Kurtuluş ve yeniden kuruluş için kongre

Son döneminde, solumuzu gerçekten soluklandıran bazı adımların atıldığı gözden kaçmayan BirGün’de, 27 Haziran’da, ilginç bir yazı yayımladı Bülent Forta. Türkiye solunun genel ve makul bir zeminde birbirine nasıl yakın düşündüğünü imleyen yazılardan biriydi. Ama bunun ötesinde önemli işaretler de içeriyordu: “Aklımızı Yitirmeden” başlıklı yazının son bölümü şöyle:

“Bu kısır döngüyü kıracak olan barışı gerçekten isteyen, savaşın diline teslim olamayan bir gücün ortaya çıkmasıdır. Kürt sorununun bugünkü düzeyine gelmesi biraz da solun bastırıldığı, lanetlendiği koşullarda ortaya çıkmasına bağlıdır. İdeolojik donanımlarını solun yükseldiği 70’li yıllarda edinmiş PKK öncü kadrolarının solun toplumsal hayattan giderek silindiği bastırıldığı koşullarda milliyetçiliğin çekim alanına kapılmaları duvarın yıkılmasının ardından 'etnik milliyetçiliğin' Balkanlardan, Kafkasya’ya Orta Doğu’dan Asya’ya yükselişe geçmesinin de etkisiyle yeni bir ideolojik zemin kurmaları bugünkü tablonun ortaya çıkmasına yol açtı.

Türkiye solunun en büyük yanılgılarından bir PKK’yı hala 70’lerin bir 'sol-Kürt grubu' olarak algılamasıdır. PKK bugün Kürtlerin 'ulusal kimlik' talebinin taşıyıcısı olan ve gerek ideolojik gerekse de eylem çizgisini bu bakış açısının koşulladığı bir örgüt konumundadır. Solun bu noktada bir inkâr politikasına karşı çıkması, Kürtlerin demokratik taleplerinin savunucusu olması kendi dünya görüşünün gereğidir. Ama bu tutum PKK’nın ideolojik tezlerinin ve eylem çizgisinin eleştirilmeksizin kabul edilmesi anlamına gelmez.

Yapılması gereken çok net ortada duruyor, savaşı ve savaşın dilini sürdürerek bir çıkış yolu ne Türkler ne de Kürtler açısından mümkün değildir. Savaş 'bir arada yaşama' zeminini hızla ortadan kaldırıyor. Geri dönülmez bir noktaya gelmeden 'bir arada yaşama iradesini' ortaya koyan gerçekten barışın dilini konuşan bir güç yaratmak yakıcı bir görev olarak ortada duruyor.”

Bu vurguları, Aydemir Güler ile Fatih Yaşlı’nın son yazıları ve Mustafa Kemal Erdemol’un “Aklını Yitiren Türkiye” kitabına bağlayarak söyleyeceklerimiz olacak. Tüm soL yazarlarının bu doğrultudaki analiz ve vurguları bir yana, dışarıda da, geniş bir çerçevede, BirGün'de, Evrensel'de, hatta tek tük de olsa Cumhuriyet'te, böyle gerçekten 'akil' uyarılar ve arayışlar görülüyor. Bunlar, yayılıyor.

Yoksa felaketin öncesinde, hepimiz aklımızı başımıza mı alıyoruz?

Belki. Ama böyle bir iyimserlik durağında takılıp kaldığımızı da itiraf etmeliyiz. Türkiye, bir felaketin eşiğinde değil, artık içindedir ve biz bu noktada, Mustafa Kemal Erdemol'un kitabına da verdiği adla, "Aklını Yitiren Türkiye"de, solun etkisizliğini tartışıyoruz.

Buna bir son verme zamanı çoktan gelmiştir. Hatta geçiyor da.

Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP'deki her türden yönetici, her ağızlarını açtıklarında, sağ olsunlar, sosyalist solumuzun eline çalışıyorlar. Yapacakları hiçbir şey yok, dışarıdan görenin içeride bir şey var zannettiği, ama en fazla boş bir teneke olduğu ortaya çıkan "gürültülü" CHP, bu taşeron partisi, yoluna böyle devam edebilir.

