Tasfiye Koalisyonu: AkP-AsP YURDAKUL ER

Bu cinayetin anatomisi ilginç sonuçlar verecek. Türkiye'nin bir büyük iç savaşla Avrupalılaştırılmasından, yani sonuçta tuhaf bir Amerikan eyaletine dönüştürülmesinden, bir cinayete kurban gitmesinden söz ediyoruz. Türkçemizin olanakları çok hoş: AB ile ABD arasındaki fark, altı üstü, tek harflik ("D") bir farktır.

Büyük tasfiyenin başka adı mı var? Bir cinayet işte. Bu cinayetin anatomisinde başrolün, sadece imam döküntülerine düşmediğini görüyoruz. Kırılgan ama hâlâ işlevsel koalisyonda, bol bol polis şefi ve bazı generallerin de adı geçiyor. Neyse...

Bu anlaşmanın zayıf noktası, "Tayyip Efendi"nin, kendini kemalist sanan bu cahil cühela takımıyla resmen top gibi oynamasında yatıyor. Koalisyonu da o başardı. Tabii, şimdilik: Devrimci durum her cepheyi, her koalisyonu kırılganlaştırır.

Yine de biz, anlık bir tablo içinde, bu anlaşmayı görebiliyoruz. Herhalde abartmıyoruz. Adamlar her şeyi açık açık söylüyorlar daha ne yapsınlar?

Ülkemizin ipini çekmekte kararlılar. İyi bakalım ona, SSCB, Yugoslavya, Irak gibi... Yakında göremeyeceğiz çünkü.

Belki de modern dünyanın diğer bölgelerinde yaptıklarını bu topraklar üzerinde de denemek istiyorlar. Sovyetler Birliği'ni her biri diğerinden daha komünist geçinen kadrolar tarihten silmişti hatırlayalım. Yugoslavya'daki ve Irak'taki yönetici kadroların da bundan farksız olmadığını, örneğin -hatalarına rağmen sonunda yürekli bir biçimde direnerek ölüme giden- Miloşeviç'le Saddam'ın tarihinde de görebiliriz. Bunlar, izledikleri antikomünist histeri politikasıyla ülkelerinin bitişini hızlandırdılar. Ülkelerinin çağdaş ve yaratıcı aklını tuzla buz etmeyi kurtuluş sandılar. SSCB'nin olmadığı koşullarda, yani dış desteğin sıfırlanmasıyla, kendilerinin de tarih olacağını anlayamadılar. Sol devrimcileri ortadan kaldırmak veya etkisizleştirmekle sadece rejimlerinin değil, ülkelerinin tasfiyesini de hızlandırdılar. Kendi belkemiklerini kırdılar, beyinlerini sildiler. Bunu da biliyoruz

Anlaşılan, bir dönem çok sık "kemalist" diye tanımlanan Türkiye'nin de tasfiyesi, "ahir zaman kemalistlerinin" gerici imam döküntüleriyle kurdukları bu nihai uğursuz koalisyon (AkP-AsP) eliyle olacak. En etkili uğursuz koalisyonu 12 Eylül'de kurmuşlardı. Artık son adımlardayız.

Fakat kabul edelim, sermayenin gerçekten bir aklı var. Her zaman etkili değil. Yine de, en aptallaştırılmış halinde bile, içgüdüsel hırslarıyla, ortalama işçi sınıfı tepkilerini geride bırakabiliyor.

Sermayenin beklenmedik zamanlarda keskinleşen bu ortak aklıyla ancak devrimci sosyalist bir akıl mücadele edebilir ve devrimci sosyalist tutumun dışındakilere de, en fazla, cenaze namazındaki imamın rolü düşer.

Hruşçov-Brejniyev çizgisinin meşru çocuğu Gorbaçov çok güzel bir örnek. Eşine az rastlanır bir haindir. Tabii, Miloşeviç ve Saddam da, sonları hariç, kendi topraklarında bu tür bir yolun düzleyicileri oldular.

Türkiye'yi, bugünlerde modern imamların önünde yerle yeksan olan kemalistler yıkacak demek ki.

Öyle görünüyor.

Peki, soralım: Son günlerdeki tek tük "kemalist" kıpırdanmaları, artık ne kadarsalar, Yeltsin'in parlamento binasında rahat rahat bombaladığı döküntü ve sözde komünist parlamenterlerin haline benzetmek, acaba çok mu büyük bir haksızlık olur?

Olmaz

Sola bu kadar yüklendik, ama derinlerde akan bir ırmak da var: Örneğin, Türkiye'deki siyasi aklın ne boyutlarda olduğunu bu gazetenin, soL'un analizleri de yeterince göstermiştir herhalde. Dünyanın aydın diye bize yutturulmaya çalışılan "köylüleri", Batılı sömürgenler, teknokratsia, bu ülkede sol bir iktidar gerçekleştikten hemen sonra, şu sıralarda hem çok genç hem de son derece deneyimli arkadaşlarımızın siyasal analizlerini çevirip okumak için yarışacaklardır. Yok eğer iktidar değişmezse, zaten yakın bir gelecekte Türkiye ve hatta Türkçe falan da kalmayacaktır. Bir şeyler kalacaktır elbette de, onları kimsenin ciddiye almayacağını şimdiden söylemekte sakınca yok. Hırvatistan, Sırbistan, Irak, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan falan gibi şerefsizlik müzesi halinde devam eden bir şeyler kalır tabii.

Ne demek istiyoruz?

