Ekvador’da referandum sonuçları ne ifade ediyor?



Ekvador, birkaç yıl öncesine kadar, suç oranının yüksekliği ve yolsuzluğun yaygınlığı itibariyle tipik bir Latin Amerika ülkesi durumundaydı. Ancak solcu başkan Rafael Correa’nın 2007’de iktidara gelmesiyle birlikte, kıtadaki devrimci rüzgarlar Ekvador’u da etkilemeye başladı. Reformcu karakteri öne çıkan Correa yönetimi, kapitalizmin çok kirlettiği bu ülkeyi, bu kirlerden…

İktidara gelişinden bu yana Rafael Correa yönetiminin attığı adımlar ve bu adımların atılış biçimi, Venezuela’da ve Bolivya’da yaşanan süreçlerle benzerlikler gösteriyor. Bu devrim süreçleri, burjuva demokrasisi sınırları içinde, seçimler ve referandumların sağladığı alanlar üzerinden yürüyor. İktidar partileri seçimlerde, oy farkı düşük de olsa galip gelerek iktidarda kalmaya devam ediyor. Referandumlar ise yapılmak istenen reformlar ve iktidarın pekiştirilmesi için birer araç olarak işlev görüyor. Her ikisi de iktidarın, demokratikleşme sürecini derinleştirmek ve halkın bu sürece katılımını sağlamak için kullandığı araçlar olarak mutlaklaştırılıyor.

Bugüne değin bu ülkelerdeki sol iktidarlara alan açan bu araçlar, öte yandan sağcı muhalefetin de konsolide olmasını sağlıyor. Başlarda parçalı olan sağcı muhalefet, zaman içinde güçlerini bütünleştirerek seçimlerde ve referandumlarda zafer kazanmaya çalışıyor.

Örneğin Venezuela’da giderek oylarını artırıyorlar ve bir sonraki seçimlerde iktidara gelme olasılıkları yabana atılır gibi değil. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen En Az Gelişmiş Ülkeler konferansına katılmak için İstanbul’a gelen Venezuela heyetinin üyelerinden Saul Ortega, bu konuda kendisine yöneltilen bir soruya, ülkesinde demokratik bir sürecin işlediğini, halkın bu süreci geriye çevirecek bir karar vererek sağı iktidara getireceğini düşünmediğini belirtti.

Ancak bu ülkelerde, devrimci inisiyatifin sosyalizmin iktidarına evrilmemesi, bazıları güçlü ve önemli de olsa reformlarla sınırlı kalınması, perspektifin demokratikleşme ile sınırlı kalması gibi etkenler, sağın gücünü artırmak için zemin kazanmasını sağlıyor. Ekvador’da, liberal kökenli ve sosyalizmden pek bahsetmeyen Correa’nın yönetiminde yaşanan sürecin sosyal demokrat karakteri ağır basıyor.

Referandumda, bütün işçilerin sosyal güvenlik sistemine dahil edilmesi konusu ile ilgili bir açıklama yapan bir milletvekili, “ekonominin, işçiler ve girişimcilerin durumlarının sağlıklı ve saygıdeğer olması için yapılanması gerektiğini” belirtti. Ekvadorlu bir siyaset bilimcisi bu gelişmeleri demokrasinin konsolidasyonu olarak adlandırıyor. Bu çerçeve sosyal demokrasiyi aşamıyor. Nitekim, Correa sosyalizm kavramını, Chávez ya da Morales gibi telaffuz etmiyor söylemi demokratikleşme kavramına dayanıyor.

Bu soruna rağmen, Ekvador’un Latin Amerika’nın solcu iktidarları arasında sahip olduğu konum önemini koruyor. Correa yönetimi, başından beri antiemperyalist bir konumlanış benimsemiş durumda. ABD’ye ait Manta üssünü kapatması, Latin Amerika için tarihi bir adım olmuştu. Ancak, yukarıdaki paragrafta sözü edilen sorunlar, kıtada yaşanan sol süreçlerin kırılganlığının en açık belirtisi durumunda. Ekvador başta olmak üzere bu süreçler, büyük ölçüde, Venezuela’daki Chávez iktidarının yarattığı zeminde hayat buluyor. Venezuela’daki iktidarın altındaki zeminin kayganlığı bu süreçler için de tehlike yaratıyor. Ekvador da bu tehlike ile yaşamaya devam ediyor.

Öte yandan ülkede burjuvazi gücünü korurken, Correa iktidarını zorlayan adımlar da atıyor. Geçtiğimiz günlerde, 2010 yılının Eylül ayında, polislerin öncülüğünde Correa’ya karşı düzenlenen darbenin sorumlularından olan, biri binbaşı rütbesindeki dört polis, kendilerine isnat edilen suçlardan beraat etti. Rafael Correa ve içişleri bakanı José Serrano polisleri beraat ettiren hakimi şiddetle eleştirdiler. Bu gelişme, sağın hamlesi olarak okunmalı.

Çok çelişkili olan bu koşullar altında, referandum sonuçları, Correa yönetiminin ve PAIS (Onurlu ve Egemen Vatan, İsp. Patria Altiva I Soberana) İttifakı’nın bir dönem için konumunu güçlendirmiş oldu.

Murat Akad