Arjantin’in yakın tarihi ve Peronizmin mirası*

Latin Amerika’da yeni bir sayfa açılırken, yaşanan değişim sürecini her kesimden aktör kendi cephesinden analiz etmeye çalışıyor. Bizim cephemizde ise yaptığımız analizlere tarihsel boyut eklemek ve özellikle 20. yüzyılda Latin Amerika’da popülist ve bağımsızlıkçı arayışları hatırlayarak bugünkü değişime bu tarihsel prizmadan bakmak bir zorunluluk. Bir başlangıç olarak bu yazıda hayaleti hala…

2003’te neo-liberal dönemin yıkıntıları arasından ‘ulusal kapitalizm’ sloganıyla yeni bir Arjantin yaratmak için yola koyulan Kirchner iktidarları altmış yılı aşkın süredir ülke siyasetine damga vuran Peronist hareketin merkez solunda yer alıyorlar. Kirchner çifti pek çokları tarafından Peronizmin özüne en fazla sadık kalan devlet başkanları olarak görülüyor. Neo-liberalizmle geçen yıllarda dışa aşırı bağımlılaşan ve iflas noktasına gelen Arjantin ekonomisi bugün hem dış borçlar konusunda daha pazarlıkçı hem de sınaî üretimde daha korumacı politikalarla toparlanmaya çalışılıyor. Bu politikalar biraz da bu nedenle emperyalist ülkelerin dahi kendi yaralarını sarmakla geçirdiği İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda Arjantinlilerin efsanevi lideri Juan Peron’un giriştiği kalkınma politikalarını çağrıştırıyor. Aslında kıtada yaşanan değişim sürecinin aktörlerinin halkçı politikalarında da Peronist esintiler bulmak mümkün. Öte yandan Peron’un ‘Justicialismo’ ideolojisinin hayat bulduğu dönem ile bugün arasında uluslar arası koşullar bakımından büyük fark gözden kaçmamalı. Bu yazıda teşbihte hata olup olmadığını anlamak için geçmişe uzanarak ‘Peronizm neydi’ sorusuna cevap arayacağız Arjantin’deki Kirchner iktidarlarını ve yeni gelişmeleri değerlendirmeyi bir başka yazıya bırakarak.

Bağımsızlık sonrası Arjantin
19. yüzyıl ortalarında bağımsızlığını elde eden Arjantin’de görece erken bir dönemden itibaren aşırı sağdan, komünistlere ve anarşistlere kadar geniş bir yelpazede siyasi hareketlerin boy attığı bir siyasal yapı var oldu. Uzun süre büyük toprak sahiplerinin ve ticaret burjuvazisinin çıkarlarının merkezde durduğu siyasi statükoyu bozmayı ilk kez 1916’da orta sınıfların temsilcisi Radikal Parti iktidara gelerek başardı. (1) Radikaller 1930 yılında bir askeri darbe ile alaşağı edildiklerinde Arjantin’i zorlu bir on beş yıl bekliyordu. Bir yandan 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ekonomik büyüme ve refah artışı büyük bunalımın başlamasıyla nihayete ermişti. Diğer yandan darbe sonrası ‘demokrasiye geçiş’ denemeleri egemen çıkarların, halk düşmanlığının ve toplumsal taleplerin çarpışma alanı olan Arjantin siyasetini daha da kırılgan hale getirmişti.

1930 sonrasında toprak sahiplerinin egemen olduğu Concordancia bloğu tarafından yönetilen Arjantin’de (2) dünyada cereyan eden gelişmeler yakından takip ediliyor ortaya çıkan yeni arayışlar ve modeller hararetle tartışılıyordu. Son elli yılda tahıl ve et üretimi ve bunların ihracatı ile zenginleşen Arjantin özellikle savaş yıllarında zenginliğine zenginlik katsa da çok sınırlı sanayileşebilmiş, en kritik sektörlerinde dahi İngiliz sermayesine bağımlı hale gelmişti. Bir türlü belini doğrultamayan siyasal yapıyı istikrara kavuşturmak ve ülkeyi iktisadi anlamda ayakları üzerinde durur hale getirmek o günkü Arjantin siyasetinin iki önemli gündemiydi. Avrupa’ya çeşitli görevlerle gönderilen genç ordu mensupları özellikle İtalya’daki devlet örgütlenmesine ve seferberlik havasına hayran kalıyor, kendi ülkelerinde de ordunun öncülük ettiği, tüm halkın seferber edildiği bir kalkınma hamlesi düşlüyorlardı. Arjantin savaş sırasında açıktan mihver ülkelerini desteklemedi. Ancak özellikle orduda faşizm ve Nazizm sempatisi mevcuttu. Bu sempatinin bir kaynağı Anglo-Sakson dünyaya karşı duyulan nefretse, diğer kaynak bu ülkelerde hayata geçirilenin tam da kendi ülkelerinin ihtiyaç duyduğu şey olduğunu düşünmeleriydi. Tabi, çok güçlü bir anti-komünist damarın varlığını da unutmayalım.

