'Sadece insanlara özgü olan duygulardan bahsedemeyiz'

Uzun yıllardır bonobolar üzerine çalışan Frans de Waal, gözlenebilir olan ve bedensel yönü tespit edilebilen duygulanımların insanlara özgü olmadığını düşünüyor. Bilinç ve bilinçle şekillenen hislerin araştırılmasının ise daha zor olduğunu ifade ediyor.

soL - Bilim ve Aydınlanma (Çeviri: Duha Alioğlu)

Bir primatolog olan Frans de Waal’a göre, biz insanlar hayvanların da bizler gibi duygulara sahip olduklarını kabul etmek istemiyoruz. Özellikle bu düşünceyi büyük insansı maymunlara karşı benimsemiş bulunmaktayız. Buna rağmen bilim, maymun davranışlarını insan davranışlarından çok daha iyi inceler hale geldi.

Primatolog Frans de Waal çok uzun zamandır primatlarla ilgili çalışmaktadır. Primatların işbirliği kapasitesi, suçluluk, utanma ve incelikli farklı duyguları gösterme yetenekleri üzerine yoğunlaşmış çalışmaları ve bu çalışmalarla ilgili çok sayıda kitabı bulunmaktadır. Bu çalışmalarının sonucu olarak, insanların hayvanlar alemindeki yeri düşünüldüğü zaman, istisnai olmadıklarını vurgulamaktadır.

Frans de Waal’in son kitabı Mama’s Last Hug: Animal and Human Emotions hayvanların derin ve karmaşık duyguları tam olarak nasıl gösterebileceğini anlatan ikna edici kanıtlar sunmaktadır. Bu karmaşık duygular, duygulanımlar (emotions) insanların yakın akrabalarımız primatlarla nasıl bir yakın ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Pek çok araştırmacının, hayvanların zengin duygusal yaşamlara sahip olduğu kavramını reddetme eğilimine rağmen de Waal, davranışsal araştırmaların, hayvanların insanlarla aynı duyguları yaşadıklarını ve “benzersiz insan duyguları” olmadığını gösterdiğini vurgulamaktadır.

Emory Üniversitesi'nden profesör ve ‘Living Links Center at the Yerkes National Primate Research Center’ bölümünün yöneticisi olan Frans de Waal’ın Hope Reese ile yaptığı röportajın çevirisini sizlerle paylaşmaktayız:

Hope Reese: Hayvan ve insan duyguları üzerine yaptığınız araştırmalarda “Benzersiz insan duygularını tespit etmek için çok zorlanıyorsunuz” diyorsunuz. Duyguları gerçekten tüm diğer türlerle paylaşıyor muyuz?

Frans de Waal: Psikolojide altı temel duygu teorisi popülerdir. Bu temel teoriler, yüz ifadesi çalışmalarına dayanıyor. Öfke, korku gibi altı farklı duygu olduğu ve bunları tüm diğer türlerle paylaştığımız öne sürülmektedir. Ardından, bu altı paylaşılan duygunun dışındaki tüm duyguların, benzersiz bir şekilde insana özgü olması gerektiğini söylemektedir. Yani, kıskançlık ya da aşk hakkında konuşursak bu duygular tamamen insana özgü duygular çünkü listede yoklar. Diğer hayvanlarda Oksitosin sistemi (bir bağlanma hormonu) hakkında oldukça fazla kanıt olmasına rağmen. Elbette bağlanma ve bağlamanın diğer türlerde de gerçekleştiğine dair birçok veri var.

Ben üstünde ne kadar düşünsem de sadece insanlara özgü bir duygu ismi bulamıyorum. Mesela dinle ilgili duygular olabilir, maneviyat diyelim. Fakat bu bile hayvanların bu tür duygulara sahip olmadığını düşünmeme yetmiyor. Kim demiş ki hayvanlar da maneviyat yok. Dinsel duygular insanların yüzlerinden okunmaz. Bu tür duygular görünür değillerdir. Eğer duygular görülebilir değillerse, bu duyguların başka türlerde olmadığını nasıl var sayabiliriz?

Ben suçluluk, utanma gibi duyguları inceliyorum ve bu gibi duygularda bile farklılıklar bulunmakta. Kendi yanlış yapmamızı diğer hayvanlardan daha fazla içselleştiriyoruz ve bu anlamda suçluluk duyuyoruz ama kesinlikle hayvanlar yanlış bir şey yaptıklarında kendi grupları tarafından kabul edilmeyen bir şey yaptığını biliyor. Utanç ve suçluluk duygusunu ifade etme şeklimiz, gözlerimizi indirip ve aşağı bakarak kendimizi daha küçük göstermemiz şeklinde oluyor. Bu diğer türlerde de görebileceğiniz bir davranış.

