1 Mayıs’tan sonra erozyon ve ağaçlar

Solun yenilgileri, öyle bir çırpıda unutulacak tarihsel olaylar değildir. Tortusunu, hatta kirini, modern zamanların sınıf hareketi üzerine ister istemez yığar. Bundan kaçınılamıyor. Dolayısıyla, yenilgi sonrası kuşaklar, devrimci mücadelelerinde bir de geçmişin bu ağır dezavantajıyla “güreşmek” zorunda kalıyorlar. “Yenildik, ama geçti bitti işte, tamam, hadi artık yeni bir sayfa açalım” diyemiyorsunuz. Tarih üzerinize yıkılıyor.

Toplumsal mücadeleler tarihi ve sosyalizm kavgası, böyle engellerle doludur.

Geçen yıl Tony Judt, -doğrusu hazretin kendisiyle düşünsel akrabalığımız hiç bulunmamaktadır, ama hakkını vermek adına çalışkanlığına da değinmeden geçmeyelim- galiba ekim ayında, bir konferans vermiş ve bu, sosyal demokraside neyin yaşayıp neyin öldüğü üzerine (“What Is Living and What Is Dead in Social Democracy?”) bir makale halinde düzenlenerek New York Review of Books’un 17 Aralık 2009 sayısında yayımlanmıştı. Tabii Almanca başta olmak üzere hemen diğer dillere de çevrildi. Internet üzerinden ulaşmak zor değil.

İşte bu geniş makalesinin bir yerinde, Judt, neoliberal felaketimizin “babalarını” toparlarken, o ünlü beşlinin dökümünü çıkarıyor: Ludwig von Mises, Friedrich Hayek, Joseph Schumpeter, Karl Popper ve Peter Drucker. Bunlar, Judt açısından, öncelikle Viyana’nın içinde veya ona yakın yerlerde geçirdikleri yıllarla önemlidir. Bir Avusturya damgası taşımaktadırlar. Ama ondan daha önemlisi de, hepsinin, Birinci Büyük Savaş denilen felaket sonrasındaki sosyalist deneyimlerin, Judt’a göre “marksist” çıkışların “başarısızlığını” bir damga olarak sırtlarında, kafalarında taşımalarıdır. Faşizmin yerleşmesinde ve liberal kurumların paramparça edilmesinde, bu beşliye göre, bu devletçi sol deneyimin rolü büyükmüş. Bu kadar basit değil tabii ve bunun sonuçları var. Ama Judt, bu.

Bizi ilgilendiren şey ise başka: Gerçekten de bu vurgudan hareketle, geçmişteki yenilgilerimizin gelecekteki mücadelemiz üzerindeki baskısını sorgulayabiliriz. Devrimci çıkışların yenilgisi, beceriksizliği veya güçsüzlüğü, sonraki devrimci kuşaklar ve halklar üzerinde olumsuz yankılanıyor. Nitekim bizim muhteşem 60’larımıza bakınca da görüyoruz: 1960’la birlikte sahneye çıkan genç devrimciler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sosyalist, devrimci bir toplumsal çıkışın yenilgisine tanık olmamıştı. 60’ların 70’lere de uzanan direnç ve etkisinde, geçmişindeki bu “yenilgi eksikliğinin” bir rolü yok mudur acaba?

Vardır.

Ama daha önemli bir nokta herhalde şudur: Şimdiki devrimci kuşaklar, “98’liler” diyelim, büyük bir yenilgiden sonra doğdular ve tarihe şimdi şimdi el koyuyorlar. Son 30 yılın, yani neoliberal ortaçağımızın, halkın ve solumuzun beynine kazınmaz bir hırsla bu kadar kolay yerleşmesinde 12 Eylül’ün simgelediği yenilgimizin büyük payı olduğunu anlıyoruz. Halk ve aydın adayları çok kolay “geri çekiyorlar”.

Demek ki, biraz haksızlık yapma pahasına, 60 ve 70’lerdeki büyük sol yükselişin, geçmişteki bir ferahlıktan, açık yenilgisizlikten güç aldığını ve tarihimizi damgalamakta güçlük çekmediğini söyleyebiliriz. Ama şimdiki zaman, büyük bir yenilginin sonrasında sahneye müdahale eden genç insanları içeriyor.

Erozyon ve ağaç ilişkisi de tam burada işliyor o halde: Malum, büyük erozyonlar, geride büyük yıkımlar, kuraklıklar bırakır. Asıl önemlisi, tarihte pek eşi olmayan büyük erozyonlara direnmek de çok zor, hatta olanaksızdır. Peki, ya direnenler olursa? Direncini kanıtlayanlar? Bu benzersiz erozyona yenilmeyen ağaçları ne yapacağız?

1 Mayıs, başkaları ne gördü bilemeyiz, ama bu satırların yazarına, önce büyük bir umut ve büyük erozyona direncini kanıtlamış genç ağaçların taşıdığı bir özgürleşme olarak göründü. Türkiye halkı, bu sayede önemli bir eşik atladı.

Yenilginin öğretmenliği, anlaşılan asıl şimdiden sonra işlemeye başlayacak. Türkiye’nin egemenleri kendini iyi hazırlasın, elinden gelirse tabii: Yeni devrimci kuşak, geçmişteki hiçbir devrimci çıkışa veya kuşağa benzemeyecek nitelikleri de beraberinde getiriyor. Yenilginin boğucu kiri, bu kuşakla birlikte, güçlü ağaçların hayatı yeniden kuracağı geniş alanları koruyan bir yangın duvarına dönüşmektedir. Yenilgi, bir kırılma noktasından sonra, tam tersi yönde, yani yeni devrimci çıkışların lehine çalışmaya başlıyor.

Bakınca görüyoruz.