Peron sahneye çıkıyor
1943’te başkan Ramon Castillo yönetimini deviren askeri darbenin amiral gemisi gizli Birleşik Subaylar Grubu (GOU) lideri Juan Peron cunta yönetiminde sivrilmeye başladı. Az önce bahsettiğimiz genç ordu görevlilerinden biri olan Peron özellikle harp akademisinde verdiği seminerler ve savaş tarihi üzerine kitapları ile parlak bir kariyer yakalamıştı. Hem Avrupa’daki gözlemlerinin hem de entelektüel çalışmalarının sonuçlarının izlerini Peron’un politikalarında görmek mümkündür. Dünya ülkelerinin nasıl uçlara savrulabildiğini görmüş, komünizmden nefret etmiş ve işçi sınıfının gücünü fark etmişti. İtalya’da geçirdiği günlerde farklı toplumsal sınıfların devlet tarafından faşist ideoloji etrafında birleştirilmesi ve tüm toplumun bir ordu örgütlenmesi disiplini içinde seferber edilmesi de Peron üzerinde belirli bir etki bırakmış olmalı. Öte yandan yabancı düşmanlığı hiçbir zaman Peronizmin bir unsuru olmadı. Peronist milliyetçiliği emperyalist saldırganlıktan çok ekonomik bağımsızlık ve ülkenin savunulması sorunu belirliyordu.

1943’teki darbe sonucu oluşan yönetimde hızla inisiyatif almayı başardı. İki yıl boyunca yürüttüğü savaş ve çalışma bakanlıkları ve devlet başkan yardımcılığı görevleri sırasında ordudaki atamalarla kendine yakın bir ekip oluşturdu, iş yasasında ilerici düzenlemelere imza attı, grevlerde işçilerden yana tavır alarak sendikacılarla yakın ilişkiler kurdu onları çeşitli devlet görevlerine getirerek, onore etti. Peron’un anti-kapitalist söylemleri ve ‘işçici’ tutumunun yanı sıra merkez bankasının devletleştirilmesi gibi kararlarla ekonomide devletin rolünü arttıracağı sinyalleri vermesi egemen sınıfının önemli bir kesiminin kendisine yüz çevirmesiyle sonuçlandı. Ülkenin sömürge geçmişi, sarsak siyasi sistemi, dağınık da olsa giderek güçlenen sol hareket ve grev ve eylemlerde mücadeleciliğini kanıtlamaya başlamış olan genç işçi sınıfı düşünüldüğünde komünizme savrulmadan emperyalizme bağımlılıktan kurtulmanın tek koşulu bir üçüncü yol tutturmaktı. Ancak bu yola egemen sınıfı ikna etmek kolay olmayacaktı.

Peron’un üçüncü yolu
Oysa Peron komünizmi önlemenin tek koşulunun işçi sınıfının ücret ve çalışma koşullarını iyileştirmek olduğunu düşünüyordu. Planı işçi sendikalarını tek bir konfederal yapı altında birleştirerek devletin kontrolünde patronlarla pazarlık yapacakları bir zemin yaratmak ve böylece kontrolsüz grev ve işçi eylemlerini önlemekti. Ayrıca işçi sınıfının alım gücünün artmasının iç piyasayı da hareketlendireceğini düşünüyordu.

Peron’un ekonomik modelinde devlet ekonomiyi beş yıllık planlarla düzenleyecek, başta savunma sanayi olmak üzere tüm kritik sektörlerde yatırım yapacak, dış ticaret, doğal enerji kaynakları, kamu hizmetleri ve gerekli gördüğü diğer sektörlerde tekel oluşturacak, kalkınma planına yardımcı olmayan, kendi çıkarlarını toplumsal çıkarların önüne koyan patronların mülküne el koyabilecekti. (3) Sermayedarların haksız kazanç sağlayacak şekilde bir sektörde rekabeti önlemesi ve kartelleşmesi de yasaktı. Ekonomide öncelikler belirlenirken bankacılık sistemi de buna göre yeniden düzenlenerek özel bankalar merkez bankasına özel bir bağla bağlandı. Artık kredilerini beş yıllık planı destekleyecek biçimde kullanacaklardı.

