Beka sorunu

Erdoğan ve Bahçeli seçim sürecindeki söylemlerini ülkenin beka sorunu olduğu iddiası üzerine oturttular. Onlara göre 31 Mart’ta yerel seçimler için oy kullanılacak olsa bile, aslında büyük bir ihanet şebekesine karşı genel seçimlerdeymişçesine ülke sathında birarada durulmalı.

Tabii kimse 17 yıldır ülkeyi yöneten birisi nasıl olur da beka sorunundan bahsetmeye cüret edebilir diye sorgulamıyor. Öyle ya, böyle bir beka sorunu varsa yönetimi elinde tutanların bizzat kendisinden kaynaklandığının itirafıdır bu. Hem her türlü iç ve dış politik tercihi kullanma hak ve gücüne sahip olacaksınız, ülkeyi yıllardır tek başınıza yöneteceksiniz, hem de dönüp ülkede beka sorunu var diyeceksiniz... O zaman bırak bu işi denilmelidir.

Ama denmiyor. Kılıçdaroğlu başta olmak üzere muhalif ittifak bloğunun liderleri ve onların adayları bir beka sorunu olmadığının altını çizerek, demokrasi içinde seçmenin tercihte bulunacağını propaganda ediyorlar. 

Onlara göre her şey normal bir seyir içinde ilerliyor. Aslında bunun doğru olmadığını bal gibi bilseler de, inanmak ve inandırmak istiyorlar. Çünkü AKP eliyle ve muhalefetin işbirliğiyle, yani düzenin tüm kurumları sayesinde ülke öyle bir noktaya getirildi ki, özellikle yoksullaşmanın tavan yaptığı şu zamanlarda açılacak bir tartışmanın altında hep birlikte kalabileceklerini biliyorlar. 

90’ların heyulası tüm düzen partilerinin ensesinde. Şu an hem ekonomi hem de siyasetteki kasılma halinin, birilerine AKP’yi iktidara getiren ve 90’ların meclis partilerini temizleyen koşulları hatırlattığını tahmin edebiliriz. 

İmamoğlu’nun sinir bozucu gülümsemesiyle sürekli ortada dolanması, Erdoğan için bir meşruluk tartışmasının açılmayacağını söylemesi, siyasi tartışmaların özellikle geri plana itilmesi, partilerin önemsizleştirilmesi boşuna değil. 

Düzen siyaseti, siyasetten korkar hale gelmiş durumda. Çünkü her siyasi tartışma, taraflaşma öyle ya da böyle bu ülkenin neden bu halde olduğu ve çözümün ne olması gerektiği sorularına yanıt aramak için yapılır. Düzenin hiç bir öznesinde bu soruları sorduracak, bunlara yanıt verecek bir iddia ve öneri yok. Varolan çözüm yolu piyasa için belli ve tüm partiler için aynı. Ama emekçilerin hoşuna gitmeyecek yanıtlar içeriyor bu yol. Bu yüzden siyaset yapılamıyor.

Açılacak bir tartışmayı kontrol edememekten korkuyorlar. İplerin kopmaması için herkeste piyasanın sağduyusu egemen olmuş halde. Topluca krizi yönetmeye çalışıyorlar. Erdoğan’ın dediklerinin aksine konuşan, beka sorunu olmadığını, abartılmaması gerektiğini söyleyen AKP’lileri de bolca görüyoruz.

Erdoğan’ın beka sorunu söylemiyse seçim öncesi mecburi bir ihtiyaç, bir ara uğrak. Bunu böyle devam ettiremeyeceğini biliyor. Ama önce iktidarda kalması lazım. İşler iktidarının bilmem kaçıncı yılında beka tartışmasına muhtaç hale geldiyse zaten tarzan zor durumda demektir.

Üstelik başkanlık sistemiyle birlikte devletin yeni yapılandırılmasının altında yatan temel hedeflerden birisi siyasetin tasfiyesiydi. Bu yönelimin mimarlarından biri Erdoğan ve eninde sonunda buraya geri dönmek zorunda.

Çünkü patron sınıfına göre Türkiye AKP dönemindeki siyasi taraflaşmanın yükünü artık kaldıramıyor. Herkes tüm dikkatini piyasanın ihtiyaçlarına vermeli. Hele ki ekonomide işler iyice zora girmişken ve siyaset kurumuna güvensizlik artarken bunun ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkındalar. 

Bu ortamda AKP küskünlerinden ve onlara eklenecek başka isimlerden çıkacağı iddia edilen partilerin de merkez sağa geri dönen bir programı hazırladığı söylentileri iyice dile getirilir oldu. AKP’ye benzer program ve isimlerin AKP’yle ya da Erdoğan’la yarışması zor. Ama nasıl AKP’liler Milli Görüş gömleğini çıkardıysa, birileri de AKP gömleğini çıkarabilir diyorlar, buna inanmak istiyorlar.

Bilemeyiz, spekülasyon yapmak yerine biz tabloyu, gidişatın altındaki mantığı anlamaya çalışalım. Bunun nasıl somut görünümüne bürüneceği bir yerden sonra önemli değil. Belki yeni, belki eski partilerle...

Önümüzde yeni bir “ANAP” dönemi açılacağını iddia edenlerin sayısı artıyor: Siyasi renksizlik, piyasacılık ve emekçi düşmanlığında kararlılık.

Emekçileri hayli zorlayacağı açık olan böyle bir program, düzen partilerinin kavgasını değil, işbirliğini gerektiriyor. Önemsiz başlıklarda, magazinel konularda fırtınalar koparılır, böylece gerçek taraflaşmaların üzeri örtülür. Ve olabildiğince tutarsız bir görüntü verilir ki kafalar karışsın, ilgisizlik ve bezginlik artsın. Esasa ilişkin kimse tutarlı tavır alamayacağından güncel konularla top çevrilmek zorunda kalınır. Seçim sürecindeki renksizlik buna bir alamet sayılmalı. 

12 Eylül ve 28 Şubat süreci bir dönemin siyasetini tasfiye ettiği için birinde ANAP, diğerinde AKP emekçi düşmanı ekonomik programlarını rahatça uygulayabildiler.

Şimdi ordu yerine pek sağduyulu patron temsilcisi düzen siyasetçileri bu tasfiye işini kendileri hallediyor. En azından çabalıyorlar. İşi askere bırakmıyorlar artık diye düşünerek biraz olsun demokratlaştık diye sevinin saflar çıkar belki ama bu durum emekçilerin siyaset kurumundan tasfiyesi, mevzi kaybından başka bir şey değil... Düzen siyasetçilerinin piyasa ruh ve bedenleriyle ne kadar bağlandığının da kanıtı.

Darbeler postalla yapılmak zorunda değil. Eğer amaç başka türlü hasıl olabiliyorsa ne ala. Eğer emekçileri ezmekse, piyasanın ihtiyaçlarını karşılamaksa amaç bunun türlü yolları var, şimdi elbirliği ile bu yola girdiler.

Evet ülkenin beka sorunu var, içerideki piyasa düzeni ve onların çürümüş temsilcileri nedeniyle var. 

Boşuna demiyoruz seçimlere iki parti giriyor diye.

Onlar kendi cephesini sağlamlaştırıyorsa, emekçilere düşen görev de bellidir: Herkes kendi partisini bulacak.

Böyle bir tabloda pusulalardaki, haritalardaki, mahalle ve işyerlerindeki kızıl lekeler, boyunu çok aşan bir etkiye sahip olacaktır.