Brezilya Komünist Partisi

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR – KÜBA ve LATİN AMERİKA yazıları

Geçtiğimiz hafta, Brezilya Komünist Partisi’nin (PCdoB) 12. Kongresine katılmak üzere Brezilya’daydım.* Önce Rio de Janiero’ya, sonra da Saõ Paolo’ya gittim. Çok güzel bir ülke olan Brezilya’da, sınıfsal eşitsizliğin çarpıcılığını ifade etmek zorundayım öncelikle.

Rio, çok etkileyici bir kent. Deniz kıyısındaki düzlüklere kurulu kentin dört yanında, birdenbire göğe yükselen dağlar, insanın üzerinde büyük bir etki bırakıyor. Hem Rio’da, hem de Saõ Paolo’da hemen her köşe başında sokakta yatan, çöpte yiyecek arayan insanlar görmek kaçınılmaz. Rio’da, bu yoksulluk daha da göze çarpıcı: Kentteki tüm dağ ve tepelerin yamaçları, yokluğun hayatı esir aldığı favelalar, ya da bizdeki deyişle gecekondu mahalleleriyle dolu. Bu yüzden ister kent meydanında, ister ünlü Ipanema plajında ya da bir lüks alışveriş merkezinde olun, kafanızı kaldırıp etrafa baktığınızda en fazla göze çarpan, sizi çevreleyen bu yoksulluk oluyor.

Saõ Paolo’da yoksullar, kentin daha fazla çeperlerine itilmişler. Rio’da ise, muazzam eşitsizliğe bir de yoğun bir şiddet unsuru eklenmiş. Henüz iki hafta önce, sahilde oturmakta olan yaşlı bir adam, kafasında yediği kurşunla yere yığılmış. Kentin her yerinde kopabilen silahlı çatışmaların arasında kalıp, “kaza kurşunuyla” ölmek, Rio sık yaşanan bir durummuş. Bu büyüklükte bir kentin içindeki güzelim Copacabana plajının iki sokak berisinin, mekan ve insanlarıyla kendisini fuhuş ve uyuşturucuya teslim etmiş olması, kapitalizmin eşitsizliğine, bu eşitsizlikte yapılan turizme, yarattıkları kültüre lanet okutuyor.

Brezilya’da iki komünist pari var. PCdoB, yüzde 3 civarında oya sahip olan büyük komünist parti, Lula hükümetinin bir parçası. Daha küçük olan PCB ise Lula’yı şiddetle eleştiriyor.

Kongre, hükümetteki partinin kongresiydi. Türkiyeli bir göz için bana şaşırtıcı ve düşündürücü gelen, orada bulunduğum sürece bayağı zihin egzersizi yapmama yol açan bazı noktaları burada da paylaşmak istiyorum.

Kongrede partinin temel olarak, ülkede Lula’nın başkanlığa seçildiği 2002’de ortaya çıkan, sol açısından avantajlı durumu ileriye götürmek için her bakımdan kendisini hazırlama hedefini gözettiği söylenebilir. Parti programını yenileyen PCdoB, Brezilya’nın sosyalizme yöneleceği ilk aşama için asgari hedefleri özetleyen, kapsamlı ve somut bir “Yeni Ulusal Gelişim Projesi” kaleme aldı. Ekonomik, toplumsal ve kültürel birtakım temel değişim ve dönüşümleri hedefleyen proje, “ulusun güçlendirilmesi” hedefiyle birleştiriliyor.

Kongre metinlerindeki ulusçu söylem, Türkiyeli bir komünisti en fazla şaşırtan olgulardan bir tanesi. Kongre salonunda sahnenin arkasında yer alan slogan da “Güçlü Ulus, Sosyalist Yol” idi. Öte yandan, PCdoB’nin hem Latin Amerika, hem de dünya soluyla samimi ve sıkı ilişkileri olduğunu, enternasyonalist bir partinin görevlerini yerine getirmeye çalıştığını önceden biliyordum.

Bu soruya yanıt ararken, Brezilya gerçekliğine dair kafa yormak gerektiğini anladım. Parti militanlarıyla yaptığım görüşmelerden ve kongre metinlerinden çıkardığım sonuç şu: Büyük potansiyeller barındıran ve son yıllarda kıtada güç kazanan bir ülkede sol eğilimli bir hükümetin iktidarda bulunması, ülkenin güçlendirilmesinin hem Brezilya, hem de kıta halkları açısından emperyalizm karşısında güç kazanılması anlamına geleceği olarak değerlendiriliyor.

Öte yandan, kongre metinlerinde şu ifadeye de yer veriliyor: “Günümüzde diğer uluslar gibi Devlet’ten ya da Ulus’tan özerklik ya da bağımsızlık iddiasında bulunan ulusçu-etnik gruplarla karşı karşıya gelmeyen Brezilya’da tek bir halkın bulunması durumu, ülkenin bir kazancıdır.”