Peron kısa sürede Peronist büyük bir işçi konfederasyonu oluşturmayı (CGT-Genel İşçiler Konfederasyonu) ve dışarıda kalan komünistleri ve çeşitli sol örgütlerin etkin olduğu sendikaları marjinalize etmeyi başardı. Bu gelişme çok kısa bir süre için işçi sınıfının ücretlerinde ve çalışma yaşantılarında belirgin bir iyileşme ortaya çıkması ile sonuçlandı. Grev yasaklanmıştı. Ancak iş yerindeki patron ve işçi arasındaki tüm çatışmalarda işçiyi destekleyen yasalar ve emek polisi vardı. İşçilerin sendikada örgütlenmelerine ve fabrikada rahatça sendikal faaliyet yürütmelerine patron yardım etmek zorundaydı. Patronlar iş barışı kalmadığından, işçilerin işten kaytardığından ve verimin ciddi biçimde düştüğünden yakınıyorlardı.

Patronların bir başka rahatsızlığı da devletin kontrolü altına girmek konusunda gösterdikleri isteksizlikten kaynaklanmıştı. Peron’un planına göre patron örgütleri de bir çatı örgüt altında toplanacak ve işçi konfederasyonu gibi bu örgüt de devletle uyum içinde çalışacaktı. Ekonomik kararlar devletin gözetiminde emek ve sermaye cephesinin eşit temsil edileceği korporasyonlarda alınacaktı. Fakat Peron’a sanayicilerin desteği sınırlı kaldı. Büyük toprak sahipleri de Peron hiçbir zaman gerçek bir toprak reformuna girişmese de fiyat kontrolleri ve topraktaki kiracıyı aşırı derecede kollayan yeni sözleşme hukuku nedeniyle rejimden soğudular. İktidar iç kesimlerde devletin desteklerine ve kredisine muhtaç küçük işletmecilerin desteğini almayı başardı ve patron örgütünü onları merkeze yerleştirerek oluşturdu. Bir süre sonra kurulan yeni örgüte tüm işadamı ve sanayicilerin üyeliğini zorunlu hale getirdi. Yine de istediği sonucu elde edemedi.

Sonuç olarak, Peron’un kafasındaki emek ve sermaye cephelerinin devletin organik uzantıları haline geldiği ve böylece bir sınıfsal uzlaşmanın sağlandığı model gerçekleştirilememiş oldu.

Peronist ideoloji ya da Justicialismo
Peron’un üçüncü yolunun ideolojik zeminini Justicialismo oluşturuyordu. Bu kelime Türkçeye ‘sosyal adaletçilik’ olarak çevrilebilir. Oldukça eklektik bir yapıya sahip olan bu ideoloji sosyalizmin belli bir sınıfın çıkarlarını merkeze alan kolektivizmini de kapitalist bireyciliği de reddediyordu.(4) Bunun yerine sınıf çıkarlarının ulusun ortak iyiliği için devlet kontrolünde törpülendiği ve devletin toplumu belli ortak hedefler için seferber ettiği bir rejim öneriliyordu.

Yalnızca işçiler ve patronlar için değil, aydınlar, sanatçılar, beyaz yakalılar, üniversite öğrencileri gibi farklı toplumsal kesimleri için de devlet ideolojisi çerçevesinde ve belirli toplumsal hedefler etrafında çalışan örgütler ya da komiteler oluşturuldu.

Peron’un ‘örgütlü toplumu’nun bel kemiği bağımsızlık ve sosyal adalet olacaktı. Her Arjantin yurttaşının insanca yaşama ve çalışma hakkı olduğunu vurguluyor, bu konuda 1949 anayasasıyla önemli güvenceler sağlıyordu. Adaletin olmadığı yerde disiplin ve verimliliğin olamayacağına orduda geçirdiği yıllarda inanmıştı. İşçi sınıfının da rejime bağlanmasının tek yolunun adalet duygusunun toplumun temel harcı olmasından geçtiğini düşünüyordu. İşçi sınıfının Peron’a verdiği büyük desteğin arkasında bu yatıyordu. Onlara haklarını hatırlatarak patronları karşısında başlarını dik tutabilecekleri koşulları yaratmıştı. Bu bakımdan Arjantin işçi sınıfının kimliğinin oluşumunda Peronist politikaların ve bu dönemin ruhunun etkisiz olduğu iddia edilemez.