Sorun, bizde: Nereye gideceğiz?

Ülke battıktan sonra, yani küçültülmüş Türkiye ilan edildikten, milyonlarca Kürt batıdaki kentlerden doğu illerine kanlı çatışmalar eşliğinde kovulurken, doğudaki Türk nüfus da batı illerindeki katiamların bedelini yine kovularak öderken, yani Türkiye bir kan banyosunda biterken, "akil sol" eğer ortak davranma kararı falan alırsa, bunu bir tarihsel hakaret olarak kayıtlara gireceğini şimdiden yazalım. Türkçü ve Kürtçü , elbette dinci ve liberal kliklerin elinde küçümen ülkeler... Yüksek yoğunluklu bir nihai iç savaş... Korkunç...

Gün, bugündür.

Batan bu ülkenin kurtuluşuna ve yeniden inşasına talip olan solun öncü güçleri, sol bir iktidar için bir araya gelmek, bir kurtuluş projesi üzerinde çalışmak ve topluma kurtuluşun somut işaretlerini vermek zorundadır.

Toplum çok mu uzak?

Biz mi gazetecilik falan yapamıyoruz?

Eksiklik nerede?

"Sözcü", bütün kepazeliğiyle, bu ülkenin neredeyse nasıl beşinci büyük gazetesi haline geldi. Milliyetçi olduğu için mi?

Sözcü'nün çıkışı solumuzu, 5 bin bile satamayan sol gazetelerimizin yöneticilerini hiç mi rahatsız etmiyor?

Neyimiz eksik, eksiklerimizi neden göremiyoruz ve itiraf edemiyoruz?

Eksiğimiz varsa, birbirimizi bularak ve böylece birbirimizin eksiklerini gidererek bazı başarılara imza atsak, acaba halkımıza bir umut aşılamış olmaz mıyız? Kötü mü yaparız?

Sorun, sonuçta, elbette bir kurtuluş hırsı, bir yeniden kuruluş şiddeti üretmektir. Şiddet ise tek başına eninde sonunda bir enerjidir. Çıplak ve kanlı şiddetten, yani sokağın plebyen şiddetinden söz etmiyoruz. Aslında başı boş bir enerjinin denetim altına alınmasından söz ediyoruz. İşlenmemiş enerji kaynakları, denetlendiği için, denetlenebilirse eğer, enerjidir ve bir güç kaynağıdır. Yoksa, yıkar ve yıkılır.

Peki, bir enerji yaratmak, bütün kaynakları açığa çıkartan bu büyük çöküşte bu kadar mı zor?

Herkesin dükkanı bu kadar mı kıymetli?

Sol kemalistleri ve sol kürdizmi ihmal etmeden, Türkiyeci ve sosyalist eğilimli, halkların ortak yaşamını yücelten bir kurtuluş ve yeniden kurtuluş cephesi öremezsek, bugünlerde daha hâlâ Yugoslavya veya Irak rüyasıyla Sırbistan'da, Arap ülkelerinde, hatta Berlin'de, Paris'te, Londra'da ölümü bekleyen zavallı Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Araplardan hiçbir farkımız kalmayacak.

Eşine belki bir daha yüzyıllarca rastlanmayacak büyüklükte bir imhanın eşiğindeyiz ve herkes daha hâlâ dükkan hesabı yapıyor. Birbirimize, soldan söz ediyoruz, hiç bu kadar yakın değildik. Daha ne bekliyoruz?

Konuştukça yakınlığımızı pekiştireceğiz. Bir enerji kaynağı oluşturacağız.

Bir büyük kongre, evet! Etnik, laik vs kurtuluş için değil, toplumsal kurtuluş için. Sol ve devrimci bir iktidar için

Bülent Forta'nın yazısının ana fikri herhalde budur.

Umarız budur.