Bu avantajdan da yararlanarak, parti ulus söylemini kullanırken, temelde bir göçmenler ülkesi olan Brezilya halkının Afrika’dan Avrupa’ya, Arap kültüründen Japon kültürüne kökenlerinin özgün bir bileşimi olarak Brezilya ulusunun yarattığı kültüre sahip çıkıyor. Burada soru, ulusçu söylemin sınıf siyasetiyle birleştirilme çabasına kayıyor. PCdoB’nin güçlü bir sınıf vurgusuna sahip olduğu, ülkenin emekçi sınıflarının iktidara el koyması hedefini önüne koyduğunu belirtelim. Brezilyalı yoldaşlarımız, kendi ülkelerinin özgün koşullarında ilerlemenin peşinden koşarken, bizlere de ilginç bir deneyim sunuyorlar. Kongrede benimsenen ve temel hedef olarak partinin orta kademelerinin toplumsal yaşamla bağlarının güçlendirilmesi ve ideolojik önderlik kapasitelerinin artırılmasını öngören yeni kadro politikası da, bu gerçekliğe yanıt verme arayışının bir diğer yansıması.

Kongreye damgasını vuran konulardan birisi de, elbette Lula hükümetiyle ilişkiler. Parti, 1989’da ilk kez aday olduğu günden beri her seçimde Lula’yı destekledi. 2002’deki zaferden bu yana da hükümette yer alıyorlar. İlk seneler bizim ülkemiz de dahil birçok yerde liberal solcuların baş tacı ettiği Lula hükümeti, Brezilya’da birtakım sosyal politikaları hayata geçirmiş olsa da, bunların hızının beklentinin çok altında kaldığını kabul etmek gerek. Diğer yandan ise, Latin Amerika’nın emperyalizmin egemenliğinden kendisini kurtarmaya çalıştığı bu süreçte, kıtanın en büyük ülkesinde emperyalizm karşısında bağımsız siyaset yürütecek bir hükümetin varlığı, büyük önem taşıyor.

Ancak sorunları da beraberinde getiriyor. Çünkü başta Unasur olmak üzere Latin ülkeleriyle işbirliği ve bütünleşme konusunda önemli adımlar atan Brezilya hükümeti, dış politikasında çoğu zaman emperyalizmle uzlaşmacı bir görüntü sergiliyor. PCdoB’li militanlar bunu “taktik” olarak nitelese de, pratikte bu taktiğin ne kadar işe yaradığı tartışmalı. PCdoB’nin ulusçu söyleminin yaratacağı olası gerilimlerden birisi burada yatıyor. Lula hükümeti, dış politikada zaman zaman Chávez önderliğindeki sol hükümetlerin çizgisinden farklı, hatta bazen buna aykırı politikaları savunuyor. Bu gibi çelişki durumlarında, ulusçu bir söylemle hükümet ortağı olan bir komünist partinin, zorlu bir sorunla karşı karşıya kalacağını kestirebiliriz.

Lula, kongrede bir konuşma yaptı. Konuşma, bende işçi ve sendikacı olduğu yıllara dair, partiye de övgülerde bulunan popülizme bulanmış, şov benzeri bir konuşma izlenimi uyandırdı. Lula’nın konuşmasının bir yerinde “George W. Bush’la sonradan arkadaş olduk” demesine rağmen, konuşmanın salonda büyük bir coşkuyla alkışlanması ise benim açımdan kongrenin en şaşırtıcı noktası oldu. Sonradan konuştuğum tüm partililer sözlere tepki gösterseler de, sonuçta Lula’nın partiden büyük destek gördüğü ortadaydı.

Partililer, birebir konuşmalarda Lula’yı bir “sosyal demokrat” olarak niteliyorlar, tabii Lula hükümetinin bizdeki sosyal demokrat konuma denk düşen çizgilerden çok daha solda olduğunu eklemek gerek. Yine de, bugün uluslararası komünist hareketin, sosyal demokrasiyle ne koşulda olursa olsun ortaklık kurmayı ilkesel olarak reddetmesi gerektiğini düşünüyorum.

Brezilya, belki de kıtanın en önemli ülkesi. PCdoB de dünya komünist hareketi açısından büyük önem taşıyan bir parti. Başta yoksulların büyük saygısına sahip olan Topraksızlar Hareketi (MST) olmak üzere ülkedeki diğer toplumsal hareketler de büyük bir dinamizme sahip. Uzun ve kanlı diktatörlük yıllarından geçmiş olan ülkede kitle mücadelesi açısından yakalan bu olanağın değerlendirilmesi için elden gelen her şeyin yapılması gerekiyor. Kongreden yenilenmiş ve gençleştirilmiş bir yönetimle çıkan PCdoB’li yoldaşlarımızın mücadelesini yakından takip etmek ve dostça destek olmak görevi de bize düşüyor.

[email protected]

* Bu sebeple Küba Komünist Partisi’nin önümüzdeki kongresine dair başladığım yazı dizisine ara vermek zorunda kaldım. O konuya ilk fırsatta geri döneceğim.