Bu ideolojiyi taçlandıran ve Juan Peron ile eşi Eva Peron’un kişiliklerinde cisimleşen lider kültünden de bahsetmek gerekir. Bir first ladyninkini çok aşan bir popülariteye sahip olan Eva Peron hiçbir resmi devlet görevine sahip olmasa da ülke politikaları üzerinde büyük rol oynadı. Kurduğu yardım kuruluşu kanalıyla devletin kaynaklarının bir kısmının ve büyük yardım kampanyaları ile toplanan bağışların doğrudan yoksul halka aktarılmasını sağladı.(5) Eva Peron etrafında dönen çılgınlık öyle bir noktaya varmıştı ki, okul kitaplarına başına bir hare yerleştirilmiş halde resimleri konuluyor, meclis tarafından ‘ulusun ruhani lideri’ ilan ediliyordu. Peron’un iktidarının sonlarına yakın daha önce ittifak içinde olduğu kilise ile arasının açılmasında etkili olan faktörlerden biri de kilisenin dininin yeni bir ‘laik’ dinle ikame edildiğine inanılmasıydı.

Peronlu yıllarda ekonomi
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde belirsizliklere açılan bir konjonktürde Peron’un iktisadi bağımsızlık aranışları ABD’nin de dikkatinden kaçmayacaktı. 1945 yılında Buenos Aires’te göreve başlayan ABD büyükelçisi Spruille Braden Peron’u Nazi bağlantılarına sahip olmakla itham ederek ülke çapında Peron karşıtı bir kampanya başlattı. Bu kampanya 1946 seçimlerinde ‘Peron veya Braden’ sloganıyla Peron’un en büyük kozu olacaktı. ABD o dönemde azgelişmiş ülkelere tarımsal üretimde verimliliği arttırarak ekonomik istikrarı yakalamayı salık veriyor, bağımsız sanayileşme çabalarını otarşi ve milliyetçilik olarak itham ediyordu. Peron savaş yıllarında Arjantin’in özellikle İngiltere’ye ihracatından elde ettiği geliri Amerikan yatırım malları satın alarak yeni bir sanayi inşa etmek için kullanmayı planlasa da ABD azgelişmiş ülkelere biçtiği iktisadi misyona uymayan ve müttefiki İngiltere’nin çıkarlarına zarar verecek böyle bir plana destek vermeye yanaşmadı. ABD ve İngiltere Arjantin’in sanayileşme çabalarına karşı zımni bir direnç oluşturdular. (6)

Tarım ürünlerinin ihracatına ve fiyatlara devlet kontrolü getirilirken tarımda verimliliği arttıracak önlemlerin alınamaması ile birlikte reel ücretleri yükselen Arjantin halkının tüketim kapasitesinin artması tarımsal ürünün ülkeden çıkmadan tüketilmeye başlanması sonucunu doğurdu. Bu da ihracat gelirlerinde önemli bir düşüş anlamına geldi. Dış ticaret hadlerinde bozulma sanayiye hammadde ithalini iyice güçleştirdi.

Savaş yılları boyunca özellikle İngiltere sayesinde elde edilen ihracat gelirinin yüksek askeri harcamalar, yükselen reel ücretler, artan talep uyarınca tüketim malları üretimine yönelinmesi, yatırım malları ithalatında yaşanan sıkıntılar vb. sebeplerle değerlendirilememesi ağır sanayi yaratma hedefinin çok gerisinde kalınması ile sonuçlandı. Peron iktidarının sonuna doğru hep kaçındığı politikaya yaklaşmak zorunda kaldı ve yabancı yatırımı teşvik etmeye başladı.

Böylece Amerikan, İtalyan ve Alman sermayesi hızla ülkeye girmeye başladı. Bu eğilim Peron sonrası dönemde güçlenerek devam etti. Emek-yoğun, dinamik sektörlerde özellikle ABD tekelleri ve ağır dış borç 1970lerde emperyalist kuşatma altındaki Arjantin ekonomisinin olağan görünümü haline gelecekti.

