2013: 111. Yıldönümlerinde üç büyük komünist şair: Nazım Hikmet, Nicolás Guillén ve Rafael Alberti

Bugün Yunanistan sınırları dahilindeki, ama o zamanlar Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisindeki Selanik şehrinde 15 Ocak 1902 günü, dünyaya geldi büyük Türk ozanı, Nazım Hikmet. Aynı yılın 10 Temmuz’unda da, ulusal şairimiz Nicolas Guillen, Camagüey’de ve 16 Aralık günü İspanya, Cadiz’de Rafael Alberti dünyaya geldi. Üçü de birer komünist militan ve antiemperyalist mücadelenin öncüsüydü,…

Bugün Yunanistan sınırları dahilindeki, ama o zamanlar Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisindeki Selanik şehrinde 15 Ocak 1902 günü, dünyaya geldi büyük Türk ozanı, Nazım Hikmet. Aynı yılın 10 Temmuz’unda da, ulusal şairimiz Nicolas Guillen, Camagüey’de ve 16 Aralık günü İspanya, Cadiz’de Rafael Alberti dünyaya geldi. Üçü de birer komünist militan ve antiemperyalist mücadelenin öncüsüydü, uzun yıllar cezaevine mahkum edildiler ve Türk şairin bir şiirindeki “Sürgün zor zanaat” dizesindeki kaderi paylaştılar.

Guillen ve Alberti, Nazım’la Moskova’da tanıştılar ve çok sıkı dost oldular. Kübalı şair kendisinden “benim Türk kardeşim” diye bahsederdi. 1987’de Küba Edebiyatı Yayınevi tarafından yayınlanan “Prosa de prisa” (Telaşlı düzyazı) adlı eserinde, kendisinden şöyle bahsetmektedir:

“Bir İngiliz gibi, uzun boylu, iyi giyimli, sarı saçlı, mavi gözlü ve beyaz tenli bir adamdı. Türk’ten ziyade, Jorge Amado’ya benziyordu –ve dostlar biraraya geldiğimizde şaka olsun diye böyle derdik kendisine- Türkiye’nin bu büyük ozanı –bir Paşa torunu- vatanını bir daha göremeden ölür gider.

“Tek bir kelime dahi anlamasak da, şiirlerini dinlemek adeta bizi bizden alır ve çok büyük bir haz verirdi. Ritmini ülkesindeki halk türkülerinden alan oldukça müzikal şarkılar gibiydi.

“Zavallı şair! Büyük Çek şair Nesval (sic) gibi, Ruben’imizin (Dario) “masum kalp kasının” ihanetine uğradı. Yaşamı, insanlığın ve lirizmin tertemiz bir örneğiydi, yazınındaki içerik ve tarzı, eylem ve tutkunun kararlı askerleri olarak görüyordu. Gerici Türk, onu on beş yıl hapse mahkum etti ve orada da bir daha hiç iyileşmemek üzere hastalandı. Bu sebepten öldü ve tüm ailesini, halkını sevmenin ve onlara şiir okuyamamanın acısını asla dindiremeden”.

Guillen yaşamının sonlarına yaklaşırken kaleme aldığı anılarında “Çevrilmiş Sayfalar” (Paginas Vueltas) adlı eserinde, “Türk kardeşinden” sevgi dolu bahsetmiştir:

“Sovyetler Birliğine ilk gittiğimde, tanıştığım onca insan arasında, bir tek, bugün aramızdan ayrılan, Nazım Hikmet, çok hoş bir etki bırakmıştır. Uzun boylu, sarışın, keskin yüz hatlı, mavi gözlü, çok sevecen bir adamdı. Kendinden çok emin bir şekilde kendini Rusça ve Fransızca ifade ediyordu, şen şakrak ve keyifli bir tonla sohbet ediyordu. Herkes onu Nazım, diyerek çağırıyordu ve herkesin de sevgilisi ve hayranı olduğu kişiydi. Ülkesini, daha doğrusu halkını temsil ettiği, II. Afrika ve Asyalı yazarlar Kongresinde, Kahire’de bir kez daha karşılaştık. Bir gece, Nasser’in heyetlere İmparatorluk Sarayında muhteşem bir ziyafet verdiği gecede, çok hoş ve genç bir kadın, eşiyle beraber gelen Nazım’la karşılaştım. Hanımına yönelerek ve bu durumla dalga geçmek üzere, munzurca “Gördüğüm kadarıyla babanızın sağlığı fevkalade”, dedim. Hanımı içten bir kahkaha attı, o da güldü tabii ki, ama birşey diyemeden de duramadı: “Bu adam bir eşkiya, Antiller’in zenci korsanı”.

