayrak taşıyıcıları bu kadar gürültü koparırken Küba’ya karşı yürütülen ekonomik ve ticari ablukanın ve bunun halkımız üzerindeki acımasız etkilerinin tüm gücüyle sürdüğünü ve hatta derinleştirildiğini mevcut ABD yönetiminin ülkemize yönelik yıkıcı faaliyetleri desteklemeye devam ettiğini başından beri ABD hükümeti ve İspanyol sağı tarafından desteklenen, Avrupa Birliği’nin benimsediği haksız, ayrımcı ve müdahaleci Ortak Pozisyon’un halen yürürlükte olduğunu ve ülkemizde bir rejim değişikliği çağrısı, daha doğrudan söylemek gerekirse Devrim’in yıkılması çağrısı yaptığını unutmuş gibiler.

Yarım yüzyıldan fazladır süren devamlı savaş hali, tereddüdün yenilgiyle eş anlamlı olacağını halkımıza öğretmiştir.

Karşımızdaki ülke veya ülkeler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar ve sonuçları ne olursa olsun, kimsenin şantajına boyun eğmeyeceğiz. Kendimizi savunmaya hakkımız vardır. Bilsinler ki, bizi köşeye sıkıştırmaya kalkacak olurlarsa kendimizi savunacağız, bunu her şeyden önce gerçeklerle ve ilkelerle yapacağız. Bir kez daha sağlam ve soğukkanlı davranmalı ve sabırlı olmalıyız. Tarihimiz böyle örneklerle doludur!

Kahraman Mambise’lerimiz(1) 19. yüzyıl bağımsızlık savaşlarında böyle savaştılar.

Despot yönetim tarafından üzerimize gönderilen on bin askerlik son taarruzu, Başkumandan Fidel Castro Ruz’un doğrudan önderliği altında sayısı başlarda ancak iki yüz kadar olan, 24 Mayıs 1958’den 6 Ağustos 1958’e kadar 75 gün boyunca 406 ila 437 mil karelik yani Havana’dan daha küçük bir bölgede 4’ü muharebe olmak üzere 100’den fazla çatışmaya giren isyancı savaşçılarla işte böyle yendik. Bu büyük harekat, savaşın gidişatını belirledi ve yalnızca dört ay sonra Devrim zafere ulaştı. Bu olay Kumandan Ernesto Che Guevara’ya, harekat günlüğüne şu satırları yazması için ilham verdi: “Batista’nın ordusu bu son taarruzdan Sierra Maestra’da omurgası parçalanmış olarak çıktı.”

Keza 1961’de Domuzlar Körfezi kıyılarında konuşlanan Yankee filosundan da korkmamıştık. Paralı askerlerini yok ettiğimizde burunlarının dibindeydik ve bu ABD’nin bu kıtadaki bir askeri serüveninde ilk yenilgisi olacaktı.

Ekim 1962’de, Füze Krizi sırasında da yine başardık. Nükleer silahlarını üzerimize çevirmiş ve adayı işgal etmeye hazır bekleyen düşmanın acımasız tehditleri karşısında bir milim bile taviz vermedik. Keza böyle bir çıkmaz durumda Devrim’in kaderinin desteğine dayandığı temel müttefikimiz Sovyetler Birliği’nin liderleri krizin çözümü için bilgimiz dışında görüşmeler yürütüp nükleer silahlarının geri çekilmesinin denetlenmesinin ulusal topraklarımız üzerinde yapılmasına bizi saygılı bir şekilde ikna etmeye çalıştıklarında da böyle bir denetimin uluslararası sulardaki kendi gemilerinde gerçekleşebileceğini ancak asla Küba’da gerçekleşmeyeceğini belirttik.

Eminiz ki bunlardan beteriyle yeniden karşılaşmak pek zordur.

Daha yakın tarihte Sosyalist Blok’un çözülüşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının sonucu olarak Küba GSYH’de %35’lik düşüş dış ticarette %85’lik bir azalma şeker, nikel, narenciye vb. ana ihraç ürünlerinin pazarını kaybetmesi ve fiyatlarının aniden yarı yarıya düşmesi yumuşak kredilerin kaybedilmesiyle birlikte ilk Nükleer Santral ve Cienfuegos Rafinerisi gibi birçok önemli yatırımın yarıda kalması ekipman yedek parçası, gübre, hayvan yemi ve endüstriyel hammadde arzının aniden ortadan kalkmasıyla ulaşım, inşaat ve tarımın çökmesi ve yüzlerce fabrikanın işlemez duruma gelmesi sonucu halkımızın gıda kaynaklarının bir anda niceliksel ve niteliksel olarak tavsiye edilen yeterli beslenme düzeylerinin altına düşmesi durumlarıyla karşı karşıya kaldığında Küba halkı direnme ve kendine güvenme kapasitesinin uzun bir örneğini sergiledi.

1990’ların ilk yarısında elektrik üretimi için gerekli yakıtın olmaması nedeniyle elektrik kesintilerinin günde 12 saati geçtiği o sıcak yazların sıkıntılarını hep beraber çektik. Tüm bunlar olurken Batılı haber ajansları, bazıları gizleyemedikleri bir sevinçle, Devrim’in nihai yenilgisini ilk aktaran kurum olma isteğiyle muhabirlerini Küba’ya yolluyordu.

Bu dramatik durumun ortasında hiç kimse kaderine terk edilmedi. Sadece idealleri ve onca fedakârlıkla inşa edilen bir eseri savunan halkın birliğinden doğan kuvvetin bir başka kanıtıydı bu. Yalnızca sosyalist bir rejim, eksiklerine rağmen, böyle çetin bir sınavı başarıyla geçebilir.

