Gelişmişlik + Yoksulluk = Eşitsizlik

19. Yüzyılın ilkyarısında, Temmuz 1849’da Fransız Millet Meclisi’nde konuşan bir milletvekili diyordu ki: “Ben sefalet ve yoksulluğun yok edilebileceğine inanan ve bunu onaylayanlardanım”. Bu vekilin adı Victor Hugo idi. Hugo “Sefiller”i yazdı. Eşitsizliğin nasıl bir canavar olduğunu evrensel bir hikâye olarak gözler önüne serdi, sergiledi. Aslında ne kadar basitti yoksulluğu yenmek, insanları eşitliğe yakınlaştırmak! Geliştikçe, kalkındıkça yoksulluk yenilecek, eşitlik sağlanacaktı! Aradan neredeyse iki yüzyıl geçti. Dünya, Fransa geliştiler gelişmesine… Yoksulluğun sefil görüntüsü belki yer yer ortadan kayboldu. Ne ki, ne yoksulluk yok oldu, ne de eşitsizlik bitti. Geliştik, hem de nasıl! Gelişmeye, geliştirmeye de devam ediyoruz… Ama 21. yüzyılda başlıktaki denklemi ne taraftan kurarsanız kurun, sonuç hep aynı!

Yoksulluk + Eşitsizlik = Gelişmişlik
Eşitsizlik + Gelişmişlik = Yoksulluk
Gelişmişlik + Yoksulluk = Eşitsizlik

Yukarıdaki garip denklem(ler)e kapitalist dünyanın en önde gelen uluslararası kurumlarından OECD, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün verilerinden hareketle varıyoruz. Örgütün geçtiğimiz 5 Aralık’ta yayınlanan gelir eşitsizliğini inceleyen, “Divided We Stand” başlıklı raporu son 30 yılda dünyada toplumsal dengesizliklerin görülmemiş bir biçimde patladığını, başka bir deyişle sosyal adaletin endazesinin hepten kaçtığının yeni bir kanıtıydı. Bu türde ölçüm ve istatistiklerin tutulduğu yarım yüzyıldan beri “kalkınmış veya hızlı kalkınma yolundaki ülkelerde” böylesi bir eşitsizlik, en zenginle en yoksul arasında böylesi bir uçurum yaratılmamıştı.

Kalkınmış ülkeler arasında Eşitsizlik Şampiyonları, hiç şaşırtmayan acı bir gerçeklikle ABD ve İngiltere idi. İngiltere, 1986 yani Demir Leydi Margaret Thatcher’den beri aldığı ivmeyle uçurumu derinleştirme hızında ABD’ye bile fark atıyordu. Bu eşitsizlik liderlerinin en yakın takipçisi de İsrail’di. Hızlı kalkınan OECD üyeleri arasında gelir eşitsizliği yarışmasının başındaysa Şili, Meksika ve de, ve de Türkiye geliyordu. Rapor çıktığı tarihlerde, başta “sol.org” olmak üzere çok sayıda internet sitesinde, az sayıda da gazetede ele alınmış, işlenmişti. Biz bu küçük hatırlatmadan sonra gelir eşitsizliğinde en ılımlı ve olumlu konumdaki Fransa’yı mercek altına alacağız. Fransa son 30 yılda eşitsizlik makasını hemen hemen hiç büyütmemiş nadir ülkelerden biri. Ama biraz daha yakından bakıldığında acaba dünyanın 5. en büyük ekonomisi bu büyüklüğün hakkını veriyor mu?

Denklemin Fransa Bileşenleri
Fransa gerçekten de dünyanın sosyal hakları en yüksek, bireyin en basit ve temel ihtiyaçları anayasa ve kamu güvenliği altında nadir 2-3 ülkeden biri. Ancak kâğıt üstündeki bütün bu haklar, bu ayrıcalıklar acaba ne denli toplumun tümüne mal edilebilir? 65 milyonu aşkın nüfusuyla Fransa her yurttaşına, ülkede yaşamaya hak kazanmış her kişiye 21. Yüzyıl insanına, insanlığa yaraşır bir düzey sağlıyor mu? Resmi rakamların her daim yüzde yüz gerçekleri yansıt(a)mayacağı varsayımını göz önünde tutarak, fakat yine de resmi verilerden çıkarak bu toplumun en altında yaşayanlara ışık tutmağa çalışacağız.

