Pantolon, ‘aşırı gurur’ ve bir işçi neden intihar eder?

45 yaşında intihar eden İsmail Devrim, Türkiye’nin sanayi merkezlerinden biri olan Gebze’de bir metal işçisi, torna ustasıymış. Türkiye’nin gündemine kısacık bir haberle girdi, “Oğluna okulun zorunlu kıldığı pantolonu alamadığı için intihar etti.” Ancak bu kadarı olayın sadece zahiri, görünen tarafı. Pantolon meselesiyse: Bir kısım için “intihar gerekçesi” bile sayılmayan, diğer bir yorumla “trajik bir fakirlik öyküsü” vaat eden... İkisi de değil. İsmail’in hikayesine biraz daha yakından bakınca Türkiye’nin tartışmaya alışık olmadığı, o yüzden de tartışmayı beceremediği bir işçi hikayesiyle karşılaşıyoruz: Sanayinin giderek vasıfsızlaştırılması, güvencesizlik hissi ve daha fazlası...

***

Eşi İsmail’in son sözlerini şöyle anlatıyor: “Lise 1’e giden oğlum okuldan geldi. ‘Anne, pantolonum okulun istediği pantolon olmadığı için dersime giremedim. Derse almadılar; bir gün yok yazıldım' dedi. Babası bunu duyunca çok üzüldü. ‘Hemen gidip alalım oğlum' dedi. Gebze'ye gidip pantolon aldılar. Akşam 21.00 gibi eve geldiler. Eşim bize, ‘Artık hemen yatın. Işıkları kapatın, televizyonu kapatın, ben çok yorgunum' dedi. Sabah erkenden uyandım, baktım banyoda ışık yanıyor. Herhalde ışık açık kaldı dedim. Kalktım baktım kendini asmış. Oğlumun gittiği okulda kıyafetler belli. Buna uymak gerekiyor. Üstünü almıştık. Pantolonu alamamıştık. Pantolonu da sonra alırız diye düşünmüştük. Eşim o durumu kafasına çok taktı, ‘Ben size bakamayacaksam niye yaşıyorum ki? Çocuklarıma bakamıyorsam niye yaşıyorum. Ölseydim bundan iyiydi' dedi.”

Her ne kadar çocuğun pantolon nedeniyle derse alınmama durumu olmadığını belirtse de, ortada pantolon konusunda çıkan bir sorun olduğunu ilçe milli eğitim müdürü de doğruluyor: “Anladığımız kadarıyla çocuğun kıyafetle ilgili sorununu evde anlatması ve ailenin de herhangi bir yardım talebinde bulunmaması sonrası baba yaşadığı durum neticesinde üzücü olayı gerçekleştirmiştir.”

Olayın üzerinden henüz iki saat geçmişken gece yarısı valilikten gelen açıklamada yapılan bir “inceleme”den bahsedilip, haberlerin gerçeği yansıtmadığından, intiharın arkasında psikolojik nedenler olduğundan bahsediliyor. İntihar haberinin ses getirmesi üzerine bir açıklama da valilikle paralel şekilde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan geliyor. Savcılık “basına yansıyan haberlerin doğru olmadığını” iddia ederek, "Devrim'in yaralandığı için çalışamaması nedeniyle bunalıma girdiği anlaşılmıştır. Habere konu kişinin herhangi bir borcunun bulunmadığı, oturduğu evin kendisine ait olduğu, ailesiyle bir geçimsizliğinin olmadığı ve Dilovası ilçesinde bir şirkette çalıştığı tespit edilmiştir. Haberlerde belirtildiği gibi oğlunun okul pantolonunu alamaması söz konusu değildir. Bu yönde çıkan haberler asılsızdır. Soruşturma halen devam etmektedir" ifadelerini kullanıyor.

***

Şimdi...

Öncelikle valiliğin, haberin yayınlanmasının ardından henüz iki saat geçmişken inceleme yapıldığını iddia ederek “olay psikolojik” açıklaması yapması, herhangi bir şey açıklamadığı gibi, “bu neyin telaşı” sorusunu akıllara geliyor...

Valilik açıklamasına paralel olarak savcılık tarafından yapılan açıklamada kullanılan “Habere konu kişinin herhangi bir borcunun bulunmadığı, oturduğu evin kendisine ait olduğu, ailesiyle bir geçimsizliğinin olmadığı ve Dilovası ilçesinde bir şirkette çalıştığı tespit edilmiştir” ifadeleriyse bir gün sonra geliyor ve çok bilinçli seçilmiş görünüyor. Evet, İsmail’in birikmiş bir borcu yok, ekonomik olarak zorlanmaya başlamış ama henüz intiharı anlaşılır kılabilecek ciddi bir yoksulluk çekmiş de değil. Zaten esas mesele başka ve çok daha önemli. Buraya geleceğiz. 

