Nejat, iyidir

Son karşılaşmamız, onun KCK’den yatıp çıkmasından sonraydı. Bir yerde denk geldik.

“Nasılsın” dedim, “iyiyim” dedi.

Bu en sıradan diyalog, başka anlamlara bürünür bazen. Üniversiteden tanırsınız birini, örgütlü mücadelededir, başka örgütlerdensinizdir, evet, çok kavga etmişsinizdir “siyasetler toplantısı”nda, atışmışsınızdır, kızmışsınızdır... Ama sonra, yıllar sonra, karşılaşırsınız, göz göze gelince başka bir muhtevaya bürünür bakışlarınız, yalnızca eski bir tanıdığa bakış değildir bu, tıpkı sizin gibi, karınca gibi, iğneyle kuyu kazan bir başkasıdır karşınızdaki, bilirsiniz. “Nasılsın” sorusu, sohbet başlatma amaçlı değildir, ne demek hatta, çoğunlukla karşılıklı bu sorunun yöneltilmesinden sonra ayrılırsınız birbirinizden, işiniz vardır genelde. Ama kibarlık olsun diye de sorulmaz o “nasılsın”, insani ilişkilerin sıkıcı zaruriyetlerinden biri değildir o an, merak edersiniz sahiden. Sorunun yarısı “sen, kişisel olarak nasılsın”sa, yarısı da “mücadele nasıl”dır, ki bilirsiniz, ikisi birbirinden ayrılmaz. Soru beylik olmadığı gibi, yanıt da beylik değildir, “zor be” denir bazen, anlar iki taraf da, yakınma değildir ki, samimiyettir. “Yoğun, koşturuyoruz işte” pek sık karşılaşılan bir cevaptır, bu beylik sorunun iki az tanışan insan arasında sorulduğunda genel olarak karşılandığı cevapların aksine.

KCK’den yatıp çıkmasından sonraydı. “Nasılsın” dedim, “iyiyim” dedi.

İnandım.

Pazartesi sabahı, Boğaziçi’nden bir dönemdaşımızın mesajıyla öğrendim Kobanê’de çarpışırken öldüğünü Nejat’ın. Suphi Nejat Ağırnaslı... Hiç ortak dersimiz olmadı, o sosyolojideydi, ben siyaset biliminde, bilmezdim tam adını. Atılımcı Nejat işte. Dedesinin Niyazi Ağırnaslı olduğunu da yeni öğrendim.

Sonra haberleri okudum. Nejat birdenbire tüm gazetelerin manşetlerinde yer bulmuştu kendine. Kobanê’de, Suriye’nin IŞİD’e direnen diğer kentlerinde yüzlerce kişi öldü, ölüyor. Nejat da o sıra neferlerinden biriydi, sonunda. Neydi “haberi” bu kadar değerli yapan?

Bilirim, çoğu insan anlam veremez bu sorgulamaya. Bir ucu, çoktan Türkiye’ye de taşınmış bir mücadelenin karşı safında yer alan İslamcı çetelere karşı yıllardır verilen mücadelede yaşamını yitiren isimsizlere saygının gereğidir bu sorgulamanın. Diğer ucu, “Boğaziçi”dir.

Her yerde “Boğaziçili sosyolog” olarak duyurulmuştu Nejat’ın ölümü. Bu ifadenin altmetni, “Bir Boğaziçili’nin bu kavgaya girmiş olmasında tuhaflık var” değil de nedir?

Bir yandan, sonuna kadar haksız bu ifade: Boğaziçi’nden yüzlerce, binlerce devrimci çıktı bugüne dek. Diğer yandan, teslim etmeliyiz, haklı: Boğaziçi Üniversitesi, insanları düzene bağlamakta son derece başarılıdır.

Fakat, bir yanılgı var. Bu “düzene bağlama” mekanizmasının belkemiği, “yüksek maaşlı işe girme potansiyeli” sanılıyor.

Oysa çok daha kapsamlı, gelişkin bir ideoloji üretim merkezi, karşımızdaki. Boğaziçi, bir “hava”dır, bir “atmosfer”dir. Okulda yurtta kalırken, Isparta köylüsü bir arkadaşım, niye okulun kantinine giremediğini anlatırken hem zorlanmış, hem de işin özünü vurgulamıştı: “Abi ben orda kendimi yabancı hissediyorum.” Dükkanların tarzı, insanların giyim kuşamı, hareketlerindeki özgüven ve rahatlık – kantin bir temsildi ve o temsil, oda arkadaşımı kusuyordu.

Boğaziçi, “oyunun kurallarını öğretmek”tir. Nasıl giyinmeli, nelerden hoşlanmalı, hangi zevklere sahip olmalı? Sosyal bilimlerdeyseniz, hangi postmodern teorisyenlerle haşır neşir olmalı, hangi “eski kafalı” teorilere burun kıvırmalı? Kimlerle tanışmalı, hangi ortamlarda bulunmalı, nasıl bir ilişkiler ağı, bir “network” oluşturmalı? Kurallar açıktır. Nejat’ın ölümünün ardından, telefonunuzdan Nejat’ı arayıp ekran görüntüsünü Twitter’a koyar, “Görüyor musunuz, bende telefonu vardı, görüşürdük” mesajı verirsiniz, asıl odak Nejat değil sizsinizdir. Kurallar bilinir. Becerebilen yükselir. Beceremeyenin önüne kolay kolay “parlak maaşlı işler” çıkmaz. Beceri, başlangıçta, akıldan çok mide ister. Ama ideoloji ilginç şeydir: İnsan sürekli “-mış gibi” yapamaz, ikna eder kendini. Hayat, insanı biçimlendirir.

Nejat’ın değeri, bu çemberi kırmasındandır. Oyunun kurallarını gördü, istemedi. Çomak soktu.

“Düzene bağlanma” çemberini kırmak, Kobanê etrafındaki IŞİD çemberini kırmaktan daha zordur. Savaşanları küçümsediğimizden söylemiyoruz bunu, kendimizi, halkımızı tanıdığımızdan biliyoruz. Bu coğrafyada devrimciler hiçbir dönemde gözünü budaktan sakınmadı. Bir kere düzenle kopardılar mı göbek bağlarını, çetecilerin, polisin, hükümetin, adliyenin saldırıları korkutmaz gözlerini. Yeter ki o an o şiddete göğüs germenin doğru olduğunu düşünsünler.

Bugün asıl ihtiyacımız, daha fazla insanın o ilk, zorlu çemberi kırmasıdır. Düzenden kopmasıdır.

Nejat’tan alınacak bir ders varsa, “eline silah alma cüreti” değildir. Göbek bağını kesme kararlılığıdır. Örgütlülükte ısrardır.

Bir kez gemiler yakıldı mı, gereği yapılır çünkü.

O yüzden bilirim. Şimdi karşılaşsak, “Nasılsın” desem, “İyiyim” der Nejat.

İnanırım.