İnsan ömrü sınırlı mı?

Nature dergisinde yayınlanan demografik analiz son yüzyılda insan ömrünün üst sınırlarının manalı bir yükseliş göstermediğini işaret ediyor.

Yiğit Kocagöz - bilimsoL

İnsanlık tarihi boyunca verilen en büyük uğraşlardan biri herhalde ölümsüzlüğün peşinden koşmak olsa gerek. Başarıya ulaşan var mı bilinmez, ancak çağlar boyu bu çabanın her alanda kendini gösterdiğini biliyoruz. Eski çağlarda simyanın ulaşmaya çalıştığı nihai cevaba yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise sistemli bir şekilde biyobilim merceğiyle bakmaya başladık. Gaye insan ömrü üzerinden gelişse de yapılan pek çok genetik çalışma, çeşitli canlıların yaşam sürelerinin uzatılabileceğini gösterir nitelikte. Ancak akıllarda iki temel soru var. Birinci soru tekniğe odaklı: Sineklerde ya da farelerde alınan sonuçlar insanlara ne ölçüde yansıtılabilir? İkinci soru ise daha teorik ve belki de karamsar: Eldeki tüm araçlara rağmen insan ömrünün bir üst limiti var mı? Günlerimiz bilimin tüm çabasına inat sayılı olmaya mı mahkum?

Albert Einstein College of Medicine’da yapılan geniş bir demografik analiz ilk soruyu değilse de ikinciyi cevaplama iddiasında. Kırk bir ülkeden seksen iki veri seti ile yapılan analizde amaç, son yüz yıl içinde insan ömründe ciddi bir uzamanın gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek. Veri setleri için seçilen ülkeler çoğunlukla Avrupa ülkeleri, ancak içerikte İsrail, Amerika ya da yaşlı nüfusunun fazlalığıyla dikkat çeken Japonya gibi farklı kıtalardan örnekler de bulunuyor.

Analizin sonuçlarına göre son yüzyılda gözlemlenen ülkelerin neredeyse hepsinde ortalama yaşam süresinde manalı bir yükseliş var. Ancak erişilebilir en yüksek yaşa baktığımızda bu değerin artık yükseliş göstermediğini ve bir limite ulaşmaya başladığını görüyoruz. Yani insan ırkının yaşlı nüfusu artıyor, bir bebeğin doğumdan sonra ileri yaşlara erişme ihtimali büyüyor ancak erişilebilecek en yüksek değer öngörülebilir düzeyde. 110 yaşının üzerindeki 534 kişinin ortalama yaşam sürelerine 1970’ten 2006 yılına kadar bakıldığında, 1990’a kadar bir yükselişe denk geliyoruz; ancak sonrasında bir sabitlenme, hatta düşüşle karşılaşıyoruz. Analize göre Fransa, Japonya, Amerika ve Birleşik Krallık’ta her yıl nüfusta erişilen en yüksek ölüm yaşı 115 civarında duruyor. İstatistiksel hesaplara göre bu sayının ileride 125’e erişme ihtimali ise 10.000’de 1’den daha az.

Sayılarda kaybolmadan özetimize geçersek, araştırma bize erişilebilir en yüksek yaş limitinin 110 ila 115 arası gibi gözüktüğünü söylüyor. Son yüzyıldaki tıbbi gelişmelerin bu yaşa yaklaşma şansını arttırması sözkonusu, ancak daha ilerisine kapı açabiliriz gibi gözükmüyor. Buna rağmen analizde de belirtildiği üzere istisnalar hep sözkonusu. Mesela bilinen en yaşlı insan Jeanne Calment 1997 yılında öldüğünde 122 yaşında idi.

Analiz her ne kadar karamsar bir ruh halinin habercisi olsa da araştırmacıların da belirttiği üzere bu tip hesaplamaları zora sokan çok önemli bir etken var: Yaşı yüzün üzerinde insanların verilerine erişmek hiç kolay değil. Bugün geçmişe kıyasla daha büyük bir bilgi ağına sahibiz, ancak gene de en sağlıklı ve güvenilir kaynakların eksikliği hâlâ söz konusu.

Her araştırma yeni sorulara gebe. Eğer nüfus ve medikal kayıtların bize sunduklarından çıkan bu analiz gerçeği yansıtıyorsa, insan ömrü neden bir limite sahip? Limitin evrimsel bir karşılığı var mı? Varsa bu limitin 110’lu sayılara varamaması durumunun, türün devamlılığını sağlamayan ileri yaşlılık dönemini çok daha öne çekmesi gerekmez miydi? Ve belki de ilk soruyla bağlayabileceğimiz son soru: Modern biyolojik araçlar bizi bu mahkumiyetten kurtarabilir ve limitsiz ömrün kapılarını açabilir mi? Bu soruların cevaplarını kısa zamanda almamız dileğiyle.

Kaynak makale: Xiao Dong, Brandon Milholland & Jan Vijg (2016), Evidence for a limit to human lifespan, Nature 538.