Geleceğiz ama geçerken bu telaşlı ve “düşüncesiz” açıklamayla ilgili iki kelam etmek gerekiyor. Birinin evinin kendisinin olması, o eve sahip olan kişinin bir borcu olmadığını göstermez. Zira İsmail Devrim’in eşinin ve sonra kuzenin yaptığı açıklamada evin kredi borcu olduğunu söylüyor. Bu nasıl aymaz bir açıklama ve manipülasyon çabası o halde... Yine savcılık açıklamasında İsmail’in “bir şirkette çalışması” gibi konuyla ilgili olmayan bir bilgi verilmeye çalışıyor. Sanki bir insanın çalışması onun yoksulluğuna engel bir durummuş gibi. Diğer taraftan da evet, savcılığın telaşla söylediği gibi İsmail hala çalışıyor görünüyor ama kazası nedeniyle raporlu ve sadece SSK'dan rapor ücreti alıyor, bu durum ne kadar devam edecek, sonu ne olacak belli değil. Bu açıklamalar utanç verici. 

***

Şimdi asıl önemli noktaya gelelim...

İsmail’in kurban bayramında geçirdiği ve sonucunda kolunu kullanamaz hale geleceği kazaya kadar ekonomik olarak vahim bir durumu olmayan, kazandığıyla ailesini geçindirip bir de ev kredisi ödeyebilen bir işçi metal işçisi olduğunu öğreniyoruz. Hikaye kazadan sonra değişiyor ve sonucunda intiharın olduğu esas önemli kısmıysa pek üzerinde durulmayan İsmail’in işçi kimliğiyle ilgili.

Kuzeninin intihardan sonra yaptığı açıklamada söylediği ilk şey “amcamızın intiharının görünen bir ekonomik sebebi yok.” İsmail’in kuzenine göre intihar “aşırı gurur”dan kaynaklanıyor. Eşinin dediğine göre kazadan sonra sürekli ayna karşısına geçip geçip koluna bakıyor İsmail.

Aşırı gurur... Aşırı, yani olumsuzluğa yol açacak kadar fazlalık durumu. 

İsmail kazaya kadar emeğiyle geçinen, bir de evinin kredi borcunu ödemeye çalışan vasıflı bir metal işçisi. Özel bir muhtaçlık durumu da yok, çalışıyor, elinden geldiğince de hayatı yaşamaya çalışıyor belli ki. Ancak kuzenine göre kazanın ardından “bundan sonra mesleğini yapamamaktan çok korkuyor.” Sosyal medyada dolaşan “bu nasıl yoksul maça bile gidiyor, Marlboro içiyor” hezeyanları etik olarak ayrıca bir tartışma konusu elbette, ancak kuzeninin anlattığına göre İsmail zaten kazaya kadar kendine yetebilen bir işçi. Ve belli ki iyi bir işçi, bir usta, belki hak ettiğini düşündüğü kadarını da kazanıyor. Muhtemelen karşılığını aldığını düşündüğü ve bölgenin baskın kimliğinin bir parçası olduğu için de işinden memnun, arkadaşlarına “evde oturmaktan çok sıkıldığını” söylüyor bu sürede, “sınıf bilinci” değilse bile, işçiliğinin, ustalığının kıymetinin bilincinde.  

Ancak kazadan sonra rapor almak zorunda kalıyor, işini yapamıyor, eline geçen tek para SSK’dan aldığı “rapor” ücreti, bu da geçinmeye yetecek bir para değil elbette. Son ay kredi borcunu da ödemekte zorlanıyor, hayat gittikçe zorlaşıyor İsmail için. Üzerine okulda yaşanan pantolon olayı bardağı taşıran damla oluyor. 

Gurur mu, işte tam da burada başlıyor. Herhangi bir fakirlik gücenmesi değil İsmail’in yaşadığı. Türkiye kapitalizmi tüm sektörel çeşitlenme, sanayisizleşme eğilimleri içinde hala bir “metal işleme” üssü, bu bağlamda da örgün eğitim dışında, vasıflı sanayi işçisi ve buna bağlı kimlik oluşumu, bu üssün merkezleri arasında yer alan Gebze bölgesinde hayli kuvvetli hissedilip görülen bir durum. Bu coğrafyanın tarihinin Türkiye sınıf mücadelesindeki yerini de hesaba katınca işçilerin tekil tekil güncel pozisyonları da önceleyen bir “işçi olma hali” çok baskın. İsmail’in durumu da bununla alakalı ve “makine teslim edilebilen bir işçi” o, bir torna ustası. Bu kimliğin Türkiye’deki nadir taşıyıcı sektörlerinden birisinde, metal sektöründe çalışıyor.