Çok sayıda yüz kasımız olduğu için, insanların karmaşık duyguları ifade etmede en büyük yeteneğe sahip olduğunu sık sık duyuyorum. Fakat siz bu yaygın yanılgının aksini söylüyorsunuz.

En çok yüz kasının insanlarda bulunduğunun kabul edildiği bir zaman vardı. Daha fazla duyguya sahip olmamız gerektiğinin vurgusu tekrar tekrar yapıldı çünkü daha esnek bir yüzümüz var. Beş yıl önce şempanze yüzleri üzerine bir çalışma yapıldı. İki postmortem (ölüm sonrası) şempanze yüzü kullanılarak yapılan bu çalışma gösterdi ki şempanze yüzünde insan yüzüyle aynı sayıda kas bulunmakta.

İnsansı maymunları (apes) tanıyan herkes, çok fazla ifadeye sahip olduklarını bilir. Cesur ve dramatik ifadeler, bizim gibi gülüyor ve ağlıyor ama aynı zamanda hemen göze çarpmayan ince ifadeler de var. Daha zengin bir yüz ifade şemamızın olduğu düşüncesinin tamamı doğru değil. Mesela yunus gibi yüz kas sistemi olmayan bir türe bile baksanız, bu yunusun bizden daha az duygu sahibi olduğu anlamına gelmez. Yunuslar duygularını göstermekte daha fazla “ses” ifadesine sahip olabilirler.


[Koruma alanındaki orangutanların duygularını göstermesi]

Uzun yıldır hayvan duygularını inceliyorsunuz ve bu konuda çalışan bilimsel topluluklardan karşılaştığınız direncin bir kısmını yazıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?

Bu çalışmalar, Darwin ve Nadia Kohts gibi araştırmacıların hayvan duyguları hakkında çok açık konuşmasıyla başladı. Bu 19. yüzyılda oldu. O zamanlar bu konuda özgürce konuşulabilmekteydi. Daha sonraları ABD, [B.F.] Skinner ve [John] Watson ve benzerlerinden gelen çok karanlık bir davranışçılık döneminden geçtik. Bunun üzerine bir tabu yerleşti. Komiktir ki bu sadece hayvanlar için değil, insanlar için de yapıldı. Bu bilimciler duyguların alakasız olduğunu ve onlara önem vermememiz gerektiğini düşünüyorlardı. Sadece dışarıdan görünebilir şeylerle ilgilenmeliydik ki bence duygular da fazlasıyla gözlemlenebilir olgulardır. 1970’lere kadar duygular çok da saygıdeğer bir konu değildi. Çocuklar üzerine empati çalışmaları yapan Carolyn Zahn-Waxler ile konuşmamı hatırlıyorum; bana bu konunun kabul edilir bir konu olmadığını, empatinin kadın dergilerinin konusu olduğunu söylemişti.

Benim öğrencilik zamanlarımda, profesörler duygularla ilgili herhangi bir şeye kaşlarını çatarlardı. Duygularla ilgili çalışmak sınır dışıydı. Profesörüm primatlarda yüz ifadeleri üzerine araştırma yaptı ve bu tür bir konuyu duygulara değinmeden tartışamazsınız. Fakat o, bu tür bir terminolojiyi kullandığı için azarlandı. Bu yasaklı durum son 25 yılda değişti. Artık hayvanların bilişsel yetenekleri ve duyguları hakkında konuşabiliyoruz; yine de hayvanların zekâsı ve bilinci ile ilgili konuşmamıza farklı şekillerde izin verilmiyor. Bu değişimin çoğunu davranış çalışmayan sinirbilimcilere borçluyuz. Amigdalada (beynin bir bölgesi), korku gibi şeyleri incelemeye başladılar. Bu çalışmaları sıçan, köpek ve insanlarda yaptılar. Beyinde, farelerden insanlara, benzer şekilde aktive olan bağlanma ve korku ile ilgili bazı duygular olduğunu söyleyen sinirbilimcilerin varlığında hayvanlarda duygu kavramına karşı çıkmak çok zor oluyor.

Duyguların bazen zekâdan nasıl farklı olarak değerlendirildiğini yazıyorsunuz, bedene karşı zihin. İkisini birbirinden ayrılmaz olarak nasıl görüyorsunuz?

Bence duygulara direnişin bir parçası da duyguların bedenle bağlantılı olduğu fikridir. Duygular bedenle zihin arasında bir yerde yüzerler. Güçlü duygular için her zaman bir vücut bileşeni vardır. Birçok felsefe ve psikoloji akla ve bilişe takıntılı durumda, aynı zamanda duygulara üstten bakıyorlar. “Et zayıf ve zihin güçlü.” Batı medeniyetinde zihnin belli bir kibiri var ve vücut ikincildir. Eski filozoflar, Yunanlar, bu şekilde kadınlara küçümseyerek bakıyorlardı. Çünkü kadınlar bedenle daha yakından ilişkiliydiler. Aynı şekilde, hayvanları da küçümsüyorlardı. Çünkü onlar da bedenle yakından ilişkiliydiler. Bedene kesinlikle önem vermiyorlardı.

