Sınır Tanımayan Yurttaş Stéphane Hessel (*)

“Direnmek, bir anlamda insan topluluklarının kendini sürekli yeniden yaratması demektir... İnsanoğlu tarihin akışını değiştirmeye kadirdir. Tarih sorumlu yurttaşların eseridir.”

Yukardaki sözler 2011 Nobel Barış ödülüne aday gösterilen, şimdilerde 94. baharını süren “genç yürekli” bilge, Stéphane Hessel’in (1) 2008’de yayınlanan anı-söyleşi kitabından aktarılmıştır. Bu adaylığı destekleyen Collegium International (2) üyesi dört ünlü uluslararası kişilik Edgar Morin (Fransız filozof sosyolog), Michel Rocard (Fransa eski başbakanlarından / 1988-1991), Peter Sloterdijk (Alman filozof yazar) ve Richard von Weizsäcker (Almanya eski cumhurbaşkanlarından / 1984-1994) Alfred Nobel’in barış ödülü tanımından esinlenerek adayları Hessel’i şöyle değerlendiriyorlar:

“Stéphane Hessel yıllardır bilfiil insanlık uğruna mücadelesi ve cesaretiyle tartışmasız barış savaşı verenlerin en ön saflarındadır. Bu insanlar halkların yakınlaşmasına, düzenli orduların tümüyle veya kısmen ortadan kaldırılmasına, barış yolunda ilerleme ve toparlanma sağlanmasına sürekli katkıda bulunuyorlar... Hessel’in yaşamı işte böylesi bir savaşımın canlı tanıklığıdır. Üstüne üstlük sözleri, satırları bugün bir vicdanlar ayaklanmasının, şaşırtıcı bir genç dünyanın sesi oldu. Mesajı dünya çapında bir etki yarattı. Özgürlük ve kurtuluş bayrakları açan halkların metaformozlarını değişimlerini başarıyla tamamlayabilmeleri için aydınlatıcı sözlere ihtiyaçları var...” (3)

Kişilikle Paris’teki evinde yaptığım uzun bir sohbette son zamanlarda hakkında yazılıp çizilenleri, söylenenleri hatırlatınca utangaç bir rahatsızlık içinde özetle şunları söyledi: “Mübalâğa ediyorlar. Ben çok talihli bir hayat yaşadım. Aldığım çok yönlü ve kültürlü terbiye ve eğitimden,edindiğim uluslararası tecrübelerden, insani ve cumhuriyetçi mücadeleden çıkartabildiğim derslerden başkalarının da yararlanmasını istiyorum. Evrensel değerler hiç kimsenin, hiç bir uygarlığın tekelinde değildir. Yerküre artık hepimizin yurdu, bilgi ve görgü hepimizin malıdır. En katı milliyetçilikleri, en kesin sınırları tanımış bir insanım. Artık ne mutlu ki, insanlık sınırların göreliği ve yapaylığının farkında. Ne var ki, dünyaya egemen iktidarlar bunu teslim etmekten henüz uzak. Tek bir dünya, sınır tanımayan bir yurttaşlığın yolu hâlâ uzun ve çileli, ama kesinlikle bir rüya değil...” (4)

“Indignez-Vous!/Öfkelenin!” ya da “İnsanlık Onuru için Manifesto”
En yalın sıfatıyla, “olağandışı” bu insan cilt cilt romanlara sığmayacak yaşamının özünü özlediği küresel bir topluma yönelik çağrısını sosyal adalet, eşitlik ve özgürlük çığlığını, ille de bir ad koymak gerekirse “İnsanlık Onuru için Manifesto” diyebileceğimiz davetini 15 sayfalık bir metinde toplamış. Bu kitapçık Fransızca özgün baskısında girişi, tanıtımı, notlarıyla toplam 30 sayfa bile tutmuyor. Ancak bu küçük kitap, bu bir cins risale duygu tsunamisi misali dünya kitapçılarının vitrinleri, tezgâhlarından taştı yürekleri, akılları bastı. 1944’te Ulusal Direniş Kurulu Programı, 1948’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni kaleme alanlar arasında olan Stéphane Hessel şimdilerde ne bir siyasi program öneriyor, ne de gökten vahiy yoluyla inen vecizeler aktarıyor. Yazdıkları benzersiz zenginliklere sahip şu yeryüzüne, bilgi ve iletişim çağı 21. yüzyıla yaraşır adil ve çevreci bir düzen için sivil, barışçıl başkaldırıya çağrı. 19. yüzyılın devrimci Paris barikatlarının çulsuz çocuğu “Gavroche” (5) 150 yıl sonra, her daim takım elbiseli, kravatlı bilge dede “Hessel”in kılığına bürünüp bu kez “Sermayenin Diktatörlüğüne Hayır!” diyor.

