1919-2009: İzmir! Nasıl Yani?

Artık kimsenin Milli Mücadele’de düşmana ilk kurşunun İzmir’de atıldığı türünden iddialarda bulunması ve bunun ciddiye alınması mümkün değil. O iş, daha önce Anadolu’da başladı. Şimdi insanlarına kötü gözle bakılan bölgelerde, kardeş Kürt halkımızın bağrında. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babaları da, o halkın bağrında kurtuluş komiteleri kurma şansı elde etti. Isparta’da, Kırklareli’de, Afyon’da falan değil... Kongreler Erzurum’da, Sivas’ta yapıldı...

Neden?

Belki Ekim 1917 sıcağına daha yakın olmanın verdiği güvenlik nedeniyle, ama asıl önemlisi kaderimizin ayrılmaz parçası bir halkın ısısından, Kürt halkımızdan güç alabildiği için. Sonrası, Türkiye solumuzun ağır bedeller ödeme pahasına direndiği ve açığa vurduğu bir acı hikayedir. Kabul. Ama böyle birbirine yapıştırılmış bir tarihin çocuklarıyız.

Türkiye solu, kavgacı solu olmasaydı, bu inat olmasaydı, gerçeklerin açığa çıkması için bol bol islamcılık bulaştırılmış abuk sabuk metinlerde bilgi avına soyunur ve tabii “islamcı aydınların” keyfine kalırdık. Solumuz, bu alanda da yol açtı. Şimdi birçok şeyi açıkça konuşabiliyoruz ve dinin karanlığında, Medine Vesikası türü bayağılıklarda değil, bilimin sınırları içinde özgürleşebiliyoruz. Devrimcilerimize çok şey borçluyuz.

Neden?

Şundan: Osmanlı ülkesi işgal edilip Türkiye’ye dönüşmeye başladığında, 1918 sonrasında, işgal güçlerine ilk elde ciddi bir tepki gösterilmedi. İstanbul’un gıkı çıkmadı. Geçen yüzyılın başında doğan her duyarlı delikanlının âşık olduğu Halide Edip’in Sultanahmet’teki mitingi belki bir de bunun için abartıldı. İşgal bölgelerinde, özellikle Batı’da, en çok da Mayıs 1919 İzmir’inde, halkımız, “çarşaflı kadınlarıyla birlikte akın akın” işgal güçlerinin rıhtıma çıkışını izliyordu ve oradaki bazı kanlı karışıklıkların, bu sahneyi kendisine yediremeyen bir avuç İttihatçı fedainin direnişiyle patlak verdiği söylenir. Halk seyirdeydi. İzliyordu. Eğilmişti. Herhalde, önceki gün grevci işçilere Eskişehir’de “tepki koyan” bir avuç işgal görevlisinin dedeleri ve nineleriydiler.

Ne oluyordu?

Tarihsel belgeler bir yana, bunlar var ve uzman arkadaşlarımız yine açar, bizi bilgilendirir. Ama bu satırların yazarı, İzmir tarihini yazmak için ömrünü o kentin kütüphanelerine gömen bir gecikmiş ve itilmiş cumhuriyetçinin bizzat ağzından dinlemiş, kitaplaşamayan notlarından okumuştu: Kemalist rejim oturduktan sonra, bütün 30’larda ve 40’larda, yani Türkçü Necip’ler falan artık bu dünyadan göç etmeye hazırlanırken, İzmir’in aydınları, hâlâ o utanç sahnelerini anlatırlardı birbirlerine.

İşgalin “müslüman İzmir halkından” nasıl “hüsn-ü kabul gördüğünü” anlatırlardı. Utanırlardı.

O utancı kanlarıyla silenleri de hayırla yad ederlerdi. Namusumuzu kurtardıklarını söylerlerdi.

Tarihimiz acıdır.

Şimdi bir avuç genç devrimci, eli kanlı Amerikan askerlerine gösterdikleri tepkide yalnız da bırakılsalar, bir büyük tarihin sorumluluğunu sırtlarına almış bulunuyorlar. Bir halk ancak böyle silkelenebilir. Felakete hazırlanan bir halk zaten başka türlü olabilir miydi?

Demek ki, eğilenler değil, direnenler önemli.

Demek ki, bu ülkedeki işgal güçlerine, o güçlerin yerli işbirlikçileri ne kadar halk desteği alırsa alsın, kapıları açmayacak bir jakoben inat, bir çelik çekirdek bulunuyor.

Sevindirici olan budur.

Ama bunun boş bir sevinç olduğunu düşünmeyelim. ABD emperyalizminin eli kanlı katilleri, çöken ülkemize, liman kentlerimizi 1975 öncesi Saygon batakhanelerine çevirecek kadar hırsla ve hızla giremeyeceklerinin işaretini almış sayılmalıdırlar. Asıl önemlisi, bu yürekli tepkinin çocukları, bu topraklarda sadece her elinde dolar veya avro tutana bütün kapılarını açan “hizmetlilerin” yaşamadığını ilan etmiş oldular.

Bir başka nokta ise şu: Dünya sisteminde hızla gerilere düşen, ekonomisiyle yerle bir olan ve bu nedenle de askeri gücünün kanlı sonuçlarını başka yerlere taşıyarak zaman kazanmaya çalışan ABD, bu tür tepkilerin artacağını görüyor. Elbette yaralı bir vahşi hayvan gibi daha çok kan dökecektir. Sorun şurada: ABD’nin çekildiği yerlere kim girecektir?

Bizi şu anda bu ilgilendirmiyor.

Bizi şu an itibariyle ilgilendiren, emperyalist sistemin bir iç kaosa doğru yürümeye başlamasıdır. Dolardaki çöküş, hedge fonların alımları sonucu tepe yapan altın fiyatları, deflasyondan hiper enflasyona her an geçmeye hazır bir ekonomik “denge”, Amerikan etiketinin her yerden kovulmaya başlaması, halklardaki açık nefret, dışarıdaki gelişmelerin bazı sonuçlarıdır.

Genç kardeşlerimiz, sadece içeride bir sinyal vermiş değildirler. Ayrıca dünya sistemindeki kargaşanın yeni zamanlarında şimdi düşünülemeyecek şeylerin kısa bir aralıkta tek gerçek haline gelebileceğini bilmenin irfanıyla yüklü olduklarını da gösterdiler.

Yılanın en tehlikeli, ama en savunmasız olduğu zaman, deri değiştirme zamanıdır. Yılan gömlek değiştirirken daha tehlikelidir. Ama, dedik ya, daha da çaresizdir.

Emperyalizm yılanı gömlek değiştiriyor.

O gömleği başına geçirmeye ve beraber gömmeye kararlı genç insanların sayısı da artıyor.