Gerçeği anlatmak

Havana Üniversitesi öğrencisi olarak Küba'da olduğum günlerde, bir haftasonu Domuzlar Körfezi'nde tatile gitmiştik. Küba'da tüm öğrenciler, Üniversite Öğrencileri Federasyonu'nun doğal üyesi. Öğrencilerin yurtta seçtiği federasyon temsilcileri, yurdun ihtiyaçlarıyla ilgili geniş yetki sahibi. Bizim temsilciler devletin turizm şirketiyle görüşmüş, öğrencilere özel, ulaşım, barınma, yemek dahil kişi başına 2 liraya tatil ayarlamışlardı.

ABD'nin devrimden iki yıl sonra, 1961'de çıkarma yaptığı körfez, palmiye ağaçlarının altında berrak bir denizin uzandığı, güzelim bir Karayip sahili aslında. Küba, yoksul dünyanın hemen tüm ülkelerinden yüz binlerce öğrenciye eğitim bursu verdiği için, kamp alanında her ulustan insanız.

Akşam toplanıldı, şarkılar söylenmeye başlandı. Şilili bir öğrenci gitar çalıyor, tüm Latinler eşlik ediyordu. Biz de yeni yeni İspanyolca'yı sökmeye başlıyoruz. Daha önce de severek dinlediğim Silvio Rodriguez şarkılarının sözlerini ilk kez o kumsalda, yıldızların ve palmiyelerin altında, Latin Amerikalı gençlerden dinlerken anlamıştım, hiç aklımdan çıkmadı.

“Playa Girón” şarkısını söylüyorlardı, Silvio'nun, ABD'nin çıkarma yapıp Küba halkı tarafından püskürtüldüğü, yıllar sonra bizim buluşup tatil yaptığımız o sahil için yazdığı şarkıyı.

Silvio'nun şarkıları melodik bakımdan çok güzel olmalarına rağmen, asıl olarak sözlerindeki şiirsel derinlik ve sembolik anlatım nedeniyle kıtadaki herkes tarafından çok seviliyor. “Playa Girón”, bu derinliğin en yoğun hissedildiği şarkılardan biri.

Silvio, savaştan 8 yıl sonra bu körfezdeki balıkçılarla birlikte geçirdiği günlerde yazdığı bu şarkısında, devrimci siyasi mücadelenin zorlu bir çelişkisine işaret ediyordu. “Gerçek” denilen kavramın zorlu doğasına...

“Tarihçi yoldaşlar / gerçek denilen o acımasız şeyi aklımda tutarak / bir soru sormak istiyorum / çok kafama takılıyor / Eğer biri önce yemeğimizi elimizden alıp / sonra bize yaşamı bahşediyorsa / ne demeli, hangi sınırlara saygı gösterilmeli? / Nereye kadar gerçekleri yaşamalıyız? / Ne zaman biliriz ki Playa Girón'un insanları / aslında tarihi, kendi tarihlerini yazıyorlar”

Aynı soruyu şair ve müzisyenlere de soruyordu Silvio. Tipik bir bildiriye benzemeden, ama duygusallığa da kaçmaksızın nasıl yazılırdı bir teknenin şiiri? Hangi harmoniyle bestelenirdi?

Şarkının sözlerinin derinliği, bu çelişkiyi ortaya koyarak, aslında çelişkiye bir çözüm sunmasından geliyor. “Nasıl ifade edebiliriz” sorusu, yanıtın nerede aranması gerektiğine dair bir ipucu sunuyor.

Sosyalizm propagandası yapmanın zorluğu, tam da burada yatıyor. Bir yandan, sosyalizm gerçeğin ta kendisi: Kübalılar için 2 liraya tatil yapabilmek belki bu gerçek, büyük insanlık içinse eşitlikçi bir düzen kurup dünyanın zalimlerine kafa tutan Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkeler...

Diğer yandan, “acımasız gerçek” bastırıyor. Bugün Türkiye'deyiz, o acımasız gerçeğin tam içinde. Ülke halkının çoğunluğu üzerine bir karabasan çöktüğünü hissediyor ve nefes almakta dahi zorlanıyor. Gerçeğin acımasızlığı, hepimizi, biraz nefes alıp soluklanabileceğimiz bir durak aramaya zorluyor.

Ve yine: gerçek dediğimiz, çok karmaşık. Karabasan ne kadar gerçekse, birazcık nefes alabileceğimiz, düzen değişmese dahi şöyle biraz daha iyisini bekleyebileceğimiz bir durak yok, bu da gerçeğin bir diğer yüzü.

Bu yüzden çıkış sosyalizmde. Fakat, o zorlu çelişki yine karşımızda duruyor. Bildiriler sosyalizmi anlatmaya yeter mi? Peki birer peygamber gibi sürekli “gelecek güzel günler”i vaaz etmek sosyalizmi toplumsallaştırır mı?

Komünistler bugün Türkiye'nin içine düştüğü tüm sıkıntılara doğru siyasi karşı koyuşlarını haykırıyor. Bildirilerde, yayınlarda, alanlarda sesini yükseltiyor, bu acımasız tabloya, AKP zulmüne kafa tutuyor. Bu olmazsa olmaz.

Ama gerçek, karmaşık. Sonuna kadar gerçek olan o “gelecek güzel günler”in, sosyalizmin, bugünün acımasızlığına nasıl çözüm olabileceğini de anlatmak gerekiyor. Bu karmaşıklığı tüm berraklığıyla ortaya koymadan, sosyalizm toplumsallaşamaz.

Nasıl yapılacak? Genele seslenmek, siyasi gelişmelere ilişkin tavrımızı bildirilerle dile getirmek, yayınlarımızda sosyalizm gerçeğini gözler önüne sermek... Doğru ve gerekli, ama yeterli değil. Burada devreye, insan faktörü girmek zorunda. Birbirimize dokunarak, birbirimizle konuşarak, tartışarak, yaşayarak, birlikte kafa yorup birlikte kavgaya karışarak, gerçeğin karmaşıklığını duyumsayarak yaygınlaşır sosyalizm gerçeği.

O zaman anlayabilir ve anlatabiliriz ki, Türkiye'nin insanları aslında tarihi, kendi tarihlerini yazıyorlar.