Ölüm ve doğum

Türkiye ilericiliğinin önemli bir parçasıydı. İlericiliğimiz elbette tek bir tornadan çıkmış insan ve gruplardan oluşmuyor. Öyle olsaydı, zaten siyasete ihtiyaç olmazdı. İlhan Selçuk'u soL, hakkını vererek, saygıyla uğurladı. Aradaki farkları görmezlikten gelmedi, ama kendisinden bir parçanın ayrıldığını da bilerek hareket etti. Bu, Türkiye solunun, yeni solumuzun, birçok sınırı çoktan aştığına bir başka kanıt kabul edilebilir. Ama, o kadar önemli değil.

Bir gazete yaratarak, onunla Türkiye siyasetini, kültürünü doğrudan etkilemek gibi bir başarının sahibi İlhan Selçuk'un, parçası olduğu Türkiye solunu ve ilericiliğini bırakarak büyük yolumuzun güzel anılarından biri halini alması da önemli değil. Sonunda hepimiz o yoldan geçeceğiz. Önemli olan şey, başka ve buna sadece bu gazetede, soL'da, dikkat çekilmesi de manidardır.

Şudur: İlhan Selçuk ve diğer ilericilerin, özellikle aramızda jakoben bir ortak payda bulunan insanların tarihi birbirine tıpatıp benzemiyor. İlhan Selçuk da böyledir. İlhan Selçuk, kendi başına bir değer olduğunu, önemli bir artı değer yaratabildiğini kanıtlamış ve devrim yolu ışıyan bir dönemin parlak kafalarından biri olmuştur. Daha açık olsun: İlhan Selçuk 1960'ların çocuğudur. "O yılları hazırlamıştır" denecektir, tamam, doğru, ama kendisi de o yılların ürünüdür. Kendi ayakları üzerinde duran bir solun yarattığı enerji hattında büyümüş ve o enerjinin olanaklarıyla yeni çıkışlara imza atabilmiştir. Devrimci bir solla ilişkisi bu bakışla yeniden değerlendirilebilir.

Aslında sadece bu bile, İlhan Selçuk'a sahip çıkmak için yeterli nedendir. Değil midir?

Ortak genlerimiz vardı. "Jakoben inat" diyebileceğimiz ve solla sağı ayıran, egemen sınıflarla sözcülerinin bizden de, İlhan Selçuk'tan da nefretinin ana sebebi bir ortak zeminimiz vardı. Bu zemini yaratanlar devrimcilerdir. Çalışma arkadaşlarının ezici çoğunluğunun bu zemini paylaştığını söyleyemeyiz. Galiba tek bir istisnayla, bu adamın hep devrim aradığını, bir devrimci olduğunu söyleyebilen çıkmadı. Yakınında bulunup da "sosyalistiz" falan diye bağıranlar bile sola bulaşmış, sol düşmanı yumuşakçalarla aradaki akrabalıklarını haykırarak "her türlü darbeye karşıyız" türünden bayağılıklar gevelediler. Ama olsun. Başka bir yerdeyiz.

İlhan Selçuk'un yaşamından Türkiye'nin devrimci hareketini, devrim diye bağıran Türkiyeci solunu alın, geriye hiçbir şey kalmaz. Kalır da, Önder Sav, Hasan Cemal falan kalır. Ama haksızlık da etmeyelim. İlhan Bey'in darbeye sığmayacağını, ancak devrimle açıklanabileceğini, anlaşılabileceğini anlayan çalışma arkadaşı hiç yok da değildi. Peki.

Bundan sonra ne olacak?

Cumhuriyet, artık her anlamda bitmiştir. Düzelterek söyleyebiliriz: Eski cumhuriyet rejimi de, bu rejimi esas alan gazetecilik de bitmiştir. İlhan Selçuk, Türkiye solunun büyük sıçrama yıllarında serpilmiş bir jakoben inat olarak, eskiye benzemeyen, ama içinde İlhan Selçukların ve onu hiç affetmeyen Doğan Avcıoğluların sol iktidar hırsını da taşıyan yeni bir devrimci yükselişle birlikte yeniden yaşama dönecektir. Hatta her şeyden çok sevdiği gazetesi ve Türkiye'si de öyle bir yükseliş ve iktidar eşiğinde bir kalıcılık sağlayabilecektir. Yoksa tümüyle tarihe karışacaklardır.

Her solcuyum diyeni solcu sayamayız.

Ama jakoben inat taşıyan, Türkiye'yi elden çıkarmayan, emperyalizme kafa tutan, demokrasi diye bir yavanlığa esir olmayan, hiç değilse onu sosyalizmin bir sonucu veya yan ürünü sayan, plancı-kamucu sol bir cumhuriyetin hemen kurulabileceğine inanan, geçmiş sosyalizmlere saygıyla yaklaşabilen ve Türkiye'nin devrimci geçmişine küfretmeyen her ilerici, mutlaka akrabadır. Solculuğa yakıştırırız. İlhan Bey, kabul edilsin, hep oradaydı.

Dolayısıyla, iktidarı sallayabilecek ve yeni kuşaklar yetiştirecek bir gazete örgütlemek, İlhan Bey'in gazetesine de nefes verecektir. Yapılamazsa, onun da sonu yakındır. "Ulus" gibi bir şeye dönüşebilir ve mutlaka küçültülecek Türkiye'de takdir-i ilahiyi bekler.

Neyse... Kendisine gösterilen riyakar saygıyla kin yüklü küfürler, aramızdan bir devrimcinin ayrıldığını gösteriyor.

Gerçekten de arıyordu, belki ararken kullandıklarıyla, ara durak arayışlarıyla devrimci bir solun temel değerlerinden de uzaklaşıyordu, ama kendine kalırsa hep sol bir iktidar için çalışıyordu. Kavgacı, dirençli, etkili ve dönekliğe prim vermeyen bir sol özlemi içindeydi. O sol yoktu. Devrimci solumuz kendi yokluğunu değil, İlhan Selçuk'un dar sokakta siyaset ve çölde vaha arayışını acımasızca eleştirdi.

Biz onu yapabiliriz: Devrimci bir ağırlık tüm kurumlara yeni bir anlam katacaktır.

Çünkü, bir ötesine taşınmayan her devrim, her yenilik, mutlaka geriye döner ve kendisini yer. Türkiye de bu kaderden kaçamadı. Şimdi acı sonu için uzatma dakikalarını oynuyor. Buradan hareket edebiliriz.

Birkaç gün önce Türkiye ilericiliğinde bir ölüme değil, belki de bir doğuma tanık olduk.

Sadece solumuzun anlamlandırabileceği bir şeye...