Stéphane Hessel ne Fransız Ulusal marşı, “La Marseillaise”de olduğu gibi “Yurttaşlar silahlara sarılın!” diye ajit-prop çekiyordu ne de uslu kılıflı, usta bir söylemli “Bilinçli yurttaşlar olun, dört yılda bir oy pusulanızı yerinde kullanın!” aklıyla yetiniyor. Sakin sakin “Yetti artık! Olup bitenlere duyarsız kalmayın, liberal masallara kanmayın! Sizlere empoze edilen bir dünya bakışından tiksindiğinizi, kızdığınızı gösterecek, insana has en basit tepkileri verin! ÖFKELENİN!”(*) diye sesleniyor.

Başkaldırının en doğal ilk aşamasını anlatmak için kitaba başlık seçilen Fransızca fiil, “Indigner”nin Türkçe tam karşılığı yok. İlginç olan Almanca ve İngilizce’de de eş anlamlı bir sözcük bulunamamış. Latince kökte yatan “Dignitas/Asiller Sınıfı”ndan her ne kadar günümüz Fransızcası’nda “Dignité/İnsanlık Onuru” kavramına evrilip, farklıca bir anlam kazanmış olsa da, sonuçta sadece belli bir “Asalet”e tercüman olabiliyor. Fakat kavrama “In-“ öneki katılıp da “Indigner” mastarıyla olumsuzlaşınca, “Kızdırmak, öfkelendirmek, tiksindirmek” ve de mecazi olarak “İnsanlık onuruna dokundurmak” diye bir fiil ortaya çıkıyor. “Indignez-Vous” ifadesiyle çift zamanlı dönüşen fiilin ikinci emir “siz” çoğulu olup, iki bitişik kelimede “İnsanlık onurunuza, haysiyetinize yapılan büyük haksızlık veya hakarete karşı tepki, infial duyun, öfkelenin” içerikli bir anlam kazanıyor. Doğrudan Latince’den kaynaklanan İspanyolca ve İtalyanca dilleri “Indigner” fiiliyle birinci elden mesajı yakalarken, Almancacılar “Empört Euch! / Kızın-Darılın!”, İngilizceciler “Time for Outrage!/ Zorbalık veya (Çok) Öfkelenme Zamanı!” gibi başlıkları yeğlemişler.

Feleğin binbir çemberinden geçmiş Gavroche Dede, Fransızları öyle duyarlı noktalarından vurmuştu ki, yarım satte okunabilen risale boyutunda bu metin piyasaya çıktığı 21 Ekim 2010’dan 28 Şubat 2011’e 2 milyon adetten fazla satacaktı. İnsanları, iktisadi ve toplumsal haksızlıkları haklı göstermeye çalışan tüm zihniyet, kural, yasalara karşı itaatsizliğe kışkırtan bu bilyeli el bombası 25 dile çevrildi. Bir o kadar dile daha çevrilmeye devam ediyor. 21 Şubat’ta Almanya’da piyasaya sürülen 75 bin kitapçık anında yok sattı. 55 binlik İspanyolca ilk baskı bir haftada tükendi. Artı Baskça ve Galiçya, Kastilya ve Katalunya dillerinde de ayrı baskılar yapıldı. Kitap halen İtalya ve Almanya’da liste başı. Arapçası ve İbranicesi aynı anda çıkmak üzere. İsveç’ten Avustralya’ya uzanan heyecan dalgaları yaratan Gavroche Dede’nin sırrı nedir?

“Talihli Bir Hayat”
“Çok talihli ve mutlu bir insanım. Ömrümde Nazi işkenceleri dahil, epeyce acı çekip tehlike atlattım. 5 kez ölümden döndüm. Gördüm, geçirdim.
Dünyanın dört bir bucağını dolaştım. Torunlarımın bile 5 çocuğu var. Şu anda yaşım için mükemmel bir 94. yıl sürüyorum. Ben şanslı olmayayım da kim olsun?”
Kendini, en zorlu dönem ve anlar dahil içinde bulunduğu ortamların daima en talihlisi, hayattan en iyi yararlananı olarak görmüş. Aslında kısa bir süre de olsa onunla birlikte olabilmek bir şans, zira kişiliği biraz yakından tanıdığınız, izlediğiniz takdirde ortaya gerçekten olağanüstü bir insan çıkıyor. Umut pilleriniz tazeleniyor!

