30 Mart’tan sonra

Kalıcılar mı? Elbette değiller… Ama çok geniş ve palazlanmış bir kesim oluşturuyorlar. Parti, Cemaat ve tarikat olarak yaygın yapıları uluslararası bağlantıları olan zengin teşkilatları var. Başbakanla yakın çevresini safra olarak attıktan sonra daha geniş bir iç mutabakat sağlamanın yollarını aradıkları belli oluyor. Bu arayış özellikle Bülent Arınç’ın sözlerine inceden inceye yansıyor. Gazeteci aracılar okyanus ötesi gidip geliyorlar. Kendi “ara rejim” modellerini oluşturmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. İcabında kaptanın kellesini verip gemiyi yüzdürme derdindeler.

Diktatör taslağının bir saray darbesiyle ya da başka yollardan devrilmesi fazla anlam taşımaz. Unutmayalım ki AKP’nin bütün kirli işlerini on bir yıl boyunca perde arkasından yöneten faal (operasyon yapan) güç Cemaat’in kendisidir. ABD’nin uzun elini oluşturan bu teşkilatın, Diktatör taslağının gidişi sırasında meydana gelecek kargaşadan yararlanarak kilit noktaları tutması tam bir felaket olur. Bu yüzden Diktatör taslağı ve yakın çevresi üzerinde değil, devlete ve siyasete (evet siyasete!) bulaşmış bütün cemaatler ve tarikatlar üzerinde odaklanmak gerekir. Basit bir kukla değişimiyle bizi aldatmalarına izin vermeyelim. Sorun, şahısla değil siyasi rejimle ilgilidir yeni bir kurucu anayasa yapma sorunudur laik bir hukuk devleti olma sorunudur. Tek kelimeyle sorun, AKP’nin bütün izlerini silecek devrimci bir çözümle ilgilidir, iktidardaki kuklanın değişmesiyle değil.

Bağlamı bu şekilde saptayınca, CHP’yi AKP’den ayırmak zorlaşıyor. Partinin merkez yönetimi ile “Kâinat’ın imamı” arasında uzun süredir bağlantı olduğu, kasetlerin çok önceden bilindiği, değerlendirildiği anlaşılıyor. Ayrıca bu kaset muhabbetinde, siyaset alanını yozlaştıran, zaten bozulmuş olan siyasi dokuyu daha da çürüten, kokuşmuş bir şeyler var. CHP’nin grup toplantıları ve mitingleri kasetlerin konuşulduğu panayır yerlerine dönmüş durumda. Bir zamanlar Altındağ’da çadır tiyatrosu kurulur, kapıya dikilen cazgır, “Bayan yılanları gösteriyor, bayan yılanları gösteriyor yılanları bay değil, bayan gösteriyor….” diye bağırarak müşteri çekmeye çalışırmış. CHP’nin kaset muhabbeti de aynı içeriksizlikte. Laisizmden, Cumhuriyet’in ilkelerinden söz edecek ya da bu kaset muhabbetini AKP’nin Cumhuriyet devrimlerinin rövanşını alma ihtirasına bağlayacak yerde, “Cemaat, Tayyip’i gösteriyor…” kıvamında bir cazgırlığa kaptırmış gidiyor.

Yağmadan pay, belediyeden rant kapmaya susamış aynı ağzı kalabalık müteahhit takımı CHP’nin orta yönetim kademelerini ve taşrasını tutmuş. Bunların AKP kadrolarından tek farkları muhtemelen beş vakit namaz kılmamaları (bu fark da kalkmış olabilir aslında, çarşafa parti rozeti takıldığından beri!). CHP’nin sıradan üyelerden ve sempatizanlardan oluşan yurtsever kitlesi ne kadar bağırırsa bağırsın hiçbir şey değişmiyor. Milletvekillerinde seçim kaygısı var. Kılıçdaroğlu, Cemaat’e üstü kapalı biçimde meşruiyet sağlayan tutumundan vazgeçmezse bunun bedeli herkes için çok ağır olur. Evet, kasetler hükümetin ve diktatör taslağının meşruiyetini ortadan kaldırdı ancak o kasetleri servis eden el de herhalde ülkeye demokrasi gelsin diye uğraşmıyor. Kaset ve şantajla biçimlendirilen, siyasi parti yönetimlerinin ve liderlerinin Atlantik ötesinden gelen elektronik ses ve görüntü kayıtlarıyla değiştirilebildiği bir rejimin meşruiyeti bir yana, ahlâkı bile kalmamıştır.

Gazetelere yansıyan istihbarat raporları, hatta Diktatör taslağının sözleri ve açık tehditleri bile, AKP’nin makul oranda oy alması halinde 30 Mart’tan sonra kapsamlı bir devlet terörünün başlayacağını, sadece Cemaat’in değil, Haziran Ayaklanması’nın, hatta internet erişiminin bile hedef alınacağını ortaya koyuyor. Bu durum, Amerikancı yobazlığa karşı ikinci büyük ayaklanmanın tarihini de belirliyor. Herkesin her türlü ihtimali dikkate alarak yaptığı hazırlık 30 Mart sonrası için. Yerel seçim sonuçlarının açıklandığı gün ile Cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunun yapılacağı 10 Ağustos arası bu ülkenin tarihinde bir dönüm noktası olabilir.