Allah’ın evi

Rivayet odur ki, Bali isminde biri, Acem ellerinden yola koyulmuş. Kudüs’e varacak, İsa’nın çarmıha gerildiği yere götürüldüğü Izdırap Yolu’nu arşınlayacak, Kutsal Kabir Kilisesi’ne yüz sürüp hacı olacak.

Antep’e düşmüş yolu. Görmüş ki kentin yoksul Ermenileri, ibadetlerini mağaralarda yapıyor. Tartar kafasında, vazgeçer Kudüs fikrinden. Antep’e kilise yaptırmaya karar verir. Toplar Ermeni cemaatini, destek bulur. Padişah’a mektup yollanır, izin alınır.

Hemen Balyan ailesine haber salınır. Sarkis Balyan, görkemli bir kilise tasarımı yapar. Taş ustası Sarkis Taşçıyan gelir Antep’e, 1873’te başlar inşaat, 1892’de kilise tamamdır. Haç planlı, üç katlı muazzam bir yapıdır Antep’te yükselen. Aziz Meryem’in adını verirler.

Mağarada değil, Allah’ın Evi’nde toplanmaya başlar Ermeniler ya, yirmi yıl sonra katliam başlayınca ne mağaralara sığınmak kurtarır onları, ne Allah’ın Evi’ne. Ölen ölür, kalanların çoğu ya kaçar ya saklanır.

Cemaati biter kilisenin. On yıllarca boş kalır.

Ne zaman ki Antep’in kalan yoksulları ibadet yeri değil ekmekleri için mücadeleye koyulur, 70’li yıllardır artık, devlet karar verir: Hapishaneye çevrilir kilise.

Kesme taş duvarlar sağlamdır ya, sonuçta cemaat Allah’ın sözlerine kulak vermeye toplansın diye yapılmıştır kilise, pek fazla oda yoktur içinde. Muşambalarla, naylonlarla “koğuş” icat ederler, 500 kişi tıkılır içeri, yatacak yer yoktur.

500’ün çoğu garibandır ama, Mehmet Çelik onlardan da perişan. Para pul olmayınca, odacılık Mehmet’e kalmış ayak işlerini yapıyor, üç kuruş para kazanıyor.

Bir gün “mağara”ya atılır Mehmet. Cemaat mağaradan kurtulsun diye yapılan kilise cezaevine çevrilince, işkence için insanların kapatıldığı dip hücreye bu ismi takmış tutuklular. Tesadüf.

“Sen niye ihbarcılık yapmıyorsun ulan” der, ver ederler falakayı. Ayaklarının altı parçalanmış, vücudu yara bere, koğuşa geri döndüğünde herkes anlar mevzuyu. Cezaevi yönetimi gardiyanlar aracılığıyla içeri esrar eroin sokuyor, sonra ihbarcıdan kime satıldığını öğreniyor, baskın yapıp sattığı eroine el koyuyor, haftaya yeniden satıyor. Mehmet sindirememiş içine, becerememiş veyahut.

Mehmet’i teskin ederken, diş bilerler.

Arkasından, bu defa Hasan. Gariban Hasan, çamaşırcı, cezaevindeki zenginlerin çamaşırlarını yıkıyor, harçlığını çıkarıyor. Cezaevi yönetimi çağırınca, Mehmet’in hali geliyor aklına. “Siyasi”lere gidiyor. Gitme, ifadeni istiyorlarsa savcı buraya gelsin diye akıl veriyorlar. Gerilim çıkıyor. Çamaşırcı Hasan’ı gönderirsiniz, göndermeyiz derken, yeter ulan nidaları, siyasilerin kahrolsun faşizm sloganları, kapatıyorlar Kilise’nin iki kapısını da. Direniş başlıyor.

Solcular ön safta. Yanlarında hırsızı, kan davasından katili, garibanı… 500 kişi, iki kapıyı sağlam tuttular mı, sokmuyorlar içeri jandarmayı, polisi.
Sokmuyorlar da, dışarı nasıl duyuracaklar isyanı? Kilise çanını kestiriyorlar gözlerine. Ama gözleri kesmiyor, epey yüksek yerde çan, nasıl tırmanılacak? Hırsızlar el atıyor olaya, hepsinin ağzı açık, iki dakkada ulaşıyorlar çana.

Antep’te çan sesi inliyor. 5 gün boyunca. Allah’ın Evi’nden, isyanın sesi yükseliyor.

Yönetim geri adım atmak zorunda kalıyor. İşkence duracak, sürgün olmayacak. Yalan tabii. Siyasileri postalıyorlar ilk iş, sonra işkenceye devam.
Kilise Cezaevi.

Darbe sonrası tamirata alındı. 88’di yıl. Antep Valisi baktı, şehrin en görkemli binası, ne yapmak lazımdı? Cezaevine gerek yoktu, başka ihtiyaç vardı artık.

Antep Valisi Abdülkadir Aksu, Kilise Cezaevi’ni Kurtuluş Camii yaptı.

* * *
Not: Kilise Cezaevi’ndeki isyana dair tanıklığı, isyana öncülük eden “siyasi”lerden Tahir Canan’ın hayatının anlatıldığı, Ali Ufuk Arikan’ın yazdığı “Büyük Tutsaklık” kitabından aldım. Kitabı tavsiye ederim.