Yabancıya Oy Hakkı

“Yabancı” sözcüğüyle “Oy Hakkı” kavramını yanyana gören “İleri Demokrasi” rozetli, faşizan tenli, Kasımpaşa dayısı eğilimli, ham burjuva demokrasileri sakinleri trene öküz bakışıyla yetinebilirler. Olmuş burjuva demokrasilerinin iyimserleriyse gündemlerindeki “anormallikler” silsilesinde hatırı sayılır bir yer tutan “Yabancıların hakları” kalemine arada bir, günah çıkarma babında arpa boyu katkıda bulunurlar. Sakın “günah çıkarma” diye küçümsemeyin. Adamlar arpa boyu yolları arka arkaya dizerek “eleştirelliğe” ulaşmışlar. Ahmet Hamdi Tanpınar “19. Asır Türk Edebiyat Tarihi” başlıklı bugüne bile ışık tutan referans çalışmasında Osmanlı edebiyatındaki eksik ve gediklere değinirken Müslüman kültüründeki günah çıkarma yokluğunu da vurgular. Olmuş (olgun) burjuva demokrasilerine dönmek gerekirse, onların donmuş çarklarına esas itibariyle çomak sokanlar da doğaldır ki Solveya “solduyu” sahipleridir...

İşte bunun son örneğini şimdilerde Fransa’da yaşamaktayız. Senato geçtiğimiz 8 Aralığı 9’una bağlayan gece 173’e karşı 166 oyla, Fransa’da yaşayan AB dışı yabancılara belli koşul ve kısıtlamalarla yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını tanıyan bir yasa tasarısını kabul etti. Tasarının yasallaşması için Millet Meclisi’nde onaylanması gerekiyor. Nicolas Sarkozy ve şürekâsı böyle bir yasayı istemediğinden tasarının gerçekleşmesi şimdilik olanaksız. Mayıs-Haziran 2012 Başkanlık ve Genel seçimleri sola iktidar kapısını açarsa ve de Sol bu kez sözünü tutarsa, koskocaman ve de mantık ötesi tarihi bir hata giderilmiş olacak. Niye mi diyeceksiniz?

220 yıldır bekleyen söz
1789 Fransız Devrimi’nin ilerici kahramanları hayata enternasyonalist bir bakış ve yönetimi benimsemek için Marx ve Lenin veya Eugène Pottier’yi (Enternasyonal ezgisinin şairi / 1816-1887) beklememişler. Daha 3 Eylül 1791 tarihli Anayasa’nın 3. maddesinde “milliyet” ve “yurttaşlık” kavramlarına açıklık getirmişlermiş. Bu maddeye göre temel yurttaşlık görevlerinden, “oy kullanma”da Fransız milliyetinden olmak şart değilmiş: “Yabancı ana-babadan doğan, ama Fransa’da oturan ve en azından 5 yıldır Kraliyet sınırları içinde devamlı yaşayan hatta Fransız bir kadınla evlenen, Fransa’da bir konut satın alan, Fransa’da bir ticari ya da zirai işletmeye sahip ve de medeni yemini etmeye hazır olan herkes Fransız yurttaşı sayılır.” 1988’de Danıştay 2. Başkanı ve Milliyet (Uyruk) Komisyonu Başkanı görevini yürüten Marceau Long 1791 Anayasası’nın söz konusu maddesine şöyle bir yorum ekliyor: “Yasama Meclisi o denli güçlü bir Evrenselci ve Enternasyonalist ideale sarılmıştı ki, 1791’den sonra ‘Milliyet’ kavramıtümüyle ‘Yurttaş’ kavramında eriyip gitmişti. Onlara göre kökeni ne olursa olsun, devrimci fikirlere sahip herkes Yurttaş olmaya lâyıktı.”

