Din, AkParti-AsParti İktidarı ve “Osmanlı Çökertmesi”

Türkiye’nin tasfiye sürecinde dinin nasıl bir rolü var?

Her şey ortada gibi görünüyor, ama biz yine de yeni yanıtlar arayabiliriz.

Epeydir söylediğimiz bir şeyle başlayalım: Bir ideoloji olmaktan çok kurmaca bir siyasal cazibe merkezi olarak kemalizmin tasfiyesi sonuçlanmıştır ve buradan Türkiye’nin tasfiyesine çıkan yolun çok kısa olduğu konusunda görüş birliği var. Yani ülkenin tasfiye süreci devam ediyor ve kesin sonucun henüz alınmadığını görüyoruz. Tamam. Ama başka bir şey var: Kemalizmin tasfiyesi son 30 yılda pek bir direnişle karşılaşmadı. Tasfiyeciler neredeyse hiç direnç görmedi. Bunun Türkiye solunun ezilmesiyle bire bir bağlantılı olduğu açık. Elbette en az bunun kadar önemli olan, emperyalist merkezlerde, sosyalist sistemin, hatta ona görece uzak Yugoslavya’nın, Irak’ın vs tasfiye sürecinde büyük sorunlar çıkmadığını görmesi ve Türkiye’nin tasfiye sürecinden çekinmemeyi öğrenmesidir.

İyi. O noktadayız.

Bunu bir sonuç olarak okuyabiliriz.

İktidardaki “Büyük Koalisyon”un, AkParti ile AsParti arasındaki koalisyonun sonucudur tasfiye. Mesut Odman’ın kodlamasıyla, “AkP-AsP iktidarı” başarılı demek ki... Peki.

Soralım: Tasfiyenin geciken hengamesinden yeni bir Osmanlı çıkartma hesapları tutar mı? Hiç mi engelleri yok?

“Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş” kadrolarının, bu dincilerin veya dindarların, elleri gerçekten bu kadar serbest mi? Türkiye solunun ana akım olarak siyasete ağırlığını koyması gerektiği bir yana, dinciliğin, Erdoğan-Gül çizgisinin, bu tasfiyeyi, tarihsel göndermelerle gerçekleştirmesi çok da kolay değil.

Bunu, solumuzun, pek küçük de olsa bir avantajı sayabiliriz. Abartılmaması şartıyla tabii.

Ne demek mi istiyoruz? Şunu: Din, islamcı siyaset, hatta islamiyet, Türkiye’nin kuruluş sürecinde çok kirli bir rol oynadı. Hain bir rol oynadı. Bir Rusya tarihinde, Yunanistan ve hatta Bulgaristan tarihinde, Sırp tarihinde böyle değildi şimdilerde de islamın Ortadoğu’daki mecburi rolünden farklı bir çizgi oldu bu. Sırtımızdan vuruyordu bizi.

Osmanlı yıkılırken, din, islamiyet ve her türden kadroları, padişahın-halifenin kişiliğinde açıkça işbirlikçi, vatanı ve halkı satıcı-satılık bir damga olarak yer alıyordu. Ekim Devrimi’nin rüzgarıyla, eğer Türkiye Cumhuriyeti kurulmasaydı, bu resmin ve bu ihanetin belki bir anlamı olmazdı, ama şimdilerde tasfiyesi tamamlanan ve işin ülke tasfiyesine kaldığı anlaşılan kemalizm, bir iktidarı imlediği ölçülerde, bu satılık-satıcı ideolojiye –sonradan uzlaşmak amacıyla da olsa- ağır darbeler indirebildi. Türkiye aydınlanmasının önünü açan bir dinci işbirlikçilik var yani geçmişimizde. “Vurun Kahpeye” veya “Yaban” ve daha başkaları boşuna yazılmadı. Bir tanıklıktır her biri. Ama biraz kolay bir düşman resmi de verir bu islamcı işbirlikçiler, hacı/hoca takımı sözü geçen romanlarda...

Neden?

Din, bizde yurtsever bir projenin ayrılmaz parçası değil, satılık ve satıcı bir sınıfın (“Şerefsiz Osmanlı”) elindeki satış projesinin ayrılmaz bir parçasıdır da ondan. Türkiye, bu hainler ve dinci ideolojiyle mücadele üzerinden, onları yenerek doğdu. Dincilerin kemalizmden nefreti böyle bir arka plana da dayanır.

Dinin her yerde böyle bir rolü olduğunu söyleyemeyiz, dedik. En azından komşularımızda, özellikle Rusya’da ve Yunanistan’da iş böyle değildir. Bir direniş ve kuruculuk yanılsaması var oralarda ortodokslukla ilgili. Bu, bizde yok. Din ve dincilik, Türkiye’nin düşmanları için başından beri bir silahtı.

Bunlar hep söylenen şeyler. Biliniyor.

Ama gelmek istediğimiz nokta, böyle bir saptamadan çıkaracağımız sonuçtur: Bu işbirlikçi damgasını, bu nefret nesnesini, AkParti’nin neden AsParti’nin yoğun desteğine ihtiyacı olduğunun bir başka açıklaması olarak da okuyabiliriz. Geçmişte, bir genel benzetme içinde bakarsak, AsParti’nin babalarının AkParti’nin babalarını yerle bir ederek, sonra da tabii uzlaşarak, Türkiye’yi kurduğunu ileri sürebiliriz.

Ortada önemli bir gaf var, bunun da bir açıklaması olmalı.