Öncelikle sıcacık ve insancıl gülümsemesinin, yaşlılığın zenginleştirdiği kıvrımlarla dalga dalga kabarmasını sağladığı aydınlık yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Sonra devamlı ürettiği pozitif enerjiyi bir dinamo disipliniyle hem etrafını ilerletmeye, hem de yeniden enerjiye çeviren bir iyimserlik aracı varlıkla aynı havayı teneffüs ettiğinizden ötürü içinizi bir mutluluk duygusu kaplıyor. Pilot, diplomat, arabulucu, danışman, eğitimci ve filozof Hessel. Dillere destan efendiliği, alçakgönüllüğü ve kibarlığının diplomatlık özrü olduğunu sananlar çok yanılır. Çünkü hazırcevaplığı ve mizahı kadar özel durumlarda üç dilden ezbere okuyabildiği yüzlerce şiirle fakat hepsinden önemlisi yeri geldiğinde acımasız bir gerçekçilik ve sıkı eleştirel bir yaklaşımla demir yumruk gibi kullandığı sözleri, savları, siyasi argümanlarıyla hasımlarını nakavt edebilecek, yandaşlarını coşturacak bir güce, karizmaya sahip.

Aydın yapılanmasına yön verenleri, düşünce ve davranışlarını geniş çapta etkileyenleri, kişisel sentezini, “Felsefede Jean-Paul Sartre, siyasette Pierre Mendès France, cesarette general Charles de Gaulle tarafından eğitildim. Çoğu zaman Michel Rocard’ın (6) çizgisine duyarlı kaldım. Ama günümüzün sorunlarına en iyi cevabı verenin filozof-sosyolog Edgar Morin olduğuna inanıyorum” cümleleriyle anlatıyor. Hararetle herkesin Morin’in “La Voie/Yol” başlıklı son kitabını okumasını tavsiye ediyor. Bu insanlarla yakinen yaşamış, çalışmış olmasını bir başka talihlilik ögesi görüyor.

Doğru Zaman, Doğru Yer
Hessel’e sorarsanız kitabın başarısında teknik ve tarihi nedenler var.
Teknik: Çünkü 29 sayfalık, kolay dağıtılabilir boyutlarda ve çok ucuz bir kitapçık. Ve de son derece provokatör, kışkırtıcı bir başlığı var. Hessel kitabın, yayıncısına (7) çok şey borçlu olduğuna inanıyor.

Tarihi: Zira, “Bu kitapçık 5 yıl önce veya hatta 5 ay sonra çıksaydı kesinlikle bu kadar gürültü koparmazdı” diyor Gavroche Dede. “Özellikle gelişkin toplumlar öyle bir devre girdiler ki, her şey sorgulanıyor. Öyle eskisi gibi kesin, sağlam, güvenilir öngörüler ve vizyonlar yok. Ortalıkta ne ideal bir Sovyetler Birliği, siyasi birlik düşlü bir Avrupa Birliği tasarısı kalmadı. Belki şimdilik sadece Çinliler kendilerine güveniyorlar. Berlin duvarının yıkılışından sonra bazıları Bay Francis Fukuyama’ya kandılar. Tarih bitti, tek tipte bir dünya olacak sandılar. Yanıldılar...” 2001’den sonra ortaya çıkan terörizm dalgalarının bütün dünyayı şaşkına çevirdiğine dikkat çekiyor. Öylesine büyük umutlarla seçilen Barack Obama’nın dahi çaresiz kaldığını vurguluyor.

Bilge Hessel’in, gerçekten de Fransa gibi bir ülkenin, Fransız toplumunun Nicolas Sarkozy gibi bir adamı cumhurbaşkanı seçmesi, sosyal ve politik açmazın derinliğini göstermesi açısından çok düşündürücü olduğu tespitine katılmamak mümkün mü? “Derinden derinden isyan kaynıyor, dalgaları kabarıyordu” diyor Hessel. “Megalomanyak olsam, Arap halkları kitabımdan esinlenip isyan ettiler derdim” deyip tatlı tatlı gülüyor ve ekliyor: “Bütün dünyada insanlar sosyal adalet, özgürlük, saygıya susadılar haksızlığa, eşitsizliğe başkaldırıyorlar.” Tunuslular sokaklara döküldüğünde kitap çıkalı neredeyse 3 ay olmuştu, ama sadece Fransa’da biliniyordu. Bu el kitapçığı küresel bir kırılmanın yaşandığı, koflukların bilincine varılınan, şiddet ve baskılara karşı isyanın somutlandığı tarihi bir döneme denk geliyor. Bir başka ifadeyle “Öfkelenin!” doğru zaman ve doğru yerde yayınlanıyordu. Ve Gavroche Dede bu kitabın tüm gelirini uluslararası ölçeklerde mücadele veren Sivil Toplum Kuruluşlarına bırakıyordu. Örneğin 100 bin avro Filistin davasına bakmakta olan Russel Mahkemesi’ne. (8)

