Etnik ve Dinci Barbarlığa Doğru YURDAKUL ER

Yeni soğuk savaş, pek olası değil. Çünkü, dünya sisteminin efendileri için, bu cepheleşmede ortak bir payda üzerinde hareket etmek mümkün değil. Ortada sosyalist bir tehdit yok. Yani, Batı'nın şu son anti-Rus hezeyanlarının, burjuvazinin değişik bölümleri arasında, bir başka ifadeyle, sınıf içi ilişkiler açısından, hiç öyle olduğu gibi kabul göreceği sanılmasın.

Zaten de birbirlerine girmeye başladılar.

Örneğin, bu kanlı Amerikan maceracılığını Batı'nın yükselen pazarları ile Çin, İran, Hindistan gibi Asya'nın yükselen pazarlarına kabul ettirmek çok güç. Türkiye'de bile bu iş kolay değil. Baştan Washington'un her dediğine kafa sallasalar bile, zaman içinde kendi çıkarlarının peşinde koşacaklardır. Mecburiyetten.

Buradan yeni bir soğuk savaş çıkmaz.

Başka bir şey çıkar.

Soğuk savaştan çok daha tehlikeli olarak, buradan, ağır ırkçı bir Rus düşmanlığı, hatta ilerlerse Çin ve Çinli (hatta Arap, İran, Türk vs) düşmanlığı çıkar. Bu düşmanlık, Batı'daki yerleşik halkların gözünde muhtemelen zamanla Müslüman düşmanlığı halini de alabilir. Ve geri teper...

Biz, şimdilik, Kishore Mahbubani'nin 20 Ağustos tarihli Financial Times'ta yayımlanan ilginç yazısından ("The west is strategically wrong on Georgia") hareketle, Batı'nın Gürcistan'da nasıl ve neden bir stratejik hata yaptığını değil, dünyanın büyük bölümünün başta ABD olmak üzere neden Batı dünyasına karşı olduğunu hatırlatmakla yetinelim. Yanıtını, kapitalizmin eşitsiz gelişme cilvelerinden çıkarmamız kolay.

İyi de, biraz yukarıdaki vurgumuzda kalırsak, acaba dünyanın kaçta kaçı, kaçta kaçına böyle bir düşmanlık beslemiş olur? Mahbubi, "dost acı söyler" hesabıyla, ezilenlerin ezici ağırlığına dikkat çekmiş ve stratejik hataları orada aramış sayılabilir. Yine de bu sorunun ucunu şimdilik açık bırakalım.

Ne demek istiyoruz?

Galiba soL'da daha önce de değindik şunu: Türkiye'de halkın 70'lerdeki son düşük yoğunluklu iç savaş döneminde olduğu gibi, sol ve sağ diye bölünmesi korkulacak bir şey değildir. Sol, daha doğrusu sosyalizm, sonuçta evrensel bir düşünce biçimi, bir kuram ve ideolojidir. Böyle kanlı bir cepheleşmenin sonunda mutlaka toparlayıcı olur. Ama etnik veya dinsel gerekçelerle açılan savaş cepheleri, bu cepheleşmenin sürdüğü toprakları -eğer sol silinip giderse- sonunda mutlaka bir barbarlığa mahkum eder. Her cepheyi de kanlı bir barbarlığın esiri yapar.

Dünya oraya gidiyor.

Sadece Türkiye değil, bu kirli Putin Rusyası da, son sürtüşmede haklı bile olsa, oraya gidiyor: Ortada sosyalist bir taraf veya model yok çünkü.

Demek ki cepheleşmeleri, sınıflar eksenine çekmek için sosyalist bir programla siyasete yüklenmek gerekiyor. Bunun "üçüncü cephe açalım" türünden ucuzluklarla bir ilintisi yok elbette. Yurtseverlik başta olmak üzere, bu cepheleşmeyi gerçek yerine oturtmak için mevcut ağırlık merkezlerine doğrudan müdahale etmek zorundayız. Bu da "yesinler birbirlerini" demekle olmaz. O Taraf'ın veya BirGün'ün işidir. "Üçüncü cepheciler" böyle bir yağmacı gruptur. Her zaman olurlar...

Neyse...

Sorun, bizim bulunduğumuz yerde: Nereye yaslanacağız?

Bu soruyu gündeme almak bile bir ittifak sorununun farkında olmak demektir.

Tabii, soL'da çok sık yapılan bir tesbiti ustaca yeni sahnenin bir unsuru olarak yineleyen Candan Badem'den hareketle de sorabiliriz: Badem, son yazısında "Türkiye'nin bu bölgedeki siyasette etkili bir aktör olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır" diyor doğru: Türkiye, tıpkı Gürcistan gibi bir tür "underdog" olarak muamele görmeye kendini hazır (ve layık) hissediyor. Biraz törpülenince o zaten kaçınılmazlaşacak. Alttan ve üstten sıkıştırmalara, paralize olarak yanıt vermesi kaçınılmaz. Çok açık: Türkiye artık bu sistem içinde ve kapitalist bir ülke olarak paspas gibi kullanılacaktır. Paspas gibi de küçültülecektir. Kullanıla kullanıla...

Birleştirebiliriz: Singapur Ulusal Üniversitesi'nde siyaset bilimi dersleri veren Mahbubani'nin endişeleri haklı endişeler, "onların" sorunu tabii son tahlilde, ama yine de ciddi. Tarihçi Candan kardeşimizin saptaması, tersinden çok daha doğrudur: Kapitalist sistemden sıyrılan bir Türkiye, bölgede çok önemli bir unsur haline gelmeye mahkumdur ve bu da, Kemal Okuyan'ın önceki yazısında geçerken değindiği ve gerçekleşme olasılığı büyük bir umuda karşılık geliyor: "Hem belki, aydınlığa bu kez bizim ülkemiz daha önce ulaşır, kim bilir?"

Biraz karışık mı oldu? Yalınlaştırarak söyleyelim: Dünyanın efendileri, Türkiye dahil, artık bütün çatışmaları, etnik ve dinci gerekçelerle kışkırtıyor, hatta sahneliyor. Her çatışmaya etnik ve dinci bir renk veriyor. Bu, insanlığın, bir hayvan boğazlaşması içinde barbarlığa evrilmesinin yoludur.

O halde her sürtüşmeyi ve nihai iç savaşımızı, mutlaka sol ile sağ arasında bir savaş olarak tanımlamak zorundayız. Bu, bizim eski solun hiç anlayamadığı bir şeydir. O nedenle dincilik, Kürtçülük ve Türkçülük oynamaları doğaldır.

Savaşların etnik ve dinci gerekçelerini ancak sol ile sağın iç savaşına dönüştürebilirsek insanlığı kurtarabiliriz. Yoksa bunlar, Bush, Merkel, Sarkozy, Putin vs, hepsi, dünyayı mezbahaya çevirmekte kararlı. Önce "underdog"ları üzerinden deniyorlar bunu. Sol, toplumdaki her çatışmayı yeniden ele almak ve bir sol-sağ savaşının unsuru olarak tanımlamakla yükümlüdür. Yurtseverlik çağrısı, böyle bir çağrıdır. Anlamayanlar ve anlamaya niyetli olmayanlar için yinelemiş olalım. Lenin Okulu'na düşmanlıkları doğaldır.

Bu sol-sağ cepheleşmesini gerçekleştiremezsek, sadece Türkiye halkı veya çevre halklar değil, bütün bir insanlık, barbarlar mezbahasının kanı içinde boğulup gider.

Gerçekten.