Kiev’deki adam

Bazen kendimi uyarma ihtiyacı duyuyorum. Düşüncelerim bana fazla “apokaliptik” (felaket beklentili) geliyor. Bu yönde aşırılık gibi görünen şey zihinsel bir denge ihtiyacının göstergesi de olabilir aslında. Kapitalizmin havarileri “şu tepeyi aşınca karşınızda cenneti göreceksiniz” dediklerinde, biz sosyalistler kıyametin yakın olduğunu anlarız.

Yaşadıklarımızı bize normal göstermek için olağanüstü bir çaba harcanıyor. Medya en anormal durumları gayet normal göstermekle görevli. Sadece burada değil bütün dünyada kapitalizmin algı imalatçılığıyla görevli küresel medyası, her türlü rezaleti ve derin krizleri, ardında pembe ufukların olduğu “geçici arızalar” gibi sunuyor. Ya da düpedüz gözlerini kapatıp görmüyor, kimseye de göstermiyor. Bu durum özellikle Ortadoğu için geçerli. Irak ve Suriye’de yaşanan felaketler Batı’da post-apokaliptik (kıyamet sonrası) Mad Max filminin fragmanları gibi izleniyor. Ukrayna’da neo-faşist Svoboda partisinin meşaleli gece yürüyüşünü görmüyorlar mesela. Görseler bile Avrupa’da en son meşaleli gece yürüyüşü meraklılarının Hitler’in kahverengi gömleklileri olduğunu hatırlamak istemiyorlar.

Bizler de dağa çıkmış her gerillayı “sosyalist” sandığımız gibi, polise taş atan her isyancıyı da “devrimci” sanmaktan bir türlü vazgeçemiyoruz.
Bazı yorumcular siyasi coğrafyanın I. Dünya Savaşı öncesini andırdığını iddia ediyorlar. Bu siyasi coğrafya elbette Almanya’sız olmaz. 50. Münih Güvenlik Konferansı’nda Alman Cumhurbaşkanı Glauck’un sözleri bu tip analizleri doğruluyor. 1945’ten beri dış siyasetini ABD’nin kuyruğuna iliştiren Almanya, daha aktif ve iddialı (assertive) bir siyaset uygulayacağını ilan ederken, arkasında Rusya’nın olduğu Ukrayna’nın seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı alenen tehdit etti. Kerry, “Demokratik bir Avrupa’nın geleceği için savaş bugün hiçbir yerde Ukrayna’daki kadar önemli değildir (…) ABD ve AB Ukrayna halkının yanındadır,” dedi. Bunun üzerine Putin, bütün AB’ye hitap ederek, “Ukrayna’nın iç işlerine karışmayın Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminde olaylar çıktığında bizim bakanımız AB karşıtı gösterilere katılsaydı hoş olmazdı,” mealinde sözler söyledi. Rusya’yla eşit düzeyde gördüğü ABD’ye doğrudan bir şey demedi.

Almanya’nın, Ukrayna’yı (en azından ülkenin batısını) etki alanına alan, İngiltere ve Fransa’nın askeri ve siyasi ortaklığına karşı orta Avrupa merkezli bir ağırlık oluşturacak yeni bir emperyal siyaset izlemeye çalıştığı söylenebilir. Eğer bu doğruysa, II. Savaş’tan sonra Avrupa’da kurulan dengeler, AB’ye rağmen değişiyor demektir. Thatcher, yıllar önce Gorbaçov’a “Birleşmiş bir Almanya istemiyoruz,” demişti. Alman tehdidine karşı Fransa ve İngiltere birleşmeliydi, piyasa ekonomisine geçmiş Rusya ise Almanya’ya karşı bir denge unsuru olabilirdi. Almanya’nın dengeleri şimdi zorlamaya başladığını söylemek abartılı olmaz.

Ukrayna’nın “özgürlük kahramanı” boksör Kliçko da Güvenlik Konferansı’ndaydı. Deutsche Welle, “Münih Güvenlik Konferansı’nda Kliçko ve Ukrayna Muhalefeti savaşı sürdüreceklerine söz verdiler,” diye manşet attı. Amerikan “düşünce kuruluşu” Stratfor onu “Kiev’deki adam” olarak tanıttı (Frankenheimer’in yönettiği, başrolünü Alan Bates’in oynadığı 1968 yapımı filme gönderme). Normal şartlarda pavyon fedaisi olabilecek, muhtemelen hem CIA’ya hem de BND’ye çalışan boksör eskisi, Konferans’ta Avrupalı bakanlarla ve Kerry’le “Ukrayna sorunu”nu müzakere etti. Soytarılığın sınırı yok!

Ukrayna, Hitler için de çok önemliydi. Savaştan sonra o bölge Alman halkını besleyen bir tahıl deposu ve Hazar petrollerinin geçiş yolu olacaktı. Untermensch (alt-insan) olan Ukrayna halkı Alman fabrikalarında köle olarak çalıştırılacak, savaş kahramanı Alman subayları lüks villalarda aileleriyle birlikte dinlenecekler güler yüzlü, uysal Ukraynalı ve Rus köleler onlara hizmet edeceklerdi. Stalingrad ve Kursk’tan sonra cesetlerini bile toplayamadılar.

Şimdi bana, “Ne alakası var?” diyeceksiniz.

Ne alakası olabilir? Öylesine yazdım.