Tutuklamanın hemen ardından Kolombiya devlet başkanı Juan Santos, Venezuela hükümetine teşekkür etti ve Chávez’le telefon görüşmesi yaptığını, Becerra’nın Karakas’a gelmekte olduğu bilgisini verdiğini ve tutuklanmasını bizzat talep ettiğini belirtti. Santos’a göre Becerra, Avrupa’da Kolombiya aleyhine yürütülen propagandanın sorumlusu idi.
Venezuela hükümetinden yapılan açıklamada Bolivarcı hükümetin, terörizm ve organize suçla savaşmakta kararlı olduğunun, barış, dayanışma ve insan haklarına saygı çerçevesinde uluslararası dayanışmaya bağlı kalmaya devam edeceğinin altı çizildi.
Becerra, uzun bir süredir, siyası sığınmacı statüsü ile İsveç’te yaşıyordu, ve FARC’ı destekleyen bir haber ajansı olan Yeni Kolombiya Haber Ajansı’nın koordinatörlüğünü yapıyordu. Venezuela ve Kolombiya hükümetleri, Becerra’nın, Interpol tarafından kırmızı bültenle arandığını açıkladılar.
Venezuela hükümetinin bu kararı, gerek ülke içinde gerekse ülke dışında, özellikle sol çevrelerde büyük bir tartışmayı ateşledi. Bolivarcı hükümeti destekleyen, aralarında Venezuela Komünist Partisi ve sendika federasyonu UNETE’nin de bulunduğu pek çok sol örgüt ve grup ve ayrıca çok sayıda aydın, atılan bu adımı eleştirdi ve Becerra’nın özgürlüğünü talep etti. Bir internet sitesinde, Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan birinin nasıl olup da İsveç’te serbestçe yaşadığı ve kendi kimliğiyle uluslararası yolculuk yapabildiği soruldu. İktidardaki Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi’nin lideri Amilca Figuerora ve Venezuela Komünist Partisi yetkililerinin de içinde bulunduğu bir heyet, Becerra tutuklandıktan sonra kendisiyle konuşmak amacıyla Venezuela istihbarat servisi SEBIN’in merkezine gittiler, ancak görüşme talepleri geri çevrildi.
Chávez hükümetini destekleyen bazı gruplar ve kişiler, Becerra’nın sınırdışı edilmesini izleyen günlerde, bu adımı protesto etmek amacıyla başkent Karakas’ta çeşitli gösteriler yaptılar. Çeşitli hukukçular, alınan kararın hukuksuz olduğunu ortaya koydular.
Venezuela Komünist Partisi, yaptığı açıklamada, başından beri destekledikleri Chávez hükümetine güvenlerinin sarsıldığını belirtti. Bu uygulamanın bölgedeki karşıdevrimci, emperyalist ve gerici güçlere verilmiş bir “ödün” olduğunu vurguladı.
Ayrıca Yunanistan Komünist Partisi de yaptığı açıklamada, Becerra’nın sınırdışı edilmesini kınadı. Konuyu Avrupa Parlamentosu’nun da gündemine taşıyan parti, Becerra’nın politik geçmişinden örnekler vererek ve bir siyasi mülteci olarak Avrupa’ya geldiğini hatırlatarak, Avrupa Birliği kurumlarının gazetecinin güvenliğini sağlama yükümlülüğünde olduğunu belirtti.
Chávez kendisine yönelik eleştirilere verdiği yanıtta, sorumluluğun kendisinde değil, Interpol tarafından arandığı halde Venezuela’ya gelen Becerra’da olduğunu söyledi. “Yakalasam kötü adamım, yakalamasam da kötü adamım” ifadelerini kullanan Venezuela devlet başkanı, “terörist Abarca’yı nasıl Küba’ya teslim ettiysek, Becerra’yı da Kolombiya’ya öyle teslim ettik” dedi. Becerra’nın ülkeye gelişinin Kolombiya ve CIA tarafından bilindiğinin ve bunun Venezuela hükümetine dönük bir tuzağın parçası olduğunu belirten Chávez, Becerra’ya terörist demediğini ya da kendisinin suçlu olduğunu söylemediğini vurguladı.