Fransa’nın en saygın resmi araştırma ve danışma kurumlarından biri olan Ekonomik, Sosyal ve Çevresel Konsey, CESE’ye göre bugün Fransa’da gelişmiş bir ülkeye yaraşmayan koşullarda yaşayan 12 ile 15 milyon arası insan var. OECD’nin gelir eşitliğini ölçmek için kullanılan Gini ölçütlerine göre ülkenin en bol gelirli yüzde 10’luk dilimiyle en dar gelirli yüzde 10’luk dilimi arasındaki kat farkı 30 yıldır 6 ile 7 arasında kalmış. Ötekilerle kıyaslandığında Fransa’nın ayrıcalıklı bir konumda olması Devlet İstatistik Enstitüsü, INSEE’nin 2009 sonu itibariyle yansıttığı bazı gerçeklerin sertliğini, acılığını örtbas etmeye yetmiyor. INSEE diyor ki Fransa’da yoksulluk sınırı ayda kişi başına 959 avrodur. Ve bugün 8,2 milyon kişi bu rakamın altında bir gelirle yaşamaya mahkûmdur. Bu rakamın içinde söz konusu kişilerin belli bir mal varlıkları da vardır. Zira bu alt dilimdekilerin ayda eline geçen ortalama gelir 659 avrodur. Fransa’da asgari ücret, tam zaman çalışmak koşuluyla net 1039 avrodur. Hâlbuki bugün bir biçimde geçici işlerde ve/veya yarı zaman çalışmak zorunda kalan milyonlarca insan mevcuttur. Fransız ücretlilerin dörtte biri yine INSEE’ye göre ayda net 750 avro kazanmaktadır.

En alttaki yüzde 10’nun malvarlığı kişi başına ortalama 2750 avro değerindedir. Gelir eşitsizliğindeki 6-7 kat farklı makas, iş malvarlığına geldi mi birden 1’e 200 kata fırlamakta, açılmaktadır. En tepedeki yüzde 1’den söz etmiyoruz. Yalnızca yüzde 10’luk üstdilimi kast ediyoruz. Bu grubun adam başına mal varlık değeri 552.300 avroya yükselmektedir. Rakamların daima bir ortalamayı yansıttığını, böylesi yansı(t)maların da icabında nasıl bir gözbağcılık rolü oynadığını hatırlatmaya bilmem gerek var mı? Ayrıca yüzde 10’luk alt dilimin bozdurup bozdurup harcadıkları gelirlerinin yüzde 40’ını da konut kirası veya iyimser olanakla konut kredisi olarak sarf ettiklerini eklersek, acaba Sosyal Fransa’da altta kalanların canının nasıl çıktığına dair daha iyi bir fikir edinmiş olur muyuz? Bilin bakalım her yıl banka yasağı gelen 6 milyon hesap sahibinin yüzde 95’i hangi gelir diliminde bulunuyor?

Fransızların yüzde 87’i - INSEE’nin verilerini beklemeden veya OECD’nin raporunu okumadan - eşitsizliğin arttığına, yüzde 84’ü de uçurumun önümüzdeki dönemde daha da derinleşeceğine inanıyor. Aralık 2010’da gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasına göre Fransızların yüzde 80’i toplumu “adaletsiz” görüyormuş. Aynı araştırma 2000’de yapıldığında deneklerin yüzde 70’si toplumu “adaletsiz” olduğunu ifade etmişlermiş.

Asgari ücret (SMIG) ve asgari geçim geliri (RSA) olduğuna göre, Sol Cephe’nin Cumhurbaşkanı adayı Jean-Luc Mélenchon’un önerisiyle bir de azami ücret veya azami geçim geliri tespit edersek bakarsınız gelişmişliğin (!) önünü keseriz. Dolayısıyla kutsal denklem bozulup kat makasları kırılacağından yoksulluğu yok etme, eşitliği sağlama gibi bir olasılık gündeme gelebilir. Değil mi, niye olmasın? İşte o takdirde artık hiç kimse Fransa’nın gelmiş geçmiş en büyük Kara Mizahçısı Coluche’ün şu ünlü tekerlemesine gülemez: “Ay sonunun en güç zamanı son 30 gün…!

[email protected] / Paris - 4 Şubat 2012