Bu kozmopolit (evrendeşçi) yaklaşım ve irade devrimcileri Anayasa’yı değiştirmeye itti. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin ruhu 24 Haziran 1793’te yeniden belirlenen 4. maddeyle üç kategoride yabancıya oy hakkı tanıyarak, onu “Milli egemenlik” sürecine dahil ediyordu: “Her yabancı ki 21 yaşını doldurmuştur, 1 yıldır Fransa’da yaşamaktadır, çalışarak geçinmektedir, veya bir konut sahibidir, veya bir Fransızla evlidir, veya bir evlatlık edinmiştir, veya bir yaşlıya bakmaktadır ve de her yabancı ki, Yasama Organınca ‘İnsanlık’a (sıfatına) lâyık görülmüştür, Fransız yurttaşlarının sahip olduğu tüm Yurttaşlık haklarından istifadesi caizdir.” Ancak aynı yıl yurttaşlık alabilmek için Fransa’da asgari yaşama süresini 5’e çıkartan yönetim, işgalci dış düşmanlar, iç savaş gibi etkenlerden ötürü 1795’te bu süreyi 7 yıla, 1799’da 10 yıla yükseltti. İlerleyen yıllarda değişen rejim ve yönetimlerle “Milliyet” kavramı kısa sürede “Yurttaş” kavramının yerini aldı. Fransız olmak zorlaştığı gibi 19. Yüzyılın başından itibaren yabancıların sivil hakları kuşa döndü. 1791’de verilen sözler unutuldu. Geçici devrimci devreler hariç, (Örneğin, Paris Komünü'nde yabancılar oy kullanabildiği gibi bazıları bakan bile olabilmişti.) Kapitalist dünyanın Fransa’sı kraliyetçi-sömürgeci kimliğine oturmuştu. (*)

Solun Ortak Programı’ndan 2011’in Sol Senato’suna
Aradan geçen yaklaşık 180 yılda “İnsanlık” simgesi gözüken “Yabancı”, yalnızca felsefi, hatta bazıları için ideolojik anlamda “Öteki” olmakla kalmamıştı. Irkçısı ayrımcısıyla, zorbası işbirlikçisiyle dünya gericiliği, Nazizm ve faşizmler, emperyalizmler, her türlü zorbalık yönetimleri “Yabancı”yı başdüşmanlığa kadar terfi ettirmişlerdi. Benzersiz kanlar dökülüp, milyon canlar kurban olduktan sonra yeni dünyaların inşa savaşımı başlamıştı. Fransa’da yaşayan yabancıların, daha da özelde Avrupa Birliği dışından gelen “göçmenler”in asgari medeni haklara kavuşma umudunun canlanması için Sosyalist ve Komünist Partilerin oluşturacağı sol birliğin hükümet programını, 1972 “Programme Commun / Ortak Programı”nı beklemek gerekecekti. Sosyalistler, Komünistler ve Radikal Sol Hareket, Sosyalist (SP) ve Komünist Partilerin (FKP) imzaladığı seçim programı o sıralar henüz tam netleşmeyen AB ilişkileri nedeniyle tüm yabancılara belli koşullarda seçme hakkı tanıma sözü veriyordu.

1981 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sol cephenin tek adayı olarak hazırlanan François Mitterrand 1980’de yayınladığı 110 maddeli seçim programına 80 numaralı öneri olarak göçmenlerin seçme hakkını da katıyordu. Ancak verdiği söz daha sonra kendine hatırlatıldığında ya henüz sıranın gelmediğini söylüyor, ya da hükümette sağ partiler, Meclis’te de sağ çoğunluk olduğundan yasanın geçemeyeceğini savunuyordu (ki bu sav doğruydu). 1981-1995 döneminde iki kez 7’şer yıl Cumhurbaşkanlığı yapan sosyalist Mitterrand göçmenlere, asgari medeni hak olan yerel seçimlerde oy kullanma olanağını sağlayacak yasayı bir türlü çıkartmıyordu. AB üyelerinin 1992’de imzaladığı Maastricht antlaşması AB üyesi ülke vatandaşlarına yaşadıkları farklı ülkelerde yerel seçimlerde oy kullanma hakkını otomatik olarak getiriyordu. Ama milyonlarca AB dışı göçmen bu haktan yoksundu. Çocukları Fransız da olsa, iktisadi, toplumsal ve siyasi hayata her boyutuyla katılıyor olsalar da...

1999’da FKP’nin hazırladığı ve itibar görmeyen bir yasa önerisinden sonra bu hakkın artık en sıkı savunuculuğunu üstlenen Yeşiller’in 2000 yılında hazırladığı bir tasarı dönemin sosyalist hükümet başkanı Lionel Jospin tarafından meclise getiriliyor ve solun çoğunlukta olduğu Meclis’ten geçiyordu. Ancak Jospin yasanın sağ muhalefetin çoğunlukta olduğu Senato’dan geçmeyeceği gerekçesiyle tasarıyı Senato’ya bile sevk etmiyordu. Halbuki Senato reddetse dahi son kararı verme yetkisi meclisteydi. Sosyalistlerin kararsız ve kaypak tavrı böylece bir fırsatın daha yitirilmesiyle sonuçlanıyordu.