Bir dönem kapanırken
Peron’un iktidardaki son yıllarına iktisadi durgunluk ve yükselen muhalefet damga vurdu. Bu durum karşısında Peronist rejimin otoriter eğilimleri güç kazandı. Burjuvazi Peron’un halkçı siyasetinden rahatsızdı. Orta sınıflar kamusal özgürlükler alanının giderek daralmasından muzdaripti. Ordu ve kilise daha fazla Peron’un güdümüne girmek istemiyordu. (7)

Böylece Peron’a karşı düzenlenen 1955 darbesi geniş bir ittifakın desteği ile gerçekleşti. Juan Peron’a sürgün yolu görünse de emekçi kesimlerden Peronizme destek artarak devam edecekti. Peron’un ülkeye döndüğü ve ölümüne kadar kısa bir süreliğine tekrar devlet başkanı olduğu 1973 yılına kadar birbiri ardına gelen askeri ve sivil iktidarlar demokrasi, istikrarlı büyüyen ekonomi ve sosyal adalet vaatlerinin yanına yaklaşamadılar. Ülke ABD’ye giderek daha bağımlı hale gelirken, ekonomideki sorunların yükü işçi sınıfının üzerine bindirildi. Peron sonrası dönemde devletin giderek daha da baskıcı hale gelmesi ile sukut-u hayale uğrayan öğrenciler ve aydınlar, ekonomik koşulların kötüye gitmesiyle proleterleşen orta sınıflar, Peron dönemindeki teşvik ve kredilerden mahrum kalan küçük yerel sanayiciler de Peronist hareketin parçası haline gelmeye başladılar. (8)

Böylece Peronist hareket işçi sınıfının saflarında yeniden üretilen bir geçmiş nostaljisiyle, mevcut durumdan rahatsız tüm muhalif unsurları kendine çekebilecek kadar esnek bir ideolojiye sahip olduğu için ve de Peron’un kontrolünde başarılı bir yer altı çalışması kotarılması sayesinde ülke siyasetine damgasını vurmaya devam etti. Peronist hareket Peron sonrası iktidarlar tarafından çeşitli yöntemlerle kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Önce tamamen yasaklama daha sonra kısmi özgürleştirme yoluna gidildi. Ancak ne yapıldıysa yeniden yükselişine engel olunamadı. Bir yandan da hareket yamalı bohçaya dönmüş, kendi içinde sağ ve sol unsurlarını yaratmış, bu unsurlar kendi içlerinde giderek dozu artan bir çatışma içine girmeye başlamışlardı.

Peron’un ölümünü takip eden yıllar ekonomideki baş aşağı düşüşün devamına, siyasi istikrarsızlığa ve ülkenin sol ve komünist güçlerine karşı artan şiddete sahne oldu. Kanlı cunta yılları ve takip eden neo-liberal açılım döneminde Arjantin’de Peronizm etkisini sürdürmeye devam etti. Bu yıllarda Peronizm ve bugüne devrettiği miras ise bir başka yazının konusu.

Gözde Kök

* Peron’un iktidara geldiği dönemde Buenos Aires’te yaşayan ve anılarını benimle paylaşan Ferengiz Somel’e teşekkür ederim.

(1) Horowitz, J, Argentine unions, the state & the rise of Peron, 1930-1945, Berkeley: Institute of International Stu, 1990, s. 16
(2) http://www.nationsencyclopedia.com/Americas/Argentina-POLITICAL-PARTIES....
(3) Peron hiçbir zaman ciddi kamulaştırmalara gitmedi. Sınırlı sayıda birkaç örnekse patronların gözünü korkutmaya yetmişti. Bu örnekler için bkz: Lewis P., The Crisis of Argentine Capitalism, Chapel Hill: The University of North Caroline Press, 1990, s. 167
(4) age s. 162
(5) Bir Noel yortusunda ülkenin tüm yoksul çocuklarına bisiklet dağıtmak gibi ‘çılgınlık’lara da imza attığı için muarızları tarafından ülke kaynaklarını çarçur etmekle suçlandı.
(6) http://www.columbia.edu/~lnp3/mydocs/state_and_revolution/argentina3.htm
(7) Ciria A, "Peronism Yesterday and Today", Latin American Perspectives, Vol.1, No.3 (Autumn 1973) pp.21-41
(8) Peron’un devrildiği dönemde bütün ülke için olduğu gibi Tango için de karanlık bir dönem başlamıştı. Egemen sınıfın desteklediği askeri cunta halk tabakasının eğlencesi olarak gördüğü Tangoyu ve Peronizm tarafından kullanıldığını düşündüğü Tango sanatçılarını kara listeye aldı. Kulüpler kapatıldı, şarkı sözleri değiştirildi veya yasaklandı. http://www.history-of-tango.com/dark-age.html