Kaosun kapısı

On iki yıl süren uzun bir yolculuğun ardından bazı arkadaşları omuzlarından tutup, “Uyan artık, geldik, geldik!” diye sarsma ihtiyacı duyuyorum.

Arkadaşım şöyle diyor: “Kendi tarihime baktığım zaman (az buz değil, 50 yıllık bilinçli kişisel siyasi tarihten söz ediyor!) hiç bu kadar hayati bir seçim yaşanmadığını net olarak görebiliyorum. Seçimden başarılı çıkarsa (Tayyip’i kastediyor) cemaatle birlikte hepimizi ikinci ergenekon davasından yargılayacak. Ayrıca sosyal medyayı yasaklayıp sokak hareketinin örgütlenme kanallarını tıkayacak.”

Sanki General Franco karaya çıkmış, Trabadajoz ve Manila hattını tutarak Madrit kuşatmasına hazırlanıyor. Ya da Hitler’i iktidara getiren 5 Mart 1933 seçimlerinin hemen öncesindeyiz.

Seçimlerde ne kadar oy alırsa alsın, Tayyip Erdoğan ve hırsız çetesi kendisini tutuklatmamayı becerebilirse, çok büyük bir başarı kazanmış sayılmalıdır. AKP iktidarının kadroları için bunun dışında bir başarı ihtimali görünmüyor. Devletin baskı aygıtlarına hâkim değiller. Saldırabilecekleri silahları, kendilerine bağlı militan güçleri, meşruiyetleri, dış destekleri, hiçbir şeyleri yok. AKP’nin on iki yıldır kurmayı beceremediği hegemonyayı, ağır yaralı girdiği yerel seçimlerden sonra kurabileceğini düşünmek saflık olur. Saldırabilir, biraz zarar da verebilir (su ve gaz sıkar!) ama netice alamaz. Madara oldu, bütün dünya dalgasını geçiyor, tivit kuşuyla bile başa çıkamadı.

O halde, yakında ortaya çıkacak sahte demokrasi görüntülerine aldanmamak için, AKP’nin anti-demokratik uygulamalarına Batı basını ve Hocaefendi’yle birlikte ağlaşmayı bırakıp, Tayyip sonrası döneme geniş cephe anlayışıyla hazırlanmak gerekir.

Başka bir arkadaş, AKP ve Cemaat birbirini kırıp dökerek güçsüz kalınca Selefiler gelip hepimizi “Allah rızası içün” kılıçtan geçirecekler mealinde analiz yapıyor. Arayı bulacak birilerine, belki de ABD’ye ya da bizim aklımızın ermediği tarikat-cemaat ulularına sesleniyor herhalde. “Araya girin, bu kavga alevlenirse kötüsü gelir, halk ayaklanır sıtmaya razı olun, arkasında ölüm var,” demek istiyor.

Bu arkadaş, yıllarca Bosna’da, Çeçenistan’da, Irak ve Suriye’de bence de ciddiye alınması gereken bir askeri tecrübe edinen militanların, Tayyip sonrası dönemde yurda dönerek “cihat” edeceklerini ısrarla yazıyor. Ancak birbirini kesip duran bu Selefiler’in çok daha geri ülkelerde beceremedikleri “cihat” işini burada nasıl kotaracaklarını açıklamıyor. Burada laisizmin tarihsel kökleri ve günlük hayat içindeki yeri, Selefiler’in netice alamadıkları Tunus, Mısır ve Fas’la kıyaslanamaz. Türkiye’nin mevcut yasalarında, on iki yıl süren gericiliğe rağmen, halkı Müslüman olan diğer ülkelerin aksine, tek bir dini referans yok. AKP’nin kendi anayasasını yapamamasının tarihi boyutları var rastlantıyla ya da meclis aritmetiğiyle açıklanamaz.

Pazar günü yapılacak seçimde “hayati” olan tek şey sosyalist adayların halktan alacakları destektir. Bunun dışında, sonuçları ne olursa olsun, yerel seçimler kaosun kapısını açacak. Hep birlikte o kapıdan geçeceğiz.

İki ihtimal var: CIA restorasyonu ya da halk devrimi.

Tayyip’ten sonra yobazların siyasi iktidar kademelerinde yeniden tertiplenme çabası ve Kürt yurttaşlarımızın yeni bir uluslararası statü arayışı bu iki ihtimale göre belirlenecek.

İşbirlikçi Kılıçdaroğlu ekibine oy veren, Gül ve Fethullah gibi karakterlerden “demokrasi” bekleyen, ABD ve batı basınının gazına gelip turuncu bayrak açanlar, AKP’yi mumla aratacak bir restorasyona yardımcı olurlar. Daha geniş katılımlı bir Haziran ayaklanmasından kurucu bir iradenin çıkması, bütün tarikat ve cemaatlerin devlet yönetiminden ve siyaset alanından uzaklaştırılması, yobazların haksız edinilmiş servetlerine el konulması ve Türkiye’nin NATO’dan çıkarak kendi kaderini tayin etmesi ise bugünün koşullarında bir devrim olur.

Olası bütün çözümleri iflas bayrağını çekmiş bir sistemin içinde aramak, AKP’nin kurduğu düzene muhalif kitleleri restorasyonun pasif izleyicilerine indirger. Sistemin kendisini yenilemesini önlemek gerekir. Sistemin içinde olanların ya da onu savunanların oluşturduğu ve dayatacağı bütün paradigmaların dışından bakmak, kurulacak bütün oyunların kurallarını sokaklarda bozmak gerekir. Olamaz mı? Neden olmasın?