Aslında Becerra vakası, bu konudaki ilk vaka değil. Geçtiğimiz Kasım ayında Venezuela, biri FARC, diğerleri de Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) üyesi olan üç kişiyi Kolombiya’ya iade etmişti. Kolombiya hükümeti, memnuniyetle karşıladığı bu adıma karşılık Venezuelalı uyuşturucu kaçakçısı Walid Makled’i Venezuela’ya teslim edeceğini açıklamıştı.
Gelişmeleri değerlendirmek için, Venezuela ile Kolombiya arasındaki ilişkilerin son dönemde geldiği noktayı incelemek gerekiyor. Bilindiği gibi, iki ülke arasındaki ilişkiler, Chávez’in iktidara gelmesinden itibaren oldukça gergin bir çizgide seyretti. Kolombiya hükümetleri, özellikle de bir önceki başkan Alvaro Uribe’nin döneminde, ABD’nin kıtadaki en yakın işbirlikçilerinin başında geldi. Uribe, yıllar boyunca Chávez hükümetinin, FARC’ın Venezuela’da barınmasına, buradan Kolombiya topraklarına sızmasına izin verdiğini ve bu örgüte yardım ettiğini iddia etti. Bunu, gerilimi artırmak için bir bahane olarak kullandı. Gerilimi, 2010 yılının Temmuz ayında, iki ülkenin arasındaki ilişkilerin kopmasına ve savaşın eşiğine gelinmesine kadar tırmandırdı.
2010 yılının ortalarında yapılan seçimle başkanlık görevini Uribe’den devralan Juan Santos, her ne kadar Uribe ile aynı derecede işbirlikçi bir geçmişe sahip olsa da, daha koltuğa oturmadan, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi gerektiğini söylemişti. Aradan geçen süre içinde iki ülkenin başkanı üç kez bir araya geldiler.
Geçtiğimiz Nisan ayında, bu doğrultuda önemli gelişmeler yaşandı. Uyuşturucu ticaretinde FARC ile bağlantılı çalıştığı iddia edilen uyuşturucu kaçakçısı Walid Makled, Kolombiya’da tutuklandı ve hem Venezuela hem de ABD bu kaçakçının kendilerine verilmesini istedi. Yaklaşık bir hafta süren bir gerilimin ardından Kolombiya hükümeti, Makled’i Venezuela’ya teslim etmeye karar verdi. Ardından Chávez ve Santos bir araya gelerek, enerji, bilim, sağlık, turizm, uyuşturucu trafiğiyle savaş ve ortak sınır bölgelerinde toplumsal gelişme alanlarında toplam 16 işbirliği anlaşmasına imza attılar.
Mart ayında ise, Wikileaks tarafından yayınlanan belgelerde, önceki Kolombiya hükümetinin yalanları açığa çıkmıştı. Kolombiya Hükümeti, 2008 yılında Kolombiya askerleri tarafından öldürülen FARC komutanlarından Raúl Reyes’in bilgisayarından çıkan belgelerde, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chávez ve Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa’nın FARC hareketinin ve gerillaların birbirleriyle bağlantılı olduklarına dair kanıtlar yer aldığını duyurmuştu. İki ülkenin devlet başkanlarını FARC’a yardım etmek ve el altından desteklemekle suçlayan Kolombiya hükümetinin yalanı Wikileaks’in yayınladığı yeni bir belge ile açığa çıktı.
Bunların ardından Nisan ayının ortalarında, Santos, Venezuela topraklarında hiç FARC kampı kalmadığından emin olduklarını söyledi. Bu adımın, iki ülke ilişkilerinde, daha önce benzeri görülmemiş bir jest olduğunu sözlerine ekledi. İlişkilerin son derece iyi bir düzeye geldiğini, Chávez’in bu konuda verdiği bütün sözleri yerine getirdiğini vurguladı.