Şudur: Bugün artık sadece sosyalist güçlerin önünü çekebileceği yurtsever projelerin geçmişten bu yana karşısında olmuş din, özellikle Türkiye islamcılığı, doğrusu AkParti’nin bütün bu tasfiye işlemlerini tek başına yürütmesine engeldir. Bugün Arap dünyasında, hatta İrani dünyada durum farklı, ama bizde böyle: Dinciler, bu ülkenin kurulmasını ve sosyalizme yöneltilmesini, Osmanlıcı ve islamcı oldukları için hiç istemediler. Vahdettin böyle bir dinci simgeydi.

Dolayısıyla tasfiyenin itici gücü dinin, bu “satış islamı”nın, eli hiç de serbest değildir. Halkta ve aydın adayı, laikliği ciddiye alan kesimlerde, en azından yarı yarıya “Bu islamcılar insafsızdır, bunlar hepimizi keser ve satar” duygusu egemendir. Boşuna değil. Geçmişi var. Türkiye’nin kemalizme yazılan kurtuluş ve kuruluş mücadelesi, ne kadarsa o kadar, dinciliğe ve dinci insafsızlara karşı bir mücadeleydi. Bunun halkın kafasından tamamen silindiğini, adeta buharlaştığını kabul edemeyiz.

Türkiye’nin kurucuları, islamcı işbirlikçilerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Gerçi yasaklanan tarikatlar tamamen ortadan kaldırılamadı, ama emperyalizmin somut uşaklığını da simgeledikleri için önemli darbeler aldılar. Yeraltına inmeleri, halkın fazla yüz vermemesiyle de bağlantılıdr. Bir süre için olsun etkisizleştirildikleri açıktır.

Demek ki, başka birçok şeyin yanı sıra, iktidardaki “Büyük Koalisyon”, AsParti ile AkParti arasındaki artık açıkça yaşanan işbirliği, böyle bir “tarihsel” gereksinimden de güç alıyordu. AsParti, dinciliğin “halkçı” temsilcisi AkParti’nin bu açık dinci ihanet rengini kapatmak ve halkın-bürokrasinin belli kesimlerine kabul ettirmek için vardır.

Türkiye’nin dincileri, Türkiye’yi ve kurucu kadrolarını kırmak, direnci yok etmek için, tarihlerinden gelen bu işbirlikçi, emperyalizmin açık tetikçisi islamcı imajını, devleti tamamen ele geçirirken, tarihsel kirinden temizlemek zorundaydı. Bunu tek başlarına yapmaları mümkün değildi. “Özkökler Partisi” desteğiyle, sonuçta böyle bir koalisyon gerçekleştirildi. Hilmi ve Ertuğrul Özkök, kendi alanlarında, bunun için hizmet sundular.

“Özkökler Partisi”, AkParti-AsParti koalisyonunun, büyük koalisyonun hızlandırıcısı bir parti olarak görülebilir.

Fakat tabii kimyasal tepkimelerde mutlaka enerji ve şiddet de açığa çıkar. Sonuçta AsParti üstyönetimi, bir gün kendi içinde çok acımasız hesaplaşmalar yaşayabilir. Bunun sadece solun müdahale ettiği durumlarda kurucu bir akıl içerebileceğini herhalde eklemeye gerek yok. Solun müdahaleci olamayacağı durumlarda Türkiye’nin ortadan kalkacağı kesindir. Ama o koşullarda bile AsParti içinde bir hesaplaşma kaçınılmazdır.

Din, daha doğrusu islamcılık, Türkiye tarihinde ve 90 yıl önce de bireyin bir özel alanı, özel meselesi değildi. Toplumsal cepheleşmede bir taraftı. Hain bir taraftı. Yurtsever bir projenin taşıyıcı gücü hiç olmadı. Saldırganlarla işbirliği içinde saltanatı kurtarmaya çalışan bu yeşil bayraklı tetikçiler güruhu, tersinden Türkiye aydınlanmasına yardımcı olmuş sayılabilir.

Sonuçta 12 Eylül, geriye baktığımızda rahatça görebiliyoruz, bugünkü felaketimizi hazırlayan bu “Büyük Koalisyon”un, AkParti-AsParti ortaklığının en kalıcı bir biçimde kuruluş tarihi olarak tanımlanabilir. “İmamın oğlu Evren” o nedenle meydanlara çıktı. İslamcı tüccar Özal ile el ele emperyalizmin işine yarayacak bir din-dincilik yarattılar. Dini iktidara hazırlamak ve Türkiye’yi tasfiye etmek için ilk büyük kazanım 12 Eylül’dür. Menderes’ten itibaren ve 12 Eylül’den önceki antikemalist ve antikomünist eylemleri, bu açılıma bir “mukaddime” veya “giriş” sayabiliriz.

Din, Türkiye’nin bitişi olacaktı. Bitiyor.

Türkçülük Türkiye’nin bitişi olacaktı. Bitiyor.

O noktadayız. Tek başlarına yapamadıklarını, askerle koalisyon kurarak yaptılar. Dinin bir satış olduğu, Türkiye’nin düşmanı olduğu yolunda halkın aklında kalmış kırıntıları bombardıman ederek yollarını açtılar. Ancak bu beraberliğin hâlâ böyle bir gedikle yaralı olduğunu söylemek durumundayız.

Özetle, şöyle:

1. “Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş” bir tek parti iktidarıyla değil, bir büyük koalisyonla başarıya ulaştı. Bunun nedenleri arasında islamın modern siyasal tarihimizdeki uğursuz rolü önemli yer tutmaktadır.

2. “Osmanlı Çökertmesi”, bir başka yüzden baktığımızda, bitişin eşiğindeki ülkemizdeki son büyük oligarşik koalisyonun eylem kodudur.

3. “Özkökler Partisi”, bir kamuoyu yaratma aracı olarak, hem halk hem de askeri ve sivil bürokrasi nezdinde, dinin ve dinciliğin Türkiye’yi bitirecek bir düşman olduğu şifre bilgisini imha etmeyi başardı.