Cahilce bir sanat yazısı

25 Mart 1949 Salı günü, New York’taki Astoria Waldorf Oteli’nin onuncu katındaki 1402 numaralı balayı süitinde, bir balayı süiti için hiç alışılmadık bir durum vardı. Çiftlerin kaldığı odada çok sayıda insan koşturup duruyordu. Odaya birkaç telefon hattı daha bağlattılar. Sürekli telgraf yağıyordu. Oda servisi durmaksızın yemek ve içki taşıyor, garsonlar kağıt ve dosya yığınlarının arasında tepsileri koyacak yer bulamayınca yatağın kenarına bırakmak zorunda kalıyordu.

Otelin aşağısı da çok hareketliydi. “Dünya Barışı İçin Kültür ve Bilim Konferansı”nın açılış günüydü. Bin delegenin katılacağı salondaki hazırlıklar tamamlanmış, kürsünün önüne gönderilen çiçekler diziliyordu.

Ancak en hareketlisi, otelin dışıydı. Yüzlerce sağcı, “komünist işi” olan bu konferansa katılacak aydın ve sanatçıları protesto etmek için toplanmıştı. Dashiell Hammett, Leonard Bernstein ve arkadaşları girerken “Yumoşlar” diye bağırıyor, herkese hakaretler yağdırıyorlardı.

Balayı süitine dönelim. Odanın ruhundan hareket edersek, “damat” rolünde eski Troçkist felsefeci Sidney Hook bulunuyordu. Odadaki diğer dikkat çekici isimler şunlardı: Yazar ve sanat eleştirmeni Mary McCarthy, gazeteci Bowden Broadwater, romancı Elizabeth Hardwick, şair Robert Lowell, ailesi Ekim Devrimi sonrası kaçan Rus besteci Nicolas Nabokov, eleştirmen Dwight Mcdonald, gazeteci Nicola Chiaromonte, yazar Arthur Schlesinger, eski Troçkist dergi Partisan Review’ın editörleri… Bir de, tuhaf ama, Kadın Giyim İşçileri Sendikası’ndan David Dubinsky.

Aşağıdaki konferansta, dönemin dünyaca tanınan, çok önemli sanatçıları ve bilim insanları vardı. Medyanın gözü Şostakoviç’teydi. Oturumları, Arthur Miller gibi önemli isimler yönetiyordu. Thomas Mann gibi bazı isimler gelememiş, dayanışma mesajı göndermişti. Sovyetler Birliği’ndeki sanat kurumlarıyla Batılı kurumların işbirliğinin sonucunda düzenlenen konferans, büyük ses getirmişti.

Solun sesinin yükselmesi, ABD’nin çok canını sıkıyordu. Konferanstan üç hafta önce, bir karşı-komite, “komünistlerin işi”ni kötülemek için bir araya gelmişti: André Malraux, Bertrand Russell, Karl Jaspers, Benedetto Croce, T. S. Eliot, Igor Stravinsky… Ama konferansın düzenlenmesini engelleyememişlerdi.

CIA devreye girdi. “Madem engelleyemedik, kışkırtalım” hedef buydu. Oteldeki balayı süiti, bu kışkırtmayı yönetmek için tutulmuş, CIA’yle ortak çalışan “sanatçılar” buraya doldurulup tüm faaliyeti koordine etmeye başlamışlardı.

Balayı süitindeki isimler arasında sırıtan Kadın Giyim İşçileri Sendikası’ndan David Dubinsky’nin rolü de bununla bağlantılıydı. Dubinsky, balayı süitini kiralamak ve içine o gün kimlerin girdiği konusunda gizlilik sağlamak için otel yönetimini tehdit etmiş, yeri ayarlamazlarsa işçi sendikalarına oteli kapattıracağını söylemişti. Odanın ve tüketilenlerin tüm faturasını da Dubinsky ödedi. Para, elbette CIA’den geliyordu.
Konferansın soru cevap kısmı geldiğinde, balayı süitindekiler de salondaki yerlerini almışlardı. Kışkırtma başladı. Dwight Macdonald söz aldı, o dönem Sovyet Yazarlar Birliği Başkanı olan A. A. Fadeyev’e sorusunu yöneltti: “Neden Komünist Parti Politbürosu’nun eleştirel önerilerini kabul edip, romanınız Genç Nöbetçi’yi yeniden yazmayı kabul ettiniz?” Fadeyev’in yanıtı çok kısa ve çok netti: “Politbüro’nun eleştirileri yapıtıma çok yardımcı oldu.”

***

Konferanstan bir süre sonra, Life dergisinin kapağında, “komünizmle flörtleşen Kremlin uşakları” denilerek 50 kişinin fotoğrafı basıldı. Fotoğrafına yer verilenler arasında şu isimler vardı: Albert Einstein, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Dorothy Parker, Aaron Copland, Marlon Brando, Frank Lloyd Wright, Henry Wallace…

FBI, konferans katılımcılarından Howard Fast’in Spartaküs isimli romanını basmaması için yayınevlerini tehdit etmiş, 7 yayınevinden ret yiyince Fast, kitabı kendi parasıyla bastırmak zorunda kalmıştı.

* * *

O dönem CIA’yle balayı yaşayan “sanatçılar”, otelin önünde birikmiş, kafası çalışmayan sağcı güruh gibi kaba bir komünizm karşıtlığı yapacak kadar saf değildi. Daha incelikli bir ideolojik mücadele yürütüyorlardı. “Sanat”ı yüceltiyor, “özgürlüğü” yüceltiyor, sanatçıların politikadan mutlak bağımsızlığını savunuyor ve Sovyetler Birliği’ne saldırıyorlardı.

CIA parasıyla.

1930’larda bu düşünceleri dile getirmek mümkün değildi. Walter Benjamin size sanatçıların niye örgütlenmesi ve temel belirleyen olarak sınıf mücadelesine bakması gerektiğini anlatır, Picasso sizi ciddiye almaz, sürrealistlerse muhtemelen balkondan aşağı atmaya kalkardı.

Soğuk Savaş’la birlikte bu değişti. Sovyet avangardının daha 1920’lerde sanatı politika üzerinden hayatla eşi benzeri görülmemiş biçimde birbirine bağlayan atılımı sadece biçimsel bir ilginçlik olarak kısaca anlatılıyor, sanatla siyasi mücadele arasında bağ kurmak “komünist işi” olarak karalanıyordu.

Bir süre sonra bu düşüncenin pekişmesi için CIA’in para vermesine gerek kalmadı. Akademiler, sanat piyasası, eleştirmenlik kurumu gönüllü olarak yapıyor bunu artık.

Kemal Okuyan’ın “Devrim, sanatın diline muhtaç. Sanat ise devrime” dediği yazısına bir sanat tarihçisi akademisyen, “Cahilsek yazmayalım ya, herkes sanattan anlamak zorunda değil” diye yanıt vermeye kalkıyor.

Kapitalizmin sanat alanındaki balayı bitmek zorunda.

Politbürodan kaçarak değil, politbüroya sorarak bitecek.

Bu da bizim provokasyonumuz.