Yürüyen ve 
yürümeyen merdivenler

Ankaray’da sabahın erken saatlerinde çok enteresan bir olaya şahit oluyorum. İnsanlar vagondan çıkar çıkmaz başları önlerinde hızlı adımlarla yürüyen merdivenlere yöneliyorlar. Bazen merdivenler bozuk oluyor. Fakat bunu fark ettiklerinde merdiveni neredeyse yarılamış oluyorlar. Bana da çok sık oluyor. Geri dönemiyorsunuz, çünkü arkadan insanlar geliyor. İster istemez yürümeyen dik demir merdivenleri tırmanıyorsunuz. Bu arada yan tarafta tenha, geniş sahanlıklı, alçak basamaklı normal bir merdiven duruyor. Biraz uzaktan bakınca, yürümeyen daracık yürüyen merdivendeki debelenmeyle, normal geniş merdivenin tenhalığı çok tuhaf görünüyor.

Alışkanlık insan algısını perdeler. Yürüyen merdivenin bozuk olduğunu, yürümeyenin ise tenha olduğunu, gündelik alışkanlığımız yüzünden algılayamıyoruz.

Aynısı fikriyat alanında da geçerli. Sürekli tekrarlanan belirli bir düşünce biçimine zamanla alışıyorsunuz ve onu normal bulmaya başlıyorsunuz. Şu anda aklıma Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels geldi ama, anlatması uzun sürer…

Türkiye’de yobazlık, neo-liberalizm ve post-modernizmin eş zamanlı yükselişi, moda tabirle büyük bir “sinerji” ve bir düşünce biçimi yarattı. Bunlar hep birlikte Cumhuriyet’in “yapısökümü”nü gerçekleştirdiler. Bu arada, AKP iktidarına en büyük hizmeti sunan tarihçiler de “büyük anlatı” olarak gördükleri Cumhuriyet tarihini küçük anlatılara, fragmanlara indirgeyerek kafamızın ta içine yerleştirdiler.

Bu parçalı tarihte Mustafa Kemal zavallı İskilipli Atıf’ı hırpalayıp asmakta, dehşet saçarak hep tepeden inmekte Lenin ve bütün devrimcilerin alkışladığı 1908 Hürriyet Devrimi bir ihanete, İttihat ve Terakki ise kana susamış bir katiller şebekesine indirgenmekte… Ayrıntılar da çok önemli: Samsun’a çıkan Mustafa Kemal aslında tutuklamakla görevli olduğu adamla Havza’da gizlice buluşup onu teşkilata katar sonra adam Sakarya savaşından, 47. Alay’a komuta ettiği Büyük Taarruz’a kadar bütün cephelerde savaşır. Kuvvayi Seyyare döneminin bütün çetebaşıları gibi trajik bir figürdür. Fakat bize adamı sadece anakronik-liberal Ali Şükrü’yü boğarken, gençliğinde Pontus çetecileriyle savaşırken değil de “kâdim Anadolu halkları”nı boğazlarken gösterirler.

Büyük yayın imkânları sayesinde bütün bu seçilmiş tarihi anekdotlara sosyalistler dahil pek çok insanı alıştırdılar, AKP faşizmine büyük hizmette bulundular. Kalemimizi kimse kıramadı ve kıramaz ancak bazılarımızın kafasını fazla geriye bükerek pek güzel kırdılar. “Yapısökümü” her alanda ve her konuda devam etti. Zamanla Şeyh Sait’in “faşist Kemalizm”e karşı mücadelesini öven, “Seyyit Rıza Onurumuzdur,” diye pankart açan devrimciler “Beddiüzzaman bir öncüdür” diyen popüler sosyalistler gördük. Ve alıştık, bunlar bazılarımıza entelektüel olmanın şartı gibi göründü. Bir tutam post-modern lezzet katarsak çorbamızı beğeneceklerini sanma alışkanlığı ruhumuza işledi.
Köşeleri özenle yontulmuş taş düşmanı caydırmaz, suda kaydırak olarak kullanılır.

Yapıyı söktüler, parçaları önümüze koydular ve eski yapının yerinde büyük bir boşluk oluştu.

İşte şimdi öğrenci evlerini basıp namus denetimi yaparak, işçinin kıdem tazminatına göz dikerek, kentleri inşaat mafyasına teslim ederek, TC’leri kaldırarak, eğitimi dinselleştirerek, kadınları köleleştirerek, helal ile haramı öğreterek, sermayenin gücüyle oyları satın alarak, kendi emek kölelerini ve özel burjuvazilerini yaratarak, Kürt hareketini İslamlaştırarak o boşluğu kendi faşist ideolojileriyle dolduruyorlar.

Peki sokakları dolduran milyonlar ne yapıyor? Onlar “Büyük Anlatı”larını geri istiyorlar. Bunu yaparken de ellerinde ne varsa onu kullanıyorlar. “Kadın bizatihi insandır” lafına ben çok gülerdim, mesela. Şimdi gülmüyorum, çünkü insan olarak varolma mücadelesi veren kadınlar o lafı söyleyen adamın resimlerini taşıyorlar. Ülkeyi AKP’nin yobaz faşizminden kurtaracak olan (sosyalist devrim yapacak olan değil!) enerji ve potansiyel sadece buralarda ortaya çıkıyor.

Bu durum sadece bize mi özgü? Hayır, açın bakın Che Guevara ve Castro’yu, Simon Bolivar ve Jose Marti hakkında ne demişler? Bizimkinin neyi eksik? Korkulacak bir şey yok. Sokaktaki kitle sosyalist değil fakat öne sürdüğü talepler sosyalistleri yakından ilgilendiriyor. Sosyalistler, o talepler için (laik eğitim, kuvvetler ayrılığı, kadına özgürlük vb.) mücadeleyi sürdürmeden, o kitlelere sosyalizmi taşıyamazlar. İşçi sınıfını hükümet yanlısı sendikaların ve tarikatların ağından kurtaracak ağırlık noktası da sokaklarda toplanan büyük kitlelerin eylemidir.

Devrimciler her zaman arzuladıkları hatta mevzilenemezler. Bazen mevziiyi çok geri bir noktada kurmaları gerekir. Çünkü cephe o noktada açılmıştır. Mevzi cephenin olduğu yerde kurulur. Cephenin çok ilerisinde mevzi kurarsanız, oturup muharebenin bitmesini beklersiniz ve sonunda telef olursunuz.

Sonuç olarak, düşünme alışkanlıklarını gözden geçirerek merdivenin yürüyüp yürümediğini algılamaya çalışmak gerekir. Daracık basamaklarda sıkışmaya gerek yok.