Ancak, duygular bedenin bir parçasıdır ve bedeni birçok farklı şekilde uyarırlar, harekete geçirirler. Duygular bedende, yüzde ve seste gözlemlenebilirler. Bununla yüzleşmek gerek; biz insanlar sadece yüzen beyinler değil, aynı zamanda bizi etkileyen bedenlerin sakinleriyiz. En uçta bulduğum nokta ise; bir bireyin zihnini alıp, tüm bilgilerini izole edip bir makinaya yerleştirince bireyin kendisinin korunmuş olacağını düşünen insanlardır.

Doğru, transhümanistler…

Evet, zihinlerini dondurmak için servet ödeyecek insanlar var. Beyinlerindeki bilgiler bir makineye aktarılırsa bir şekilde canlanacaklarını düşünüyorlar. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yok; ama bir makinenin bedenle aynı olduğunu sanmıyorum. İnsan zihninin bedenden bağımsız olarak, serbest dolaşan bir varlığı olduğuna dair yanılsamaları var ve beden olmasa da korunmaya değer olduğunu düşünüyorlar. Benim düşünceme göre, batıda insanın nasıl eyleme geçtiğine dair bir yanılgı içinde bulunan, bir beyin saplantısı mevcut.

Araştırma bağlamında, “İnsan ilişkileriyle ilgili daha fazla gözleme ihtiyacımız var” yazmıştınız. Neyin eksik olduğunu düşündüğünüzü açıklayabilir misiniz?

Psikologlar tamamen anket yöntemlerine yöneldiler. Çocuklar üzerinde çalışan gelişim psikologları yaptığım işe en yakın olanı. Çocuklar genellikle sözlü ifadelerde iyi değiller, dili kullanmak için çok küçükler. Bu yüzden gelişim psikologları aslında davranışı incelerler, ki ben bunu çok daha bilgilendirici buluyorum. Ancak yetişkin insanları inceleyen çalışmalara baktığımızda, mesela doktora tezi üzerine çalışan öğrencilere, ilk yapılması gereken şey bir anket düzenlemek. Kaç soru sorulacak? Sistem içindeki iç tutarlılık nasıl aranır? Nasıl analiz edilir? Temel olarak tüm yaptıkları yetişkin bir insan deneği bilgisayar ekranının önüne koymak ve bir şeyleri tıklatmak. Son zamanlarda, psikoloji çalışmalarının durumuyla ilgili bir makale yayınlandı. Temel olarak davranış çalışmak yerine, psikolojinin bilgisayar tıklamasıyla ilgili bir çalışma olduğunu söylüyor.

İnsanlar bu soruları yanıtlıyor ama insanlara güvenmiyorum. Bana kendileri hakkında söylediklerine güvenmiyorum. İnsanlara sorabilirsin: Empatik misin? Yüksek bir empati seviyeniz var mı? Ve “evet” demek isteyebilirsiniz, çünkü hepimiz bunun daha iyi bir şey olduğunu biliyoruz. Tüm bu cevapları, gözlemcilerin duymak isteyebileceğini düşündüğünüz veya iyi bir izlenim bırakmak için verebilirsiniz. Bunun yerine etkileşimli çalışmayı açık ara tercih ederim.

Son zamanlarda PLOS ONE'da, bir işyerinde hırsızlıktan sonra ne olduğuna dair güvenlik kamerasının gözlemlerini değerlendiren bir çalışma yayımlandı. Buldukları şey, kadın polislerin mağduru tutma, kucaklama, yanına oturma gibi fiziksel temas kurma eğiliminde oluşuydu. Erkekler bunu yapmadı. Rahatlatıcı vücut teması erkekler tarafından sağlanmadı. Bunu “empatiğim” veya “empatik değilim” tıklayan birinden çok daha ilginç buluyorum. Bu gerçek bir davranış. Makalenin yazarları, kadınların daha empatik olduğunu iddia etti. Ayrıca, erkek polisler çok fazla fiziksel temas kurarlarsa başlarının belaya girebileceğini öğrenmiş olabilirler. Bu yüzden ikincil nedenler olabilir. Yine de bu konuda spekülasyon yapmak tıklamalara göre çok daha ilginç.

Farklı cinsiyetlerin duygu ve davranışları ifade edişi arasındaki farkları incelerken farklılıkların bazen kadınları alt etmek ya da kadınları değersizleştirmek için kullanılabileceğini düşünüyor musunuz?