Yani onun iyi yaptığı bir mesleği var ve geçirdiği trafik kazası nedeniyle bunu yapamaz hale geliyor, yani “sanatını kaybediyor” ayna karşısına geçip geçip koluna bakıyor. Üretken bir mesleği olan, vasıf sahibi bir işçi için bu kaybın ne kadar travmatik olduğunu ancak üretici emeğin insan açısından ne anlama geldiğini bilenler anlayabilir. Mesele sadece İsmail’in yaşamaya alışık olmadığı onur kırıcı ekonomik zorluklarla karşılaşması değil, bunu vasıflı bir işçi olarak, işçi olma durumunun, bu kimliğin taşıyıcısı biri olarak yaşaması. Görülen o ki İsmail o güne kadar emeğiyle geçinebilmenin haklı gururunu taşıyan nitelikli bir işçi olarak alışık olmadığı bir çaresizliği görüyor ve henüz tatmaya başladığı yoksullaşma halini kaldırmakta zorlanıyor.Kuzenin dediğine göre ekonomik zorluklarla bir süre başetmesini sağlayacak bir çevresi de var görünüyor ama bu onun acısını dindirmiyor. Bir süre sonra sakatlığının iyileşme ihtimalini bile beklemeye kendinde güç bulamayıp, hayatı boyunca emeğiyle ve sanatını konuşturarak oluşturduğu kimliğini kaybetmeye başladığını düşünüp telaşa kapılıyor, belki basit bir “pantolon” sorununu bile gözünde çok büyütüyor. 

Yıllarını adadığı mesleğini ve hayata karşı “güvencesini” kaybettiğini düşünür hale gelmiş. Bundan sonra hayatına devam etseydi elbette ki kendi elinden geldiği kadar evini geçindirebilmek için bir işe girecek, elinden geleni yapacaktı. Belki tekrar tezgahının başına geçebilecek kadar kolu iyileşmeyecekti ama sakat da kalmayacaktı, kimse bilmiyor. Ama bu fikir ona iyi gelmiyor, sanatını kaybedebileceği düşüncesi İsmail için “ne iş olursa yapmak zorunda kalan” biri haline gelmek, buna bağlı statü değişikliği, bir kimlik sorunu da doğuruyor. Devletin sağlayamadığı güvence sorunu, onu, o güne kadar kendisi olarak yaşamış bir işçi olarak, başka biri olmaya zorlayacak çünkü böyle giderse.

Ortada bir intihar vakası var ve apar topar yapılan açıklamalarda “olay psikolojik” denilip, geçiştirilmeye çalışılıyor. Herhangi bir intihar vakasının “psikolojik” gerekçelerinin olmaması mümkünmüş gibi. Açık ki intihar, zaten psikolojik dengenin bozulduğu bir anda gerçekleştirilebilir bir eylem, soğukkanlı bir şekilde hayatına son vermek herhangi bir canlının yapabileceği bir şey değil. Birikmiş bir sürü sorun, bir nedenle patlak veriyor. Bu neden her zaman tek başına çok ikna edici olmak zorunda değil. İnsanı hayatından vazgeçecek noktaya bazen bir olaylar zinciri, bazense bütün bir ömrün biriktirdikleri sürükleyebilir. O halde “olay psikolojik” açıklaması ancak bir çarpıtma ve kötü niyet olabilir. Zaten bu nedenle de sırıtıyor ve yetkili makamların telaşını göstermekten başka bir işe yaramıyor. 

Ortada bir intihar var. Belki binlercesinden biri. 

İntihar insana yakışmıyor elbette, bu çaresizliği kimse yaşamamalı. Ancak bu düzenin kendini açık etmesidir intiharlar; toplumsal çelişkilerin kişilerde birleşip patlaması, düzenin akan iltihaplarıdır.

İsmail’in hikayesi ise Türkiye’nin pek alışık olmadığı, belki de unuttuğu bir tartışmayı bize hatırlatıyor. Kuzeni “aşırı gururdan” diyor. Ona bu gururu veren şey, İsmail’in son ana kadar sanatı olan bir işçi olarak hayatta kendini var edebilmeyi başarmış olmasıydı. 

Bir işçi neden intihar eder? 

Görülen o ki İsmail daha yeni ekonomik zorluklar yaşamaya başlamıştı, mesele bundan ibaret değil.

O halde yazalım büyük harflerle: Burada bir işçi intihar etmiştir! Aşırı gururdan...

Ama İsmail’in intiharının ardından telaşa düşenler sanmasın ki bu işler hep böyle gider; bugün bir metal işçisini mezara götüren aşırı gurur, bir gün balyoz olup “onu anlamayan” kafalara da iner...