Faşizm

1937 Paris Dünya Fuarı, artık herkesin hissetmekte olduğu, o gelmekte olan fırtınanın habercisiydi sanki.

Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği’nin pavyonları, adeta Eyfel Kulesi’nin hakemliğinde ringe çıkmış gibi karşı karşıya, tehditkâr, birbirlerini süzüyorlardı. Fuar düzenleyicisi Fransa, bunu bilerek yapmıştı. Aslında sadece fuarda değil, yaklaşmakta olduğunu herkesin gördüğü savaşta bu iki ülkeyi karşı karşıya getirmekti amaç.

1936’da Hitler, Versay Anlaşması’nı çiğneyerek Ren bölgesini tepeden tırnağa silahlandırmaya başladığında, İngiltere ve Fransa, bu faşist gücün bir an önce doğuya, komünizme saldırmaya hazırlandığını düşünüyor, bunu kışkırtmaya çalışıyordu. Öyle ya, henüz o tarihte yahudiler, çingeneler ve diğer ırklara karşı soykırım çalışmaları bilinmiyordu Naziler iktidara gelmiş, en fazla komünistleri kesmişlerdi.

Batı, ellerini ovuşturuyordu.

Aslında Hitler, fuara katılmamak niyetindeydi. Fakat yetenekli başmimarı Albert Speer ikna etti Hitler’i, "bu Almanya’nın gücünü dünyaya göstermek için kaçmaz fırsat"... Speer, belli ki biliyordu Sovyetler’in tam karşısında yerleştirileceklerini. Sonradan itiraf edeceği üzere fuar öncesinde Sovyetler’in kuracağı pavyonun planlarını görmüş, Nazi pavyonunu tamamen Sovyetler’e karşı bir gövde gösterisi olarak tasarlamıştı.

İki zıt dünya görüşü, karşı karşıya geldiler. İki pavyon, bir karşılıklı meydan okumaydı.

Sovyet Pavyonu’nun temel ögesi, kadın heykeltraş Vera Mukhina’nın İşçi ve Kolhozcu Kadın anıtıydı. Daha da yükselmek üzere adımlarını önlerindeki basamağa atmış, kendilerine güvenleri başlarının dikliğinden belli, komünizmin evrensel simgesi çekiç ve orağı ellerinde göğe yükselten iki figür. Diğer iki kolun geriye doğru bakan jesti, bu iki figürün güçlerini arkalarından, arkalarındaki kitlelerden aldıklarının muştucusu. Etekleri, bize emekçilerin rüzgâra, akıntıya karşı yürüdüklerini anımsatacak şekilde uçuşmakta.

Bu iyi bilinen anıt, iki figürden ibaret değil. 1937 Paris Fuarı’nda sergilendiği şeklinde, anıtın kaidesinin alt duvarlarında Sovyet halklarını temsil eden figürler var. Ortaya yerleştirilmiş kadın ve erkek, komşuları, dostlarıyla sohbet ediyor. Bir yanlarında bir kemancı keman çalıyor, diğer yanda ufak bir kız çocuğu elinde bir çiçek demeti tutuyor. Hepsi gülüyor. Hepsi mutlu, hepsi kendine güvenli.

Sovyet emekçilerinin mutluluğu üzerinde, kadın ve erkek, işçi ve köylü, emekçilerin birliğinin getirdiği güç yükseliyor.

Ve Nazi pavyonu... En tepede bir kartal, bir gamalı haç tutuyor. Kartalı taşıyan kaide, kalın ve yüksek sütunlarıyla, karşısında duran insanı ezmek için tasarlanmış. Sovyet pavyonundaki anıtın ilk mesajı nasıl ki insanı yüceltmekse, Nazi pavyonundaki anıtın ilk mesajı da bu: O’nun karşısında, bir hiçsin.

Nazi pavyonunda insan figürüne, ancak pavyonun önüne yerleştirilen, Thorak tarafından yapılmış olan heykelde rastlıyoruz. Abartılı derecede güçlü gösterilen vücutlarıyla önde el ele tutuşan iki erkek figürü, Ari ırkın üstün temsilcisi olan Almanlar’ın birliğini simgeliyor.

Sovyet anıtı bir kadının elinden çıkma iken, Nazi pavyonunda kadına düşen yer, düşmanlara karşı el ele vermiş kudretli erkeklerin arkasında, onları desteklemek oluyor.

Erkeğin destekçisi olarak kadın... Faşist ideolojinin kadına biçtiği rol, bunun üzerinden kurgulanıyordu. Kadın erkeğine, erkeklere destek olacak, ve bir de (şaşırtıcı mı?) 3 çocuk doğuracaktı!


Frauen Warte (Kadınların Bakış Açısı) dergisinin 1939’da Anneler Günü’nde çıkardığı özel sayının kapağı.