“Engagez-Vous!”
Stéphane Hessel düşünsel planda birey haklarından hiç taviz vermeden cumhuriyetçi değerlerin evrenselliğini savunurken, eylem planında kolektif ve insancıl bir enternasyonalist örgütçü olarak hareket edilmesi gerektiğine inanıyor. “Ya hep birlikte, ya da hep birlikte çıkacağız bu açmazdan. Bir koşulla!”

“Öfkelenin”den 4 ay sonra, ilk çağrısının mantıki uzantısı, “Engagez-Vous! / Mücadeleye Katılın!” (9) başlıklı bir kitap daha yayınladı. Hessel 92 sayfalık bu söyleşi kitabında insanları, toplumları bir davaya sahip çıkmaya, somut hedefler etrafında mücadeleye davet ediyor: “Direnişin ilk aşaması öfkelenmek, yaşanan haysiyetsizliklere kayıtsız kalmamak, infial duymaksa ikinci ve belirleyici aşaması eyleme geçmektir.” İnsanları mahalle derneklerinden Attac, Amnesty International gibi uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarına, sendikalardan siyasi partilere örgütlenmeye çağırıyor. Gavroche Dede tarihin hiç bir döneminde paranın, sermaye sahiplerinin bu denli egemen iktidar olmadıklarını söylüyor. İnsanlar, toplumlar arasındaki farklılıkların hiç bir devirde böylesine derin uçurumlara dönüşmediğini ve üstüne basa basa, “Çağımızın en baş düşmanının malileştirilmiş ekonomiler, yalnızca kâr ve verimlilik hırsıyla hareket eden sermayeler olduğunu” haykırıyor.

Sohbetimizde sordum: “Geçtiğimiz 7 Şubat’ta Arap halklarıyla dayanışmaya dönüşen ‘Yaratmak Direnmek, Direnmek Yaratmaktır’ gecesinde yaptığınız konuşmada sahnede 94 yaşında ne kelime, 24 yaşında genç bir adam vardı. Sürekli hareket halinde, neşeli ve umutlusunuz... Nedir bunun sırrı?”

İşte Stéphane Hessel’in cevabı: “Ben hayatım boyu sosyalist oldum. Öyle öleceğim. Ama öncelikle mutlu bir insanım. Bu mutluluğumu kadınlara, başta da anneme borçluyum. Annem, daima her koşulda mutlu olmayı bileceksin, mutluluk bulaşıcıdır, sen mutlu olursan etrafındakiler de mutlu olur, bu da yine senin mutluluğunu arttırır, derdi. Hep annemin sözünü tuttum.”

(*) Stéphane Hessel’in “Öfkelenin!” başlığı ve İsmail Yerguz’un Türkçesiyle Cumhuriyet Kitapları – Aydınlanma Kitaplığı dizisinden geçtiğimiz Mayıs ayında yayınlanan kitabının önsözüdür.

(1) Stéphane Hessel - “Citoyen Sans Frontières – Conversations avec Jean-Michel Helvig” – Eds. Fayard, Paris - 2008
(2) http://www.collegium-international.org
(3) 6 Nisan 2011 tarihli gündelik Le Monde gazetesi, Débats – “Le Prix Nobel pour Stéphane Hessel”, s. 22.
(4) 4 Nisan 2011’de Paris’teki evinde yaptığımız söyleşi. (Cumhuriyet - Kitap / 26 Mayıs 2011)
(5) Victor Hugo’nun büyük klasiği “Sefiller”in çocuk kahramanı.
(6) Pierre Mendès France (1907-1982) ve Michel Rocard (1930) ikisi de başbakanlık yapmış ılımlı sosyalist liderler.
(7) “Editions Indigène” yayınları 68 ruhlu solcu bir çiftin Fransa güneyindeki Montpellier kentinde kurduğu küçük bir yayınevi.
(8) Stéphane Hessel – “Engagez-vous! Entretiens avec Gilles Vanderpoten” – Eds. de ‘Aube, Paris – 2011.
(9) 12 Nisan 2011 tarihli gündelik Libération gazetesi, Grand Angle - “Les éditeurs indignés”, s. 22-23.

Paris - 17 Aralık 2011 / [email protected]