Geçtiğimiz Ekim ayında tamamlanan Senato seçimleri sol kesimin önünde benzersiz bir ufuk açtı. Zira Senato V. Cumhuriyet’in kurulduğu 1958’den bu yana ve de bu biçimiyle tarihinde ilk kez sol partilerin egemenliği altına girmişti. Başını, 1950 İstanbul doğumlu tanınmış tarihçi ve sosyal bilimci, çiçeği burnunda Yeşiller senatörü Esther Benbassa’nın çektiği göçmen yanlısı sol cephe oybirliğiyle Senato’ya bu konuda yeni bir yasa tasarısı sundu. Ve sol geçtiğimiz 8 Aralık gecesi, yukarda da belirttiğimiz üzere yasa tasarısını Senato’dan geçirdi. Tasarının Meclis’te takılacağının bilinmesine karşın, solun bu ilk Senato eylemi 5 ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçimler için bir moral yükseltme operasyonuydu. Aynı zamanda kimilerine göre 220 yıldır, kimilerine göre de 30 yıldır bekleyen bir sözün bir adım daha ileri götürülmesi anlamına geliyordu.

Dünya ve AB ne durumda?
Bir başka araştırmacı, Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi (CNRS) uzmanlarından Hervé Andrès, AB’nin kararıyla 1998 yılından beri tüm AB vatandaşlarına yaşadıkları farklı AB ülkelerinde yerel seçimlerde oy verme hakkı tanındığını hatırlatıyor. Bu durum Andrès’e göre “de facto”, yani bir anlamda tüm üye ülkelerin tepeden inme bir kararla, milliyet ile yurttaşlığı ayrıştırmalarını zorunlu kılıyor. Araştırmacı, “Dolayısıyla sağ kesimin egemenlik elden gidiyor, Fransız olmadan nasıl ülkenin yönetiminde söz sahibi olma hakkı kazanılır gibi demagojik ve ikiyüzlü söz ve savlarının hiçbir anlamı kalmıyor”, diyor. Çünkü AB dışı veya içi olsun, oy kullananlar yalnızca yerel yönetimlerin belirlenmesine katkıda bulunacaklar, ülke düzeyinde veya genelinde siyaset olanakları olamayacak. Böylece AB vatandaşları oy kullanırken, ötekilerin kullanamaması çok ciddi bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık yaratacak.

Andrès şu anda yeryüzündeki her üç ülkeden birinde yabancıların bir biçimde oy kullandığını vurguluyor. “Tabii ki hepsi, her yerde ve her seçime katılamıyor. Örneğin ABD veya İsviçre’nin bazı eyaletleri ve kantonları yabancılara oy hakkı tanırken aynı ülkenin diğer eyalet ve kantonları hiç bir hak tanımıyor. ABD’nde yakın zamanlara kadar köleler, yoksullar, Afro-Amerikalılar oy kullanamazken, farklı milletlerden WASP’lar (beyazlar, Hristiyanlar) oy kullanabiliyordu“, tespitleriyle acı birtakım gerçeklerin altını çiziyor.

Yabancılara 1920’lerden itibaren dünyada ilk kez oy hakkı tanıyan ülkenin Şili olması ve bu hakkın yaygın biçimde Latin Amerika’da uygulanması klasik şema ve önyargıları sarsan bir bilgi. İngiltere eski sömürgelerinden oluşan Commonwealth üyesi ülke vatandaşlarına İngiltere’de yaşadıkları takdirde oy verme gibi birtakım yurttaşlık haklarını 1948’de tanımış.

AB’ye eğilecek olursak, İrlanda’nın 1963’ten itibaren ülkede yaşayan tüm yabancılara oy verme hakkı sağladığını görürüz. Sonra sırasıyla İsveç (1975), Danimarka (1981), Hollanda (1985), Estonya (1993), Macaristan (1994), Finlandiya (1996), Litvanya (2002), Slovakya (2002), Slovenya (2002), Lüksemburg (2003), Yunanistan (2010) geliyor. AB dışı bazı ülkelere oy hakkı tanıyanlar Çek Cumhuriyeti, İngiltere, İspanya (Çok sayıda Latin Amerika ülkesi, ki anlaşılır bir konum) ve Portekiz. AB uyruklular dışında hiç kimseye oy hakkı tanımayan en sertlere gelince: Almanya, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Fransa, İtalya, Letonya, Polonya ve Romanya.