Batı, ellerini ovuşturuyordu... Faşizmin, “komünist tehdit” karşısındaki yükselişi imgesini başarıyla yaratmışlardı fuarda.

Ancak bu çatışma, fuarda yalnızca imgeden ibaret değildi. Almanya ve İtalya’nın desteklediği faşist Franco güçlerine karşı amansız bir mücadele içerisinde olan İspanya Cumhuriyeti de pavyonuyla orada yer alıyordu.

İç savaş yürütmekte olan İspanya’nın pavyonunda, dönemin avangard sanatçıları, zihinlerini bu savaşa vermişlerdi. Picasso, birkaç ay önce yaşanmış olan Guernica katliamını resmetti bu pavyonda. Dünya, 1937 Paris Fuarı’nda bu resmi, ve bu katliamı konuştu.

Eserlerinde doğrudan siyasi bir dili pek kullanmayan Joan Miró, Cumhuriyetçi pavyon için birçok eserin arasında, bir de pul tasarımı hazırlamıştı. Kızıl kasketiyle bir Katalan köylüsünü gösteren pulda, “İspanya’ya yardım edin” yazılıydı. Fransa’da satılması ve gelecek paraların İspanya’ya aktarılması düşünülen pul, maalesef hiç basılmadı.


Miro, resmin altına şu notu düşmüştü: "Günümüzdeki bu çatışmada, faşist tarafta tükenmiş güçler, karşı tarafta da sınırsız yaratıcılıkları ile İspanya'ya dünyayı şaşırtacak bir güç verecek olan halkı görüyorum."

Ancak emekçi sınıfların varlığı, fuarda yalnızca kendini bu iki pavyonda hissettirmiyordu. Dünya emekçileri, belki de en fazla o yıllarda kendilerini dünya genelinde tek bir sınıfın, proletaryanın parçası hissediyorlardı. Dünyanın her tarafından komünistler ve anarşistler İspanya’ya savaşmaya gitmişti. Fransa’da ise, Komünist Partisi’nin de desteğiyle Halk Cephesi hükümeti kurulmuştu. Bu geniş cepheyi kuran işçiler, fuar şantiyesindeki çalışmalar sürerken greve gitmişlerdi.

Batı ise, ellerini ovuşturuyordu... İspanya’da dünya halkları Cumhuriyet’i savunmak üzere kenetlenmişken, İngiltere, Fransa, ABD üç maymunu oynuyordu.

Nazi Almanyası, önce Avusturya’yı ilhak etti. Bu adım, Hitler’in “Kavgam”da duyurduğu Lebensraum, yani Yaşam Alanı teorisi çerçevesinde atılmıştı. Batı, çıtını çıkarmadı. Stalin yönetimi, faşizmin yükselişine karşı önlem alınması için sürekli Fransa ve İngiltere’yle temas ediyor, ancak hiçbir karşılık bulamıyordu. Zira hesap, faşistlerin Sovyetler’e saldırmasıydı.

Bu yüzden Naziler Çekoslovakya’nın bir kısmını “buralarda Almanlar yaşıyor” gerekçesiyle işgal etmeye karar verdiğinde, İngiliz ve Fransız hükümetlerinin temsilcileri Münih’e giderek, Çekoslovakya topraklarının Almanlar tarafından işgal edilmesine (sanki babalarının malıymış gibi) izin veren anlaşmayı imzaladılar.

Dünya komünist hareketi, faşizmin yükselişine karşı ortak tavır sergilenmesi için çırpınıyordu. Komintern, özellikle batı Avrupa ülkelerinde bu yönde kamuoyu yaratılması için işçileri seferber etmişti. Fakat Batı, yüz vermedi.

Ancak hesapları, tersine döndü. Sosyalizmin anavatanının savunulması için, Sovyetler Birliği’nin zamana ihtiyacı vardı. Sovyetler’i kurmakta olan halkların, onu korumak için hazırlıklarını yapacakları zamana... Molotov-Ribbentrop Anlaşması imzalandı, Sovyetler nefes alacak vakit buldu, Hitler yüzünü, ellerini ovuştururken gafil avlanan Batı’ya döndü.

Tarihin yoğunlaştığı, her gün birkaç senenin olayının yaşandığı o savaş yıllarının sonucunda ne olduğunu biliyoruz. Hitler Batı’daki işini bitirip yüzünü tekrar Sovyetler’e döndüğünde, Büyük Anayurt Savaşı başladı. Sovyet halklarının, şimdi bakıldığında bile insanı umutlandıran mücadelesine, diğer işgal altındaki ülkelerdeki direniş hareketleri omuz verdi.

Faşizm, yenildi. Bundan tam 67 yıl önce, bugün.

Ancak Batı, ellerini ovuşturmayı savaş yıllarında dahi bırakmadı. Almanya karşısında asıl kaybı Sovyetler’in vermesini istedikleri için ABD ve İngiltere, kıta Avrupası’na çıkarma yapmayı bile son ana kadar erteledi.