Son olarak Chávez ve Santos, Honduras’ta darbenin ardından işbaşına gelen Porfirio Lobo ile görüşerek, hükümet ile Halk Direnişi Ulusal Cephesi arasında arabulucu olabileceklerini belirttiler. Bilindiği gibi Honduras’ta darbeci hükümet, eski başkan Zelaya’nın yeniden ülkeye dönmesini savunan muhalefet karşısında bir süredir ciddi biçimde zemin yitiriyor. Son olarak, Zelaya’nın görevden alınmasına hukuki zemin oluşturan yolsuzluk suçlamaları ile açılan davalar düşürülmüş, Zelaya’nın ülkeye dönmesinin yolu hukuken açılmıştı.
Becerra olayı, Chávez’in iktidara gelişinden bu yana soldan gördüğü en büyük tepkiye neden oldu. Chávez iktidarı, başından beri ABD’nin emperyalist basıncına maruz kalıyor. Venezuela’da devrimci eğilimler taşıyan bir iktidarın ortaya çıkışı, Küba’nın yalnızlığına son vermiş ve kıtada sol rüzgarların esmesini beraberinde getirmişti. Bu rüzgarlar, sorgulanması gereken pek çok özelliği bulunmakla birlikte, bazıları yüzünü sosyalizme çevirmiş olan solcu yönetimlerin işbaşına gelmesini sağlamıştı. Buna karşılık ABD’nin kıtadaki işbirlikçileri ve bunların başında gelen Kolombiya’nın emperyalizm yanlısı tutumunda da bir konsolidasyon yaşandı. Kolombiya bu kimliğiyle Venezuela’ya karşı emperyalist basıncın ajanı olarak sürekli gerilimi körükledi. Özellikle de FARC ve diğer Kolombiyalı devrimci örgütlerin Venezeula tarafından desteklendiği iddiasını bu basıncın malzemesi olarak kullandı.
Chávez iktidarı bu basınca başarıyla karşılık verdi. Ancak zaman zaman oyunu Kolombiya’nın kurallarıyla oynamayı tercih ederek, gerilimin tırmanmasını engelleyemedi. Özellikle 2010 Temmuzu’nda iki ülkenin savaşın eşiğine gelmesini engelleyecek adımları atamadı. Latin Amerika’nın bu iki önemli ülkesinin, tam da Latin Amerika’da emperyalizmin çıkarlarına aykırı bir sol yükseliş dönemi yaşanıyorken, Bizim Amerika ruhu canlanıyorken savaşması, bu dönemin savaşlarla yara almasını tetikleyebilirdi. Küba yönetimi de bu nedenle, Chávez’in gerilimi tırmandırma politikasına itiraz etmişti.
Attığı adımlarda zaman zaman dengesizlik sergileyen Chávez bu kez çubuğu yanlış tarafa doğru biraz fazlaca bükmüş oldu. Ortaya çıkan devrimci tepkinin bu nedenle oldukça haklı bir zemini var. Chávez’in, ülkede gerçek anlamda bir sosyalist iktidarı yaratmakta gecikmesi, mevcut iktidarın, iktidar partisinin sınıfsal anlamda çok parçalı yapısı ve güçlü bir sosyal demokrat damar barındırması, politikalarında bu tür yön sapmalarını kaçınılmaz kılıyor. 2010 yılının Eylül ayında yapılan genel seçimlerde Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi’nin oy kaybına uğraması ve sağcı muhalefetle arasındaki oy farkının iyice azalması, Chávez iktidarının cesur davranmasını engelliyor. İktidar cesaret göstermedikçe de altındaki zaten kaygan olan zemin daha da kayganlaşıyor. Ülkede sınıfsal anlamda fiilen var olan ikili iktidar durumu, solun değil sağın işine yarıyor.
Bu gelişmeler, Chávez’in sosyalizme yönelmede daha hızlı davranması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Murat Akad