Türkiye'de Sınıf bilinci ve Mücadelesinin Önündeki Bazı Engeller (2)

Bu üst başlık altındaki ilk yazıda Kürt Savaşı'nın toplumun ne kadar geniş bir kesimini doğrudan etkilediği ve bunun yarattığı tahribatın özellikle emekçi kesimlerde sınıf bilinci ve mücadelesinin gelişmesini engellediği üzerinde durmuştuk.

Oradan devam etmekte yarar var çünkü savaş sürüyor, her gün çatışma ve ölüm haberleri geliyor bölgeden. Üstelik savaş makinesinin dönüştürülmesini amaçlayan iç çatışmalar bir süredir ana gündem maddesi olarak varlığını koruyor ve tüm işaretler, bu dönüşüm operasyonunun tamamlanmasının ardından çatışma alanının genişleyeceğini gösteriyor.

Böyle bir dönemde emekçi sınıfların eşitlikçi, özgürlükçü, kardeşliğe dayalı bir dünya için sınıf bilinci temelinde örgütlenmesinin önemi ve aciliyeti de artıyor. Aksi hâlde altında kalıp ezilme riski her zamankinden daha güçlü görünüyor. Bu nedenle savaşlarda büyük çoğunluğu "savaşçı" ve "kurban" olarak karşımıza çıkan gençler üzerinde durmak gerekiyor.

Evet, savaşlarda herkesten önce savaşçı ve kurban olmak zorunda bırakılan gençlerdir. Türkiye nüfusunun 19 milyonu 18-29 yaş arasında genç insanlardan oluşuyor. Alt sınır askerlik çağı gelenler, üst sınır büyük kısmı askerliğini yapmış olanlar. Askerlik çağı gelenler büyük bir endişeyle askere alınmayı bekliyor, askerliğini yapmış olanlar ise ezilmiş, korkmuş, aşağılanmış, onuru kırılmış, sakat kalmış, silah kullanmış, belki öldürmüş veya en azından savaş ortamının insanı insanlığından utandıran koşullarını yaşamış insanlar. Yaş sınırını biraz daha genişletecek olursak, 1984'te 20 yaşında bir genç, şimdi 44 yaşında orta yaşlı bir adam. Demek ki, şu anda 20-44 yaş aralığındaki erkeklerin büyük çoğunluğu bu travmayı yaşadı ve yaşayacak.

Uzun süreli psikiyatrik tedaviye rağmen, rüyalarında hâlâ kâbus gören, o yüzden uyumak istemeyen, askerlik dönemini anlatmaktan kaçınan, askerlik dönüşü ailesinden, eski arkadaşlarından kaçarak içine kapanan, en küçük bir seste yerinden zıplayan veya saklanacak kuytu arayan ve hemen silaha sarılır gibi bir refleksle hareket eden, her an gergin ve patlamaya hazır bir biçimde savunmada bekleyen, dolayısıyla küçük anlaşmazlıkları bile şiddetle çözme yoluna giden, ya melankolik veya şizofren ya da paranoyak ve saldırgan erkeklerle dolu ülkemiz.

Durumun vahametini daha iyi anlayabilmek için bir film ve bir kitabı hatırlatmakta yarar olabilir: Birkaç yıl önce Uğur Yücel'in yaptığı ve bu savaş yarasından mustarip erkeklerin askerlik sonrası toplumsal hayat içindeki trajik durumlarına küçük bir ayna tutan "Yazı Tura" adlı filmi ile Uğur Sümer'in 150 "gazi"yle yaptığı başbaşa görüşmenin sonunda 14'ünün anlatımlarını ve belgelerini topladığı, 2003 yılında Belge Yayınları'ndan çıkan "Bir Savaş Bir İnsan" kitabı.

Bu niye önemli?

Önemli, çünkü, şimdi emekçi sınıf içindeki büyük çoğunluğu bu yaş grubunda olan erkekler oluşturuyor, gerçi bunların ne kadarının bu yıkımdan nasibini aldığına dair sağlıklı verilere sahip değiliz ama daha önceki yazıda sözü edilen rakamlar dikkate alındığında, oranın hiç de küçümsenmeyecek boyutlarda olduğunu tahmin edebiliyoruz.

Dolayısıyla sistemden kaynaklanan tüm sorunlarının dışında bir de böyle bir savaş tahribatı yaşayan insanların kendi sınıf çıkarlarına sahip çıkmaları, bunun için sendikal ve politik örgütlenme ihtiyacı duymaları veya böyle örgütlenmelerde yer almaları ve mücadele etmeleri o kolay görünmüyor. Bunda 12 Eylül döneminin ürünü olan yasaların ve baskıların da rolü var kuşkusuz, ama bu kadar dizginsiz bir emek sömürüsü karşısında sendikalı işçi sayısındaki düşüşü tek başına bununla izah etmek mümkün değil. Dolayısıyla tesadüfen hayatta kaldığını düşünen, tüm değerlerini ya kaybetmiş ya da yaşadıkları nedeniyle bunlara duyduğu inancı sarsılmış insanların günü kurtarma dışında bir şey düşünemez hâle geldikleri anlaşılıyor.

Emekçilerin büyük çoğunluğunu içinde bulundukları bu ruh hâlinden kurtarmak ve içlerinde biriken öfkeyi bilinçli bir sınıf mücadelesine yönlendirmek şimdi her zamankinden daha önemli...