Savaş biter bitmez ise, kamuoyunu rahatlatmak için harcanacak olan bazıları dışında sayısız Nazi’yi istihdam etmeye başladılar. Artık komünizmi bitirmek görevi, bu Nazi artıklarıyla birlikte çalışan ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya ve müttefiklerine aitti.

NATO kuruldu, Soğuk Savaş başlatıldı. Yalnızca dünyanın kimi coğrafyalarında piyon savaşları yürütmüyor, kendi ülkelerinde kurdukları Gladyo örgütlenmesiyle, iç düşman olarak gördükleri kendi emekçi sınıflarına karşı da savaş veriyorlardı.

Başarılı oldular. Sovyetler Birliği, yıkıldı.

Dünyaya yıkım getiren 2. Dünya Savaşı’nın baş mimarı Almanya, savaş sonrasında Anayasa’yla ülke dışına asker gönderilmesini yasaklamıştı. Faşist geçmişe karşı, biçimsel önlemler alınmaya çalışılıyordu.

Doğu Bloku’nun yıkılışıyla başlayan yeni emperyalist saldırganlık döneminde, emperyalist bir saldırgan güç olarak Almanya’ya, Alman ordusuna bir kez daha ihtiyaç duyuldu. Luftwaffe uçakları Yugoslavya’yı bombalarken, bu ülkede halen 1940’larda da aynı uçaklar tarafından nasıl bombalandıklarını hatırlayacak insanlar yaşıyordu.

Kapı dışarıya bir defa açıldıktan sonra, Alman ordusu bunu hiç kapatmadı. Ve ondan, daha fazlası isteniyor.

Geçtiğimiz günlerde İngiliz Savunma Bakanı Philip Hammond, Chicago’da iki hafta sonra düzenlenecek NATO zirvesi öncesi Berlin’i ziyaret etti. “Şu tarihi gönülsüzlüğü bırakın” dedi, “Almanya askeri gücünü önemli ölçüde artırmalı.”

Niye? Çünkü “Avrupa artık bir kale gibi savunulamaz”dı. “Karşı karşıya olunan tehditler bölgesel değil”di, “savunma da bölgesel olamaz”dı. Libya, ne yapılması gerektiğinin güzel bir örneğiydi. Hammond Libya’da Avrupa’nın, ABD’nin yükünü biraz daha fazla sırtlamasını örnek verip, “Avrupa Balkanlar ve Akdeniz’de yükü sırtlamalı, gerekirse Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da daha fazla rol almalı” dedi.

Yarım asır sonra yeniden savaş sahnesine çıkartılan Almanya’nın başkentinde İngiliz Savunma Bakanı, bir kez daha büyük güçler arasında düpedüz dünyayı paylaştırıyor, kimin nerenin jandarmalığını yapacağını açıklıyor!

Başarı öyküsü olarak verdikleri Libya’da uygulanan plan, şimdi Suriye’de uygulanmak isteniyor. Ve Türkiye’nin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bir sınır provokasyonunda sınırın bu yanına 3-5 kurşun gelmesinin, NATO’nun 5. Maddesi’ni kullanmak için bir gerekçe olarak kullanılabileceğini söylüyor!

Boşverin teorik tanımını filan bir an için... Faşizmin dünya halklarına kan kusturan saldırısı, bugün de devam etmiyor mu? Kapitalist ideologlar, Sovyetler Birliği yıkıldığında piyasanın mutlak zaferini ilan etmiş, bir kapitalist Arkadya’nın gelişini müjdelemişlerdi. Oysa o zamandan beri dünyanın her yanı, yangın alanı.

Büyük insanlığın, faşizme karşı büyük direnişini sergilediği o yıllarda Bursa Kalesi’ne hapsedilmiş olan Nâzım, “Çepeçevre yangındır dört bir yanımız... Şimdi öyle canlı bir şey ki yangın benim için, şöyle bir yan gözle pencereye baksam göreceğim sanıyorum bahçede çepçevre bütün ağaçların tutuştuğunu” diyordu.

Hayatımda beni, tüm benliğimi esir alacak kadar duygulandıran en büyük gün olan 9 Mayıs’ta, bu sene ben de aynısını hissetmediğimi söylersem, gösterişli bir belagât yapmaya çalışıyor havası yaratmaktan kaçınma isteğimi yerine getiririm belki ama, yalan söylemiş olurum.

Gözlerimi kapatıyorum, çepeçevre yangın yerini görüyorum. Sanki yeniden açtığımda, camdan içeri alevler girecek...

Ama insanlık, nasıl ki başına gelen en büyük belayı yenmeyi başardı, o belanın asıl kökü olan kapitalizmi, emperyalizmi de alaşağı etmeyi başaracak.

“Ve zafer, artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp koparılacak.”

[email protected]