Kadınların ve erkeklerin çok farklı olduğundan emin değilim. Genellikle kadınların daha duygusal olduğu söylenir. Buna kesinlikle ikna olmadım. Hollandalı bir takım tarafından oynanan bir futbol maçını izleyen bir Hollandalı erkek gördüyseniz, kadınlarda neredeyse hiç göremediğiniz bir duygu düzeyi görürsünüz. Erkekler farklı koşullarda duygularını ifade eder. Grupla ilgili duygular erkeklerde çok güçlü ve bu nedenle tepki, futbol oyunları için güçlü. Kadınların erkeklerden daha duygusal olduğuna dair fizyolojik kanıtlarımız olduğuna emin değilim.

Hiyerarşiyi göz önüne aldığımızda, türler arası zekâ konusunda, nasıl görünüyor? Örneğin, insanlar bonobolarla nasıl karşılaştırılır?

Bir merdiven olduğunu sanmıyorum. Bence her yöne dallanmış bir ağaç var. Kuş filogenetik ağacında, kargagiller ve papağanlar gibi çok akıllı kuşlar bulunmakta. İnsanlar primat dalındalar. Antropoloji ders kitaplarının, insanların atası olan diğer insansı maymunlardan 25 milyon yıl önce ayrıldığını söylediği bir zaman vardı. Ama şimdi DNA çalışmaları sayesinde, bunun 5 ya da 6 milyon yıl olduğunu biliyoruz. İnsansı maymun ailesinin tam ortasındayız ve fiziksel olarak diğerlerinden çok farklı değiliz. Bu yüzden bazı taksonomistler “insan maymunlar” olarak adlandırılmamız gerektiğine, sempanzeler ve bonobolarla aynı cinse koyulmamız gerektiğine inanıyor.

Evet daha büyük bir beynimiz var; ancak farklı bir beyne sahip değiliz. Beynimiz tam bir primat beyni gibi. Yeni parça yok. Dolayısıyla insan beyni temelde muhtemelen daha güçlü olan ama farklı olmayan büyük bir maymun beynidir. Bu yüzden duygular, sosyal hayatımız ve sosyal uğraşlarımız açısından, temel farklılıklar olduğunu düşünmüyorum. Tek farklılık gördüğüm alan dildir.

[Esaret altındaki bir şempanzenin camekandan seyir alanı]

Harvard Üniversitesi’nde bilişsel psikolog olan Steven Pinker, insanların zaman içinde nasıl daha az şiddet yanlısı olduğu hakkında yazıyor. Ancak siz, bunun tam olarak doğru olmadığını ve eski uygarlıkların ille de daha şiddet yanlısı olmadığını ifade ediyorsunuz.

Kanımca türümüzün saldırganlığı bazı insanlar tarafından abartılıyor. Son birkaç yüzyıla bakarsak birbirimize karşı çok iyi olmadık, sık sık savaşıyorduk. Bu yüzden türümüze bakanların düşündüğü, çok saldırgan olduğumuzdur. Ancak daha fazla geriye avcı-toplayıcı atalarımıza bakarsak çok fazla şiddet olmadığını düşünüyorum. Antropologlardan topladığım tüm bilgiler ışığında, çoğu zaman gruplar arasında oldukça geniş ağlar bulunduğunu gördüm. Gruplar arasında evleniyorlardı. Başkalarının seyahat etmesine izin veriyorlardı. Ekonomik anlaşmalar yapıyorlardı. Her zaman savaşta değillerdi. Geçmişimizde az savaşlı ya da hiç savaşsız uzun bir dönem var. Türümüzde savaşın kanıtı, tarım devrimine dayanıyor, daha öncesine değil.

Hayvan duyguları üzerine çalıştığınız zamanlar boyunca, hangi soru size en çözülmez gelmektedir?

En çözülmemiş soru, hayvanların ne hissettiğidir (to feel). Duygular hakkında kolayca konuşabilirim, çünkü onları görebiliyorum. Hisleri hakkında konuşmayı çok daha zor buluyorum. Dolayısıyla bilinç ve hislerin çeşitli yönleri şu anki bilim yapma biçimimizin ötesindedir. Ama bu şekilde kalmak zorunda değil. Kim bilir, yeni bilim yöntemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, bilinç ve hislerle ilgili soruları cevaplamanın yollarını bulabiliriz. Şimdilik, hayvanlardaki duygular hakkında konuşmaya cüret etmemiz bile bir adım ileri.
 


Hope Reese, Louisville, Kentucky merkezli bir gazetecidir: https://twitter.com/hope_reese

Primatolog Frans de Waal'in Türkçeye çevrilmiş dört kitabı bulunmaktadır: "Bonobo ve Ateist: Primatlar Arasında İnsanı Anlamak", "Empati Çağı", "Hayvanların Ne Kadar Zeki Olduğunu Anlayacak Kadar Zeki miyiz?", "İçimizdeki Maymun".