Sermayenin İç Savaş İlânı

Gözaltına alınarak işkence gören ve tutuklanan çocuklar, işkencede öldürülen solcular, arka arkaya kapatılan gazeteler, açılan davalar, protesto eylemlerine katılan insanların üzerine ateş açıp adam öldürme ve yaralamalar, çocukları bir kenarda sıkıştırıp ajanlık teklif etmeler... Protesto gösterilerine katılarak tutuklanan çocukların ailelerine yönelik şantaj ve baskılar..."Dur" ihtarına uymadığı gerekçesiyle motosikletinin üzerinde boynundan vurulan gençler...Son bir ayda yaşanan bu tür vakaların sayısı, ancak sıkıyönetim ya da OHAL dönemiyle kıyaslanabilir durumda.

Bu arada, büyük çoğunluk Ergenekon oyuncağıyla oyalanırken, arka arkaya hak ve özgürlükleri kısıtlayan ve polis ile askerin yetki ve hareket alanlarını alabildiğine genişleten kararlar alınıyor... Fiili olarak sürmesine rağmen 2002 yılında resmî olarak yürürlükten kaldırılan Olağanüstü Hal Kanunu'nun yerini doldurarak Başbakanlığa bağlanacak "İç Güvenlik Yüksek Kurulu"nun oluşturulması, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün İçişleri Bakanlığına bağlı bir müsteşarlık haline getirilmesi gibi birçok karardan söz ediyoruz.

OHAL, sadece Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri kapsıyordu, İç Güvenlik Yüksek Kurulu'nun yetki alanı ise tüm Türkiye. Artık bu kararla birlikte tüm Türkiye, OHAL bölgesidir. Dolayısıyla sınırsız yetkilerle donatılmış asker ve polis için atış serbesttir yasal yollardan haksızlıkların, işkencenin, adam öldürmenin, yaralamanın hesabını sormak mümkün değildir.

Bu kararın gerekçesi olarak gösterilen PKK eylemleri yeni başlamadı 3 Ekim günü basılan Aktütün karakolu, Mayıs ayında da benzer bir saldırıya hedef olmuştu. Bu arada ordunun bölgede yaptığı operasyonlar, PKK'nin tek taraflı ateşkes ilan ettiği dönemde de sürüyor, adeta çatışmalar teşvik ediliyordu. Ancak OHAL'in kaldırıldığı 2002 yılından sonra asker ve polis için bu kadar kapsamlı bir yetki arttırımına ihtiyaç duyulmamıştı, gerçi fiili olarak zaten her türlü yetkiyi kullanıyorlardı, ama tüm ülkeyi kapsayacak şekilde yasal bir düzenleme içine girilmemişti.

O halde neden şimdi buna ihtiyaç duyuldu?

Bu soruya verilebilecek cevaplardan birkaçını şöyle sıralamak mümkün:

Bir: Dünyada yaşanan ekonomik krizin etkisi önümüzdeki günlerde ülkemizde de ağır bir biçimde görülecek ve buna bağlı olarak yaşanacak iflaslar ve işten çıkarmalar sonucu emekçiler bir biçimde seslerini yükseltmeye başlayacak. Ayrıca "Sosyal Güvenlik Reformu" adı altında çıkarılan ve emekçiler açısından büyük hak gasplarını içeren yasa 1 Ekim'de yürürlüğe girdi, sonuçları ancak bundan sonra görülmeye başlanacak.

İki: AKP karşıtı bağımsızlıkçı kemalist çevrelere yönelik Ergenekon şantajı, Kürt ve Türk devrimcilerini kandırmaya ve korkutmaya yetmedi. Kürt halkı sokakta taleplerini haykırıyor, Türkiye solunda ise toparlanma işaretleri görülüyor.

Üç: AKP'nin ve devletin, birkaç ay sonra yapılacak yerel seçimlerde başta Diyarbakır olmak üzere DTP'nin elinde bulunan tüm belediye başkanlıklarını alabilmek için baskı ve şiddeti arttırarak, bunun yaratacağı toplumsal tepkiyi sokağa dökerek ezmekten, dolayısıyla geriye kalan kesimi de korkutarak satın almaktan başka çaresi yoktur.

Kısaca, sermaye sınıfı, AKP iktidarı ve devletin önümüzdeki döneme dair temel politikası, AKP karşıtı bağımsızlıkçı kemalist çevrelere "Ergenekon" şantajı, emekçi sınıflara, Kürt ve Türk devrimcilerine karşı ise asker ve polis şiddetinin yoğunlaştırılmasıdır...

Bu politikaya zemin hazırlayan ve Ergenekon davasının görülmeye başlandığı günlerde alınan bu kararlar, emek cephesine açılmış bir iç savaş ilânıdır. Ülkemizin ve halklarımızın geleceği bu iç savaştan hangi tarafın galip çıkacağına bağlıdır.

Bu tarihsel kırılma noktasında, bu ülkeyi sermayeye, gericilere, ABD uşaklarına teslim etmemek için örgütlülük ve mücadele gücümüzü yükseltmekten başka hiçbir şansımız yok.