Tecavüz paradoksu

Selamlar.

Son üç yazıdır öykü anlatıyorduk, bu hafta biraz çözümleme yapalım.

Antalya Gezi iddianamesinde N.E. isimli kadının anlattıkları, şöyle aktarılıyor: “Yakalama esnasında kendisinin başına, sağ koluna ve sırtına copla vurduklarını, ağza alınmayacak küfürler ettiklerini, bu polislerin kendisine ‘sizi bir odaya kapatıp tecavüz edeceğiz’, ‘AKP size ne yaptı, Doğu Perinçek’in itleri, Amerikan ajanı’ şeklinde küfürler ettiklerini...”

Hem N.E. hem de Antalya’da Haziran Direnişi’nde gözaltına alınan diğer kadınların anlattıklarında ortak nokta, cinsel taciz. Gazetelerde de bu nokta öne çıkarıldı. Polisin bu saldırganlığının bir çıldırma hali olduğu ortada. İnsanlık dışı bir şiddetle karşılık verdi AKP, çünkü kaybettiklerini anladılar ve çok korktular.

Korkunun boyutunu, Mehmet Ali Şahin’in Anayasa Komisyonu toplantısında söylediklerinden görebiliyoruz. Eylem günlerinde Şahin’in sokağında iki bin kişi toplanmış, evin ziline basmışlar “Aşağı insin” diye. Çok korkmuş. “İnönü’den dozeri, kepçeyi düz kontakla götürdüler şeye biliyorsun, Dolmabahçe’yi yıkacaklardı” diyor.

Tamam, çok korktular ve saldırdılar. Ama ne kadar orantısız, aşırı, insanlık dışı olursa olsun, her siyasal şiddet bir “gerekçe”ye ihtiyaç duyar.

Benim daha çok ilgimi çeken, işin bu ideolojik boyutu. Ve N.E.’nin ifadesinde, buna dair çok yerinde bir nokta var.

Polis, genç kadınları odaya kapatıp tecavüz etmekle tehdit ederken, bir yandan da “AKP size ne yaptı?” diyor. Bir paradoks bu, zira “AKP size ne yaptı” sorusunun yanıtı, zaten o soruyu sordukları an yaptıkları şeyin ta kendisi. AKP, bizi tecavüzle tehdit ediyor, daha ne yapsın!

Şunu görmeliyiz: Polis, o soruyu sorarken gerçekten AKP’nin hiçbir şey yapmadığına inanıyor. O sırada uyguladığı şiddet, haklı olduğu için hiçbir şey değil. Çünkü AKP, kendisini ve tabanını, mutlak mağdur olduklarına inandırmış durumda. Ezeli ve ebedi olarak mağdur bir zorba var karşımızda.

Engelli vatandaşa “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz” diyen Bakanların, “Engellileri adam yerine koyduk” diyen vekillerin hükmünde bir iktidar bu. Zalimlikleri öyle büyük, ama mağdurlukları da öyle mutlak ki, karşılarındaki en sorgulanamaz mağduriyet durumunu dahi hor görebiliyorlar.

Kızılay’ın deprem tatbikatında, depremzede kılığına girmiş görevlilerin “Açız, ne havyar ne Pekin ördeği yemedik, insaf” yazan dövizler taşımasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz?

Peki bu mantıkdışı ideolojik saplantıyla nasıl mücadele etmeli? Bana kalırsa Haziran Direnişi’nde halk, doğru yanıtı üretti. Yapılması gerekenlerden biri, ifşa etmekti. Mağdur iktidar-zalim kitleler algısını dağıtacak, AKP tabanını kendini sorgulamak zorunda bırakacak şekilde gerçeği duyurma faaliyetini güçlendirmek, bu en temel görev. İnatla, bıkmadan yapılmalı.

İkinci doğru yanıtsa, mizahla verildi. “Gezi mizahı” üzerine çok konuşuldu, evet. Bana kalırsa üretilen mizahın bir kısmı, siyasi olarak yanlıştı. Fakat en doğru örneklerden biri, polis şiddetine verilen “Ya o kapsül Pelin’ime gelseydi” yanıtıydı. (Bunu “cinsiyetçi” bulacak okur çıkarsa, “Ya ameliyatlı yerime gelseydi” alternatifini göz önüne alabilir.)

Bu yanıtın gücü, karşı tarafın zalimliğini faş ederken, aynı zamanda o zalimliği küçümseyen, böylece gücünü elinden alan bir meydan okuma içermesi. Evet, sen kapsülü sıkıyorsun, üstelik hedef gözeterek sıkıyorsun, ama benim umrumda değil, buradayım, sevgilim de burada ve sana direniyoruz. Bu mesaj, karşı tarafın süngüsünü düşürmenin yanı sıra, bizim cephenin moralini de yükseltiyordu.

Haziran Direnişi, bu iki yanıt birlikte üretildiği için çok güçlü bir ideolojik mevzi yarattı. Derslerimizi çıkarmalı, iyi hazırlanmalıyız.

Çünkü Pelin yine sokağa çıkacak.