Bunu Yazmak İstemiyordum, Ama Mecburum

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR – KÜBA ve LATİN AMERİKA yazıları

Geçtiğimiz Salı günü, 23 Şubat’ta, Orlando Zapata Tamayo öldü. Küba’da hapisteydi, açlık grevi yapıyordu. Ölümü, beklenebileceği üzere, tüm uluslararası medya kuruluşlarında ve Türk basınında yer buldu, ve derhal, Küba karşıtı, sosyalizm karşıtı bir kampanyanın parçası oldu.

Canım acıdı. İçim sıkıldı. Tüm bu karalamalara yanıt vermek gerekiyordu, ama gelmiyordu içimden: fikri iradesiyle yaşamını ortaya koyan, direnen, sonuna kadar giden kişiye saygı göstermeli. Arkasındaki motivasyon kıyasıya eleştirilecek, yerden yere vurulacak olsa da, eylemin kendisi biraz sükûneti hak ediyordu benim gözümde.

Karşı cephenin bu gibi “teferruatlara” önem vermediğini, -ne canlı ne ölü- insana saygı göstermediğini biliyoruz. Zapato’nun ölümünün ardından yapılan haberlerde de böyle oldu: ölümü, sosyalizme savrulacak bir yeni yumruk, sıkılacak bir yeni kurşundu o kadar. İnsanlıktan uzak bir siyasi karalama kampanyası, bütün yaygarasıyla sayfaları kaplıyordu. Hepsine tek tek yanıt verilebilirdi, ancak bu kokuşmuş çığırtkanlığın bir parçası olmak istemedim. soL’daki birçok arkadaş, “Buna yanıt vermek lazım” dedi. Bekleyelim, dedim, onlar sussun biz konuşalım.

Eylemin kendisi biraz saygıyı hak ediyor belki, hele ki açlık grevinin, ölüm orucunun, direnmenin ne demek olduğunu bilen bizler için… Ama o kadar. Kimsenin açlıktan ölmediği, faili meçhul cinayet diye bir şeyin olmadığı, kimsenin ortadan “kaybolmadığı” bir ülkede bunu yapmanın savunulacak tarafı yok. Bunları anlatacaktım ayrıntısıyla, kopartılan yaygara dindiğinde. Ve yaygarayı koparanlar, Zapato’yu elektronik arşivlerin bir parçası haline getirme işlevlerini görür görmez, Zapato denilen “haber konusunu” bir yana bırakıp başka haber konuları aramaya başladıklarında kendilerine… Zapato artık sadece ölümünden üzüntü duyan yakınları, ve ölümünü dert edinip, aklındaki sorulara yanıt arayanlar için bir anlam ifade ettiğinde, tartışacaktım bunları…

Ta ki, Granma’da Enrique Ubieta Gómez’in konunun ayrıntılarını anlattığı yazısını okuyana kadar.

Zapato’nun Mart 2003’te tutuklandığını okuduğumda ilk çıkan haberlerde, aynı zamanlarda yapılan ve ABD’den para aldıkları, başta çetenin iki liderinden biri konumuna kadar yükselen Küba istihbarat görevlisinin anlattıkları olmak üzere çok sayıda kanıtla reddedilemez biçimde ortaya konulduğu için yakalanan 75 kişiden biri olduğunu düşündüm. Bu 75 kişi içinde sadece bir gerçek gazeteci olmasına rağmen, Batı basını konuyu uzun süre “gazetecileri tutuklayan, ifade özgürlüğünü kısıtlayan Küba diktatörlüğü” şeklinde işlemişti. Soğuk Savaş döneminden bu yana işledikleri bu tema, emperyalizmin en önemli ideolojik silahlarından biri halini almıştı ne de olsa.

Oysa Zapato’nun geçmişi biraz farklıymış. Zapato, yüklü bir kriminal geçmişe sahip: ilk defa sıradan bir adli suçtan 1988’de cezaevine girmiş. Sonra: 1993’te haneye tecavüz 2000’de hafif yaralama, dolandırıcılık ve ruhsatsız silahla adam yaralama, 2002 kamu düzenini bozmak… 9 Mart 2003’te salınmış, ancak çıkar çıkmaz yine suça bulaşması üzerine 11 gün sonra, 20 Mart’ta tekrar tutuklanmış.

İspanyol EFE haber ajansına göre, Zapato, Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Komisyonu’nun, 2003’te bahsettiğim operasyonda tutuklananları –özgürlük savaşçıları olarak– verdiği listede yok.

Anlayacağınız, Zapato siyasi bir suçlu değil. 2003 Mart ayında tutuklanan karşıdevrimcilerle bir bağı yok. Akla en yatkın olasılık, siyasi suçluların Batı basınından, uluslararası kuruluşlardan, ülkedeki Batılı ülkelerin büyükelçiliklerinden gördükleri maddi ve manevi destekten yararlanmak istemiş olması. Her neyse, görünen o ki, son defa hapse girdikten sonra Zapato sosyalizme karşı siyasi bir söylemin içine girmiş.

Nasıl kendini ölüme sürükleyecek iradeyi gösterdi? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum. Ama hikayeyi öğrenir öğrenmez, bu değil de, bir başka mesele kafamı istila etti.

Açlık grevinde ölene hiç olmazsa saygı gösterilir diyordum. Çünkü biz biliriz insanın haklı gördüğü dava uğruna yaşamını ortaya koymasını. Pek çıkmaz ama, karşı cepheden birileri bu iradeyi sergileyince, hiç olmazsa biraz saygı diyordum…

Şimdiye kadar Küba’da karşıdevrimci siyasi faaliyetleri nedeniyle hapse giren çok kişi açlık grevine başlamıştı. Hemen hepsi, eylemin vücutlarına fiziksel olarak hasar vereceğini anladıkları noktada bıraktılar, vazgeçtiler. İlk günler, Batı’da bu tutukluların yaygarasının koparılmasına yetiyordu ne de olsa.

Ama işte, Zapato bu bakımdan da onlardan çıkmadı. Farklı bir hikayesi vardı besbelli. Açlık grevi emrini verenlerin hiçbir zaman yapamadıklarını yapmayı seçti.

Sonunda kendilerine, kendilerinden olmayan, ama kendini feda ederek “haber konusu” olacak birini buldular. Öldürdüler.

Lanet olsun.

[email protected]