Cerr Cengaverleri”, İlk Hedefiniz Frankfurt’tur, İleri! YURDAKUL ER

Nihat Behram'ın soL'daki yazısıyla ve galiba hemen öncesinde de Leyla Erbil, Tahsin Yücel ve Kaan Arslanoğlu'nun, "Biz bu işte yokuz" merkezli açıklamalarıyla Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı denilen ortak kültür suikastını boykot etmeleri, küçük de olsa bir umut ışığıdır. Tamam. Sahiplerine elbette teşekkür borçluyuz. Peki.

Ama fazla umutlu olmak da gerçekle bağdaşmıyor.

Çünkü Türkçe kullanan geniş bir "yazar" kesiminden, hadi daha açık söyleyelim, bu son derece etkili "modern esnaf loncası"ndan, Erbil ve soL yazarları Behram ile Arslanoğlu gibi dirençli ve nelere alet edilebileceğini kolayca gören pek fazla insan çıkmayacağını iyi biliyoruz.

Türk yazıcılığı, solumuzun ağır yenilgilere uğradığı bir muharebe alanıdır.

Neden?

Elbette birden fazla yanıtı var, ama biz Mustafa Nihat Özön'ün ünlü "Osmanlıca-Türkçe Sözlük" yapıtında "cerr" sözcüğünün karşılığıyla başlayalım: "Çekme, sürükleme, kendine çekme" gibi anlamların yanı sıra en önemli bir karşılık, şu: "Medresede okuyanların üç aylarda köy köy dolaşarak imamlık, vaiz işleri görerek yıllık para toplamaları." Tabii, bir de yine bu "cerr"den türetilmiş "cerrar" var. "Yazar" gibi bir şey galiba, çünkü bunlar da "Mutlaka para toplamak için kendine bir kıyafet vermiş dilenci. Arsız, asılıcı dilenci" falan demek. Bu "cerrar"ın bir başka karşılığı da "kalabalık, çok (asker)" diye verilmiş.

Özön, böyle.

İyi.

"Sözümüz meclisten içeri" o halde ve soralım: Sosyalizm için yazarak da kavga eden devrimcilerimiz bir yana, islamcı veya "Koç" türü modern sermayenin sadakalarıyla yaşamayı onuruna yediremeyen kaç yazarımız var?

Erbil, Arslanoğlu ve Behram'ın mutlaka geliştirilmesi, yayılması ve derinleştirilmesi gereken tepkilerini abartmayalım. Bu onurlu yazarlar, gerçekten de yalnızdır. Türkiye'nin çözülmesi sürecinde ve planında bir kilometre taşı olarak şu Frankfurt Kitap Seferi'ne bir reddiye çıkarabilecek kaç yazar var?
Bizimkiler hariç.

Yazıcılar loncası, bu küçük burjuvalar çöplüğü, böyle yemler için aportta bekleyen kasap kedilerine dönmüş bulunuyor çoktandır. Şişman. Haysiyetsiz.

Egemen Türkçe yazı, bir eğilim olarak, hepimizi ayaklar altına alan bir düşman sektördür. Durumumuz, böyle.

Kendisine solcu diyen, kendisini solcu sanan ve solculuk satan çok geniş bir yazıcılar grubunun, Behram, Arslanoğlu ve Erbil gibi tek tük isimleri gölgede bırakacak kadar ezici bir çoğunluğa ve mantığa sahip olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Ama bu, kuşkusuz, yenilgiyi kabullenmek anlamına gelmiyor. Vichy Fransası'nda, gerçek Fransa neredeydi? Bir avuç direnişçide mi, yoksa nazilerle işbirliği içindeki "kâhir ekseriyet"te mi? Ondan çok daha önemlisi: Nazi Almanyası'nın saldırısı sonrası, 1941 yazında, tarihin bu en aşağılık sürüsünü tuz ve ekmekle kutsayan Sovyet halkları, silah ve üniformalarıyla "Wehrmacht"ın kucağına atlayan 6 milyona yakın Kızıl Ordu asker ve subayı mıydı Sovyetler Birliği'ni temsil eden, yoksa bir avuç partizan mı?

Teslim olmayanlar, sayıca az olsalar ne yazar?

Bugün Türkçe yazan devrimcilerin durumu, yukarıdaki örneklerden farklı değildir. Ama Türkçe'yi biz bugün Erbil, Arslanoğlu ve Behram gibi "azınlıktaki" isimlerin temsil ettiğini ileri sürmek zorundayız.

Yazarlığı cerre çıkmakla bir tutan, dinci veya "laik" sermayenin önlerine attığı fitre, zekat ve sadakalarıyla "medar-ı maişet vapurunu" yürüten ezici çoğunluk, şu "cerrar sürü", teslim olmayı reddeden direnişçilerin üzerinde rahatça tepinebileceğini düşünüyor olabilir. Tarih tuhaftır ve her zaman savaşçı anlamında partizanlara da tanıklık eder. Direniş, çoğunluğun hazırladığı tüm boyundurukları er ya da geç kırar.

Sorarak bitirelim: Cerre çıkmak, yazarlığın şanından mıdır? Evet. Piyasa ekonomisinde, piyasa denilen insanlık tarihinin en tehlikeli canavarıyla boğaz boğaza kapışmayı göze alanların dışındaki her yazar, bu esnaf loncasına üyedir, bir küçük burjuvadır yani ve böyle sadakalarla karnını doyurmayı özgürlük sayar.

Piyasanın belinin kırıldığı yerlerde, yazarlık, elbette özgürleşmenin önünü açabilir, piyasa egemenliğinde ise, eğer sosyalist bir iktidar mücadelesinin parçası değilse, yazarlar loncasından, bu esnaftan, sadece uşak çıkar.

Türk yazarları, bir eğilim olarak ve şimdilik küçük bir azınlık konumundaki direnişçileri bir kenarda tutarsak, cerre çıkmış bir güruhtur. Frankfurt Kitap Fuarı'nı boykot edip de kendi ekmeklerine mani olacak değiller ya!..

Türkçe yazanlar, AkP-AsP koalisyonunun Frankfurt Kitap Seferi'ni göklere çıkarmayacaklar da, neyi göklere çıkaracaklar?

Piyasa denilen kan içici hayvanın boğazına sarılmayanların, direniş gibi onurlu bir yol seçmesi mümkün değildir.

Böyle bakınca görüyoruz: Sanki başka bir zaman ve mekanda, yepyeni boyutlarıyla, 1941'deki o korkunç ihanet yazında bir avuç göksel direnişçiyle ve Rusya steplerindeyiz. Ölümle yüz yüze.

Boykot, bugün tek onurlu yoldur.