Fransa’daki tasarı ne öngörüyor?
Esther Benbassa’nın (Fotoğrafta görülüyor) raportörlüğünü yaptığı iki cümlelik yasa tasarısı, Fransa’da yaşayan AB dışı yabancıların, hiç bir ayırım gözetilmeksizin yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkına sahip olmalarını getiriyor. Ancak aynı tasarıya göre göçmenler Belediye başkanı veya Başkan yardımcısı olamıyorlar. Dolayısıyla senatör seçme oylamasına katılamadıkları gibi, senatörleri seçen büyük seçmenler sınıflamasına da giremiyorlar. Tasarıda sene kısıtlaması yok. Ancak tasarı 2000 yılında Meclis’ten geçen ancak rafa kaldırılan yasaya ek olarak sunulmuştu. Sosyalistlerin o zamanki önerisindeyse seçme ve seçilme hakkını kazanmak için en azından 5 yıldır Fransa’da düzenli ve yasal yollardan yaşadığını kanıtlamak koşulu vardı.

Fransa’da resmi sayımlara göre 3,7 milyon yabancı yaşıyor. Bunların 1,3 milyonu AB üyesi ülkelerin vatandaşı. Bu sayıdan Fransa’da doğdukları için 18 yaşına geldiklerinde Fransız vatandaşı olacaklarını varsaydığımız 500 bin genç ve çocuğu da indirirsek geriye 1,9 milyon kalıyor. Bunların da 400 bini 5 seneden daha az bir süredir Fransa’da. Dolayısıyla yerel seçimlerde oy kullanabilecek potansiyel sayı 1,5 milyona düşüyor. Bu sayı 44 milyonluk kayıtlı seçmen arasında yaklaşık yüzde 3-4’lük bir orantı oluşturuyor.

Ayrıca son aylarda gerçekleştirilen kamuoyu araştırmalarının hepsi, Fransızların yüzde 70 ile 61 oranında net bir çoğunluğunun ülkede 5 seneden fazla yaşayan, vergi ve diğer yasal yükümlülüklerini yerine getiren göçmenlerin yerel seçimlerde oy kullanmasından yana olduğunu gösteriyor.

Bir başka ilginç veriyse şimdiki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin son 15 yılda bu konuda aldığı birbiriyle tamamen çelişen söz ve tavırları. Sarkozy 1997’de televizyon kameraları önünde yaptığı bir konuşmada hiç ikirciksiz ve tereddütsüz bir biçimde, seçme ve seçilme hakkının sadece ve sadece Fransızlara ait olduğunu savunmuştu. 2001 yılında yayınlanan “Libre/Hür” başlıklı kitabındaysa yasalara saygılı, vergilerini ödeyen ve 5 yıldır Fransa’da yaşayan AB dışı göçmenlerin oy kullanabileceğini yazıyordu. 2005’te İçişleri Bakanı olarak yaptığı bir konuşmada yalnızca 5 yıl şartını 10 yıla çıkartmış, şahsi olarak bir kez daha göçmenlerin yerel seçimlerde oy kullanmasından yana olduğunu ifade etmişti. Geçtiğimiz 23 Kasım’da yaptığı bir konuşmadaysa böyle bir hakka tamamen karşı olduğunu, Solun tavrının sorumsuz ve bölücülük olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişti. Başkanın avukatlığını yapan İçişleri Bakanı Claude Guéant ise ortamların farklı olduğunu söyleyerek kargaları güldürmüştü.

Fransa’da oy kullanmak,anarşistler hariçsol cephe içerisinde temel yurttaşlık görevlerinden biri sayılır. Eğer önümüzde kalan 5 ayda sol hazırlıklarını iyi yaparsa seçim sandıklarından çıkacak yeni bir irade ülkenin gidişatı değiştirmeye aday. Genç yaşta yitirdiğimiz ünlü Fransız kara mizahçı Pierre Desproges’un dediği gibi, “Noel babaya inanmayan yetişkin oy kullanır!”

..............................................................................

Paris – 10 Aralık 2011 / [email protected]

(*) Daha önceki yazılarımızda kısaca ele aldığımız “Fransız Solu tarihi” kapitalist Fransa’nın bağrında gelişen, filizlenen sosyal mücadeleler, siyasi örgütlenmeler hakkında az da olsa bir fikir verebilir. Güncellikten ötürü ara verdiğimiz “Fransız Solu”nun en yakın tarihi ve günümüzdeki konumu üzerine yazmaya önümüzdeki haftalarda devam edeceğiz.