Herkesin fazlasıyla özgür olduğunu söylüyoruz. Belki de bu nedenle, Avrupa'nın eli kalem tutan köylüleri Türkiye üzerine zar atmakta yarışıyor. Biz, bu köylülere, AB uzmanı, Batılı gazeteci, politikacı falan da diyoruz. Bu Batılı "odakların", özellikle de AB uşaklarının, Türkiye'nin kaderine el koymuş ve ülkeyi tasfiye etmekte kararlı imam döküntüleriyle onların sözde karşıtı ortaklarından daha akıllı ve kültürlü olduğunu gösteren herhangi bir işaret yok.

Sadece ortada, sol üzerinde hâlâ etkili, büyük bir aşağılık kompleksi var.

Solun önemli ölçüde toplumsal yaşamdan uzaklaştırıldığı bir ülkede, Türkiye'de, büyük bir tasfiye aşamasındayız normal. Bu ülke, eğer dışarıdan veya içeriden güçlü bir solun korumasında değilse, yani kendi solu yoksa, varlık nedeni de yok demektir. Şimdi bunu öğretiyorlar hepimize. Türkiye solunu içinden ve dışından vuranların Türkiye'yi göstere göstere tasfiye etmesi yargılı infaza girer ve en çok da yukarıda sözünü ettiğimiz yoklukla bağlantılıdır. Solsuzlukla yani...

İyi.

Söylenecek fazla pek bir şey yok.

Bir örnekle bitirelim: Sol düşmanlığında BirGün ve Taraf ile yarışan ama nedense solculuk ısrarı da süren bir "yeşil" Alman gazetesinde, hadi şimdilik adını vermeyelim, yazan bir Alman köylüsü, hadi İstanbul'da yaşayan bu cahil provoktörün de adını vermeyelim, son tutuklamaların şiddete açılan bir ihtilafa işaret ettiğini yineleme gereği duydu. Batı'nın ortak aklını temsil eden bu ucuz kalem, silahlar konuşmazsa eğer, adım adım yeni bir güçler dengesine ulaşılabileceğini yazdı önceki gün. Onun savunduğunu, artık bırakın egemen medyanın yazıcılarını, kendisini solcu sanan bir sürü imza da yineliyor zaten Türkçe içinde.

Herkes bunu bekliyor.

Belki de onun için, Batı medyasında şu son tutuklama dalgası, haber değeri bile taşımadı. Hep AkP'nin kapatılmasıyla ilgili haberlere eklenen değinmeler halinde kaldı. Önemi yok yani. Batı için Türkiye biteli çok oluyor.

Bu ülke artık son nefeslerini alıp veriyor.

Ama o zaman da tuhaf bir sorun çıkıyor ortaya: Hangi gerekçeyle olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkanlar, ABD ve AB ile göğüs göğüse, cepheden çarpışmaya mecbur kalıyor. Yarım akıllı Türkçüler ve bazı islamcı kadrolar bile, "ille de Türkiye" deyince, emperyalizmin işlerini bozan bir dinamiğe dönüşebiliyorlar. Sorun, bu.

Batı'nın korkusu da orada: Bu hasta Türkçüler, Türkiye aydınlanmasını ırkçı bir Türkçülükle yorumlayıp vaziyetten vazife çıkarmaya çalışanlar, hiç farkında olmadan emperyalizmin oyununu zora sokabilirler. Yoksa Washington, Berlin, Paris vb. neden bu manyak ve uşak milliyetçilere karşı olsun? Çok değil, kısa bir süre öncesine kadar bunları hizmetine almamış mıydı? Veriyordu parasını ve bu milliyetçiler de, dolar ve mark aldıkça, Türkiye devrimcilerini arkadan, kalleşçe pusular kurarak öldürüyordu. Sonra ihaleci MHP'lilere dönüştüler falan filan.

Antikomünizm yakıtıyla döviz karşılığı ilerici öldürmek, emperyalist demokrasilere kiralık katil hizmeti vermek, o zamanlar hem Türkçüler-islamcılar için, hem de metropoller için kârlıydı. Solu siliyorlardı.

İşte bu çetelerin, özellikle alt kadrolarının ve kitle tabanının, şu sıralarda Taliban'a dönüşmesinden çekiniliyor.

Bu merkezkaç güçler, depremi hisseden hayvanlar gibiler, dolayısıyla bu sürünün bazı oyunları hiç istemeden bozabileceğini düşünenler, çok da haksız değildir.

Ortada onun telaşı var.

Kırılan fay hattı, bitirilen Türkiye, efendilerin planlarını zora sokacak çeteler üretebilir yani. Son günlerde bir de bunun tedirginliğine tanık oluyoruz.

Büyük sinirlilik buna işaret ediyor.

Demek ki, AkP-AsP koalisyonunun bir anda paramparça olması da mümkündür. Özellikle AsP'nin altından gelecek baskı, yeni bir durum da doğurabilir.

Ama bir şey kesin: Ekonomik kriz bu ülkeyi bir süre sonra çok kötü vuracak. Dünya mali piyasalarındaki fırtınanın Türkiye'yi vurup vurmayacağı değil, ne zaman vuracağı konuşuluyor artık. Halkın hareketsiz kalması çok zor. Bıçak kemiğe dayandığı için çok zor.

Solumuzdan uzak tutulması gereken, çünkü ellerinde hâlâ Türk ilericiliğinin kanı bulunan faşist ve dinci bazı katillerin, Nazi Almanyası'ndaki iç hesaplaşmaları andıran bir hızla, dünya sistemini tehdit eden unsurlara dönüşmesi, kimseyi şaşırtmasın. "Türkiye" diyen herkes artık emperyalizm ve Türkiye kapitalizmi için potansiyel bir düşmandır.

Böyle tuhaf durumlara büyük yıkımlar sırasında tanık oluruz hep.

İsteyen devrimci durum da diyebilir.

Oradayız.