Kars, Batum ve bir İranlı

Kars platosunun ortasında, uzun yolun kenarında bekliyoruz... Sonunda bir araba duruyor 20 metre kadar ileride, koşup yakalıyoruz. Plaka İran...

- İyi günler. Nereye gidiyorsunuz?
- Gürcistan'a.
- Posof'tan mı, Sarp'tan mı?
- Sarp'tan, Posof'u bilmiyorum.
- Biz de Sarp'tan geçeceğiz.
- Gelin gidelim hep beraber.

Gürbulak'tan girmiş sabah, İranlı bir Azeri, Ali. Yanına iki oğlunu almış (kızı bırakmış evde), "İran dışındaki hayatı" gösterecek Batum'da.

İlk defa buralardayım, "Doğu"da. Ardahan'dan Artvin'e doğru sadece dağları değil, bambaşka coğrafya ve kültürleri aşarken, yanımızda İranlı bir Azeri, "buraları" konuşuyoruz.

- Amerika hiçbir şey yapamaz bize, bizde herkes bir, herkes İranlıdır. Öyle şu şuralı, bu buralı ayrımı yoktur.

Birazdan Kürt düşmanlığı yapmaya başlamasa Ali, sevineceğiz belki bu yaklaşıma. Ama o kadar biliyoruz "bizim buraları". Ahmedinecad "namussuzlarının" nasıl "çalıp çırptıklarını" anlatırken de, yarım saat önce molla rejimine düzülen övgüler unutuluveriyor.

- Hadi bir müzik koyayım size de, neşemiz yerine gelsin da. Boşver bunları.

Otostop deneyimlerimden biliyorum, misafirin umduğunu değil bulduğunu dinleyeceğini, bulduğunun da genelde "arabesk" olduğunu. "Eyvah", diyorum içimden, "Geliyor feci bir İran arabeski".

Sonra, birden tüm havayı değiştiren bir piyano giriyor önce. Ardından güzel bir kadın sesi. Hiç beklemediğim şekilde, belli ki bir halk türküsünün sonradan yapılmış bir kaydı çalıyor arabada.

- Kim bu Ali Ağabey?
- Me'esti.

Hani doğudaydık, diyorum kendi kendim, burası değil miydi "arabesk"in algımızda özdeşleştiği "şey"? İşte halktan bir İranlı, Türkiye'yle ticaret yapıyor ufak tefek, her konuda "ortalama" bir insan.

Buraların "ortalaması" değil miydi arabesk, "halkın müziği" değil miydi?

CD'den farsça şarkılar devam ediyor çalmaya, "Eskilerden bunlar" diyor Ali, zevkle dinliyorum. Birkaç sarkı sonra, "Hah" diyorum, "Şimdi başladık işte. Ben de şaşırmıştım." Biraz yabancılaştıysan, biraz uzaktan bakıyorsan tuhaf, hatta komik ama kendini kaptırdıysan "yürek parçalayıcı" arabesk bir giriş, "halk bunları dinliyor"a geri döndürüyor beni. "İran da böyle demek" derken, vokal başlayınca önce gülümsüyorum, sonra düşüncelere dalıyorum: şarkı Türkçe'ymiş.

Doğal tabii, Türkiye'nin etkisi büyük buralarda. Batum'da İngilizce konuştuğunuzda anlaşamadığınız tüm esnaf, Türk olduğunuzu anlar anlamaz muhabbete başlıyor. Ali'nin ufak oğlan, Hadi, "İran televizyonunu hiç izlemiyorum, çok kötü. Hep Türk kanallarını izliyorum, diziler izliyorum, Kurtlar Vadisi izliyorum" diyor.

Tüm güzel binaların Ruslar'ın zamanından kaldığı, arkasından hemen hiçbir şeyin yapılmadığı Kars'tan çıkıp, "Nasıl olur da yanı başımızda böylesi güzel bir şehir varken biz hiç bilmeyiz bunu" dedirten Batum'a gelince insan, "Neyseki burası Sovyetler'de kalmış" diyor. Hele ki Laz müteahhitlerin buralardaki varlığını gösteren, yeni yükselen çok katlı inşaatlar, iyice burkuyor içimi.

Cengiz Çandar çok övüyor ya, Türkiye'nin "soft power'ı" diye. Batsın "soft power'ınız" diyesi geliyor insanın. "Arabeskinizle birlikte"...

[Bu hafta yurtdışındayım, bu defalık Latin Amerika değil, "buralardan" bir yazı oldu. Haftaya tekrar "kıtaya" uzanmak üzere...]