Bu yüzden, uluslararası gericiliğin her zamanki gibi bu ülkenin asla ayaklar altına alınamayacağını ve 1962’de kanıtladığımız üzere yenilmektense yok olmayı tercih edeceğimizi bir türlü kabul etmek istemeyenlerce yönetilen bugünkü saldırısı uykularımızı kaçıramaz.

Bu Devrim yalnızca 142 yıl önce, 10 Ekim 1868’de başladı. O zamanlar bu çürümekte olan Avrupa sömürgeciliğine karşı bir savaştı ancak bağımsızlığımızı istemeyen ve “olgun meyve”nin “coğrafi yerçekimi” sayesinde eline düşeceği anı bekleyen yeni ABD emperyalizmi tarafından boykot edildik. Nitekim 30 yıldan fazla süren savaş ve Küba halkının büyük fedakârlıklarının ardından yine aynı şey yaşandı.

Şimdi yabancı aktörler rolleri değiştiler. Yarım yüzyıldan uzun bir süredir devamlı olarak gezegenin modern ve en güçlü imparatorluğu tarafından saldırıya ve tacize uğruyoruz ve saldırgan güç, kabul edilemez hükümler içeren ve bazı ülkelerin baskısı ve Avrupa Birliği’nin gerici siyasi güçleri sayesinde geçerliliğini koruyan küstah Ortak Pozisyon’da üstü örtük olarak ifadesini bulan boykottan destek alıyor.

Kendimize soruyoruz: Neden? Bizce cevabı basit: Çünkü aktörler temelde hala aynı ve geçmişteki hâkimiyet arzularını terk etmiyorlar.

Kübalı genç devrimciler, Devrim’i ve sosyalizmi korumak ve onurlu ve özgür olarak yaşamaya devam etmek için önlerinde mücadele ve fedakârlıkla dolu uzun yıllar olduğunu açıkça kavrıyorlar.

Aynı zamanda büyük tehditler insanlığın karşısındadır ve bunların üstesinden gelmek gençliğin birinci görevidir. Gençlik, kapitalizmin yarattığı düşüncesiz üretim ve tüketim yapılarının hızlandırdığı iklim değişikliği nedeniyle daha önce olmadığı kadar tehdit altında bulunan insanlığın kurtuluşu için mücadele etmelidir.

Bugün dünya üzerinde 7 milyar kişiyiz. Bu nüfusun yarısı fakir ve 1.02 milyarı aç. Bu nedenle dünya nüfusunun 9 milyar olacağı ve gezegenimiz üzerinde yaşam koşullarının daha da kötüleşeceği 2050 yılında neler olacağını merak etmeye değer.

Danimarka’nın başkentinde geçtiğimiz Aralık ayında yapılan son zirve parodisi gösteriyor ki, kör piyasa kanunlarıyla kapitalizm, bu sorunu da diğer birçok sorun gibi asla çözmeyecek. Yalnızca halkların vicdanı ve seferberliği, hükümetlerin siyasi iradesi ve bilimsel ve teknik bilginin ilerlemesi insan soyunun tükenmesini engelleyebilir.

Sözlerime son verirken gelecek yıl Nisan ayının Devrim’imizin sosyalist niteliğinin ilanının ve Domuzlar Körfezi paralı asker çıkarması karşısında kazanılan ezici zaferin 50. yılı olacağını belirtmek isterim. Bu olağanüstü olayları, bir müfrezeyi karaya çıkarmaya çalıştıkları Baracoa’dan ulusumuzun en batıdaki ucuna dek ülkemizin her köşesinde kutlamalıyız. Başkentte bir büyük kitle gösterisi ve askeri tören yapacağız gençler, aydınlar ve işçiler bu süreçte bütün faaliyetlerin öncüsü olacaklardır.

Yükselen son uluslararası saldırı dalgasına devrimci halkımızın bir başka büyük yanıtı birkaç gün sonra, 1 Mayıs’ta, ülkenin her yerinde, halkımıza ait olan meydanlarda ve caddelerde yankılanacaktır.

Küba yalanlardan korkmuyor, nereden gelirse geldin baskılara, şartlandırmalara veya dayatmalara boyun eğmiyor. Küba kendini gerçeklerle savunuyor, ki gerçekler her zaman eninde sonunda ortaya çıkar.

Genç Komünistler Birliği, 48 yıl önce böyle bir günde doğdu. O tarihi günde, 4 Nisan 1962’de, Fidel konuşmasını tamamlarken şöyle söylemişti:

“Gençlere inanmak, onlarda yalnızca heyecan değil aynı zamanda kapasite, yalnız enerji değil aynı zamanda sorumluluk, yalnız gençlik değil aynı zamanda saflık, kahramanlık, kişilik, irade gücü, anavatana duyulan aşk ve inanç görmektir! Devrim’e duyulan aşk, Devrim’e duyulan inanç ve kendine güven görmektir! Gençliğin bunu başarabileceğine, bunu başaracak kapasiteye sahip olduğuna, büyük görevlerin altından başarıyla kalkabileceğine dair derin ve sarsılmaz inançtır.”

Dün böyleydi, bugün böyle ve yarın da böyle olacak.

Çok teşekkür ederim.

(1) 19. yüzyılda İspanyol yönetimine karşı ayaklanan bağımsızlık savaşçıları (Çevirenin notu)