Bir alışkanlık haline gelmiştir, Kürt hareketinin Türkiye işçi sınıfıyla yakınlaşmasını, emperyalizme, gericiliğe, sömürüye karşı mücadelede emekçilerin birliğinin sağlanmasını isteyenlerin, Kürt soluna, Kürt devrimcilerine çağrı yapması.
Kurtuluş Savaşı'nın tarihimizin değerli bir kesiti olduğunu söylüyoruz. Mevcut sınıfsal dengeler, uluslararası koşullar ve kutuplaşmalar hesaba katıldığında Kurtuluş Savaşı'nı değersizleştirmek, onu hafife almak ya da onun şu ya da bu devrimci kriterle bakıldığında tarihe negatif bir etkide bulunduğunu ileri sürmek Marksist bir tutum olmaz.
Neden ordu yanlısı olmadığımızı, olamayacağımızı birkaç gün önce açıklamaya çalışmıştım. Dengelemek için değil, bütünlüklü bir bakış açısı ortaya koyabilmek için bir soruya daha yanıt vermek gerekiyor: Neden asker düşmanı değiliz?
Kapitalizmden derhal ve köklü bir biçimde kurtulmak gerektiği tezimizi her defasında kanıtlarıyla birlikte sunmamız sanırım gerekmiyor.
Siyaset bütün dünyada kitlelerden kaçırılıyor. Dün de böyleydi, bugün daha fazla böyle. Diyeceksiniz ki, kaçırılmasa ne olur, sandıktan yine genel bir kural olarak "sağ" çıkıyor. Tamam, sandıktan ne çıktığından bihaber değiliz ama kitlelerin siyasallaştığı ve siyaset yapmaya başladığı andan itibaren işin renginin değiştiğini de biliyoruz.
Siyasi yaşamım boyunca "bırak bu konuları, sen işçi sınıfının gündeminden bahset" türünden tepkilere, siyasi iktidarın doğrudan "ekmek"le ilintisi olmayan tasarruflarının emekçi kitleleri ilgilendirmediği gibi değerlendirmelere fazlasıyla alıştım. Bir ara pek modaydı "suni gündem" yakıştırması, kolay yoldan devrimciliğin ürettiği beylik sözlerden biriydi…
Yüksek Askeri Şura terfileri bağlandı, asker ya da AKP kanadının bir ötekini sıfırlayacağını bekleyenler tatmin olmadı, hayat akıp gidiyor, bazı konularda şiir gibi bir uyum söz konusu, bazen de hükümetle ordu "atışma" tadında işler çıkarmakta…
E şimdi, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları belli olduğuna göre, yeni bir "asker" yazısı için kolları gönül rahatlığıyla sıvayabiliriz.