Paylaşılamayan Bakire, Jeanne d’Arc

Fransız kültürüyle büyümedim. Annem babam da anlatmadı. Nasıl tanımıştım bu efsanevi kadını diye epeyce düşündüm. İlkokulda mı, orta okulda mı derken, ipucunu internet okyanusunun derinliklerinde yakaladım. “Tarla Kuşu”nu geçmişin kör kuyusundan çıkartan sevgili Ayla Algan ve rahmetli Beklan Algan’lı (1933-2010) anılar oldu. Amerika’da tiyatro tahsili yapıp 1960’ta Türkiye’ye dönen Algan çifti Muhsin Ertuğrul’un (1892-1979) arzusuyla İstanbul Şehir Tiyatroları kadrosuna katılmışlardı. Beklan Algan, sanırım 1961’de rejisör olarak ilk piyesi -niçindir merak ederim-, Fransa’da genellikle bireysel anarşist diye bilinen ünlü tiyatro yazarı Jean Anouilh’un (1910-1987) yazdığı “L’Alouette/ Tarla Kuşu”nu (1953) sahneye koymuştu. Bir biçimde paylaştığımız o sahne tozlarının içinde genç, güzel bir kadın, Ayla abla hâlâ unutamadığım bir huşuyla loş bir ışık altında sorgulayıcılarıyla olduğu kadar, kendi kendisiyle hesaplaşan, bazen korkan bazen başkaldıran, tereddüt ve çelişkilerine karşın sonunda canı pahasına boy eğmeyen, Engizisyon mahkemesinin yargıladığı bir genç kız, Jan Dark’ı (Türkçe yazma ve okuması daha kolay olduğu için böyle çevrilmiş) canlandırıyordu.

Anouilh’un “Tarla Kuşu- Jan Dark”tan çok daha dramatik, patetik, dokunaklı ve karanlık bir Jeanne d’Arc’ı 5-6 yıl sonra İstanbul veya Ankara Sinemateki’nde keşfedecektim. 1928’de Danimarkalı yönetmen Carl Theodor Dreyer’in Fransa’da çektiği sessiz ve siyah-beyaz başeser “Jeanne d’Arc’ın Tutkusu/Çilesi”nde dönemin tanınmış Fransız kadın oyuncusu Renée Falconetti’nin enfes kompozisyonu ve uzun uzun portre, yakın çekimler sayesinde belleğimde saçları 1 numara traşlanmış, çehresine inanılmaz ıstıraplar kazınmış trajik görünümlü bir kadın kalacaktı. Aslında bu tarihi kişiliğin aşağı yukarı ne yaptığına dair genel bir fikrim vardı. Sıradan çiftçi kızı Jeanne’dan insanlık tarihinin bilinen en cengaver Azizesi Sainte-Jeanne’a uzanan, gerçekte topu topu 19 yıllık (1412-1431), o da özellikle son iki seneye sığdırılmış destanımsı bir hikâyeydi. Yaşadığı kısacık hayat, doğduğu Lorraine Bölgesi Domrémy köyünden savaş alanlarına, büyücü suçlamasıyla yakıldığı Rouen’ın Eski Pazar meydanına istisnai bir güzergâh izletmişti. Büyük Alman yazar Friedrich Schiller’in 1802’de yeniden yarattığı trajik-romantik tiyatro kahramanı “Orleans’lı Bakire” Tanrı’nın Fransızlar için özel seçtiği yol gösterici, kurtarıcı melek miydi? Yoksa Rönesans’ın, Protestanlığın, Katolik Kilisesi’ne isyanının, kadın haklarının doğuşunu muştulayan bir öncü müydü?

Hangi Jeanne d’Arc?
12 yaşından beri Ste. Catherine ve Ste. Marguerite gibi bazı Azizelerle gaipten temasta olduğunu söyleyen, çiftçi Jacques d’Arc kızı Jeanne “Yüzyıl (Dini) Savaşları”nın kanlı gelgitlerinde işgalci İngilizlerle işbirlikçi Burgonyalı Fransızlara karşı deli Kral VI. Charles ve Armagnac’lı Fransızların dağınık ordusunu mucizevi biçimde toparlar. Erkek kılığında başı çektiği başıbozuk güçleriyle işgalcileri püskürtür. Tuzağa düşürülüp Rouen’de hapse atılır. Sorgusunu hain, satılmış engizisyoncu Beauvais Episkoposu Pierre Cauchon yapar. Başta ilk büyük Fransa tarihçisi ve Cumhuriyetçi düşünür Jules Michelet (1798-1874) olmak üzere uzmanlara göre Ulusal arşivlerde bulunan Jeanne d’Arc’ın yargılanma tutanakları Orta çağların en zengin ve en iyi saklanmış belgeleridir. Katolik kilisesince 1456’da aklanarak şehit, 1904’te saygınlık , 1909’da kutsanma mertebelerine ulaşan kişilik, 1920’de ise kutsallaşarak Azize ilan edilir. 16-18. Yüzyıllar arasında neredeyse unutulan Kutsal Bakire ulusal devlet, milliyet kavramlarının yaygınlaşmasıyla Milli Birlik simgesi olur. Bu arada örneğin İrlandalı denemeci, tiyatro yazarı George Bernard Shaw “Saint Joan” (1923) isimli piyesinde Jan Dark’ı İrlandalı Protestan bağımsızlıkçı kılığında yeniden canlandırmıştı. Jan Dark, Napoleon’dan başlayıp günümüze kadar süren binbir yorumun kaynağı ve aracıdır.

Ancak Fransız sağının son günlerde artan “Bakire” aşkına değinmeden geçmek olası değil. Fransa’ya geldiğim ilk yıllarda her 1 Mayıs’ta aşırı sağcıların Paris’te Piramitler Meydanı’nda dikili, Hollywood star ve şövalyelerini andırır kılıklı Jeanne d’Arc anıtı önünde düzenledikleri törenleri anlamazdım. Hani bize yıllarca Bahar bayramı diye yutturmağa çalıştıkları 1 Mayıs’ı, Fransız faşoları da akılları sıra, aklı kıt küçük bir gruba “Ötekiler varsın bugün komünistlik yapsın biz geçmişimize sahip çıkıyoruz” havasında kakalamağa çalışırlar. Oy dilencisi Sarkozy geçtiğimiz 5 Ocak’ta “Bakire Azize”nin doğumunun 600. Yılı vesilesiyle doğduğu, vaftiz edildiği köy ve kasabada görkemli bir anma töreni düzenledi. Yaptığı konuşmada Jeanne d’Arc’ın bir gruba değil tüm Fransızlara ait olduğununu vurguladı. Kendini yeni Jeanne d’Arc gören aşırı sağcı lider Marine Le Pen ise ertesi gün aynı köye gidip, “Sarko senin adımların bizim hızımıza yetişemez” diye başkanla dalga geçti.

Sevgi Sanlı’nın Türkçesi eşliğinde Bernard Shaw’ın Jan Dark’ından bir alıntıyla noktalıyalım: “Sizin bu kötülüğünüz, sizin bu sersemliğiniz beni Tanrı'dan bile soğuturken, gönlümü gene O'nun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem ateşinden de beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşmasam da olur...Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır (tarla) kuşunu... işitebileyim... Benimle birlikte yaşamaya layık değilsiniz sizler. Şu güzelim dünyayı yaratan Tanrım. Senin ermişlerine dünya ne zaman kucak açmayı öğrenecek?”

Paris – 20 Ocak 2012 / [email protected]