Sık sık, özellikle de Moskova’ya ne zaman gitsem görüşüyorduk. Onunla yaşadığımız hikayeler şimdi aklıma geliyor. Bir akşamüstü evine, daha doğrusu bekar evine, gittim, çünkü o zamanlar daha evlenmemişti ve telaşlı bir vaziyette bavul hazırlıyordu, şüphesiz bir seyahate çıkmaya hazırlanıyordu. Aniden bana “Baksana, sana şunu ayırdım”, dedi ve bir parça yeşil kağıt gösterdi. “Bu, benim hiç işime yaramıyor, eminim senin işine yarayacaktır”, diye sözlerine ekledi. Elindeki 100 dolarlık banknottu. “Bu kağıt parçasının”, rubleye dönüştürebileceğini bildiği kesindi, ama sanırım, ben yabancı bir ülkede parasız kalmayayım diye, böyle bir şey yapmıştı.

Zavallı Nazım! Altmışlı yıllarda Küba’ya gelmişti ve kendisine UNEAC’ta çok kalabalık ve içten bir karşılama töreni yapılmıştı. Buna karşın, iklimimize dayanamadığını, kendisinde ciddi kalp sorunlarını tetiklediğini söylemişti.

Mayıs 1961’de Devrimci Hükümetin davetlisi olarak geldiği Küba’daki iki haftalık kalış süresince, büyük komünist Türk şair, o zamanlar Ulusal Yazarlar ve Sanatçılar Birliğinin İlk Kongresi hazırlığındaki Kübalı şair ve aydınlarla birçok kez biraraya gelmiştir. “Hoy y Revolucion” Gazetesi (Bugün ve Devrim), Bohemia (Bohem) Dergisi ve 25 Mayıs günü, CMQ TV tarafından yayınlanan, sevgili şairimiz Pablo Armando Fernandez’in de aralarında bulunduğu birçok katılımcının olduğu ve Luis Gómez Wangüemert’in moderatörlüğünü üstelendiği “Ante la Prensa” (Basın Karşısında) programında olduğu gibi kendisiyle yapılan röportajlar yerel basında bolca yer bulmuştur.

Yankee’lerin Domuzlar Körfezi çıkarmasının bozguna uğratıldığı Küba’da, devrimci ve halk hareketlenmeleriyle dolu çok hararetli anlar yaşanıyordu. Nazım “Havana Röportajı” isimli uzun şiirinde izlenimlerini ifade etmiştir.

Görüşmelerinde, aydınlarımızın merakını uyanadıran birçok teorik konu hakkında soru sorulmuştur. Kısa bir süre sonra Havana’da gerçekleştirilecek Ulusal Yazarlar ve Sanatçılar Birliğinin İlk Kongresinden bahsetmiştir ve “bu kongrenin başlıca hedeflerinden birisi, aydınları halkla temasa geçirme şeklini örgütleme ve fikrini biçimlendirme olmalıdır” demiştir. Ayrıca, “Toplumsal devrimin yapılmadığı bir bağımsızlık savaşı, kurmaca bir savaştır”, diyerek sözlerine devam etmiş ve son olarak da “Küba devrimi, bağımsızlıkları için mücadele eden halkların bir aynasıdır” demiştir.

Verdiği röportajlardan birinde kendisine Küba şiiri hakkında bildikleri de sorulmuştur ve o da şöyle cevaplandırmıştır: “Küba şiirinden, dünya çapındaki, Küba halkının devrimci kültürünü yeryüzünde temsil etmiş ve etmekte olan, sadece bir okuyucusu olmaktan değil aynı zamanda da dostu olmaktan gurur duyduğum, öğreti gücü yüksek bir şairi, Nicolás Guillén’i tanıyorum”.

Rafael Alberti’nin de, SSCB’de olduğu zamanlarda kendisiyle biraraya geldiğini, kızı Aitana’nın anlattıklarından öğreniyoruz. Buna karşın, eserlerinde bu büyük Türk şairden bahsettiği gibi bir durumla karşılaşmıyoruz (her ne kadar elbet bir yerlerde olsa bile).

Üçü de 1902’de dünyaya geldiler, -son nefeslerine kadar- sadece kendi halklarının değil tüm dünya halklarının devrimci davalarını savunan birer şair ve aydın timsali oldular. Ölümlerinden sonra bile, 111. Doğum yıldönümlerinde, bıraktıkları miras, hala adalet ve onuru savunmak üzere birer silah olmaya devam etmektedir ve böyle olmaya da daima devam edecektir, çünkü Nazım Küba’da şöyle demiştir: “Eğer edebiyat halk için yapılıyorsa, çok iyi ve üstün bir şekilde yapılmalıdır... (bu yüzden) iyi, doğru şiir bizim yanımızda, halkın yanındadır”.

Ernesto Gómez Abascal, Küba'nın eski Türkiye Büyükelçisi
Havana, 9 Ocak 2013