Attica, “Attica Blues” ve Archie Shepp (*)

“Gazeteciler ‘ayaklanma’ diye yazmışlardı. Bizim için bunun adı ‘başkaldırı’ydı. Zira ‘Attica’ mahkûmlarının isyanı, korkusuz insanların cesur bir girişimiydi. Amerikan hapishanelerinde hayvanlara dahi layık görülmeyen bir modern kölecilik egemendi. İşte insanlar bu koşullara başkaldırmışlardı. Cezaevi üstyönetimleri, hapishane yöneticileri, gardiyanlar ve hatta bazı tutuklular gözlerden ırak olmanın verdiği rahatlıkla mahkumlara tüm gaddarlıklarını uyguluyorlardı. İşkence, tecavüz ve cinayet sıradanlaşmıştı.”

Geçtiğimiz aylarda 7. kez düzenlenen “Jazz à la Villette” (29 Ağustos – 9 Eylül) buluşmasını noktalayan, yaşayan nadir “Jazz ve Mücadele” anıtlarından Archie Shepp, konser öncesinde okuduğu metne yukardaki sözlerle başlıyordu. Saksofon yorumcusu, besteci, piyanist, şarkıcı, siyasi angaje şair ve tiyatro yazarı Archie Shepp’e “efsane” diyenlerin ne denli haklı olduğunu 2,5 saat onu yakından izleyerek gördüm. Onu efsane kılan yaratıların başında da “Attica Blues” başlıklı eseri (33 devirlik plağı) geliyor. Shepp bu yıl 75, ilk albümü (tek lider olmasa da) “Archie Shepp-Bill Dixon Quartet” (Savoy Records -1962) 50 ve “Attica Blues” (Impulse!-1972) 40 yaşında. Shepp bütün bu yıldönümlerini, La Villette Parkı Müzik Sitesi’nin 1500 kişilik Charlie Parker Konser Salonu’nda “Attica Blues”u 25 kişilik Archie Shepp Big Band eşliğinde yeniden yorumluyarak kutladı.

Attica İsyanı - 1971
Attica Blues” ve bestecisinden önce Attica’yı hatırlatalım:

Jazz ve müzik ile dünya ve siyasete meraklı olan bir nesil Black Panthers, Soledad Brothers, George Jackson, Attica İsyanı, Archie Shepp ve Attica Blues zincirini iyi tanırdı. Ama aradan, siz deyin 1, biz diyelim 2 nesil -dile kolay- 40 yılı aşkın, neredeyse yarım yüzyıl bir süre geçti. Baş zaaflarından biri de unutmak olan insanoğluna gerçeğin acısı ve müziğin tatlısıyla arada bir bellek tazeletmekte ‘hayır’ (!) var. Hele de söz konusu müziğin yaratıcısı hayattaysa ve de bizzat kendisi Jazz klasiklerine katılmış bu albümü zenginleştirerek yeniden yorumluyor, sahneye ve zamana uyarlıyorsa ‘olay’ı yansıtmak, altını kalın çizgilerle çizmek de bize düşer.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dozu artan ırkçılık ABD’de hapishanelerinde ‘ırkçı üstü ırkçı’ düzeydeydi. Bu ülkede hapishane isyanları, son çeyreği hariç 20. Yüzyılın alışılagelmiş haberlerindendi. Irkçı baskı ve her türlü ayrımcılığın en büyük kurbanıysa kuşkusuz öncelikle Afro-Amerikalılardı. Polis terörüne yer yer şiddetle cevap veren, vermek zorunda kalan Black Panthers Hareketi’nin, genç ve sevilen kurucu liderlerinden George Jackson (1941) ve en yakın iki yoldaşı, bir ara yattıkları hapishane, Soledad’dan (Kaliforniya) ötürü de Soledad Kardeşler olarak anılıyorlardı. Bir soygunda araba kullandığı suçlamasıyla 18 yaşından beri hapiste tutulan Jackson 30 yaşını dolduramadan, 21 Ağustos 1971’de San Quentin (Kaliforniya) hapishanesinde bir gardiyan tarafından öldürülecektir. Hapishanede kendini eğitip, hatırı sayılır bir entelektüel birikim sağlayan, siyasal bilinç kazanan Jackson’un yazdığı “Soledad Brother/ Soledad Kardeş: Hapishane Mektupları” ve “Blood In My Eye/ Gözümdeki Kan” başlıklı kitaplar bugün bile geçerlilik ve popülaritesini koruyan eserlerdir.

Jackson’un katledilmesi, bir dizi irili ufaklı ayaklanmanın yanı sıra 19 gün sonra başlayacak ve tarihe geçecek Attica Hapishanesi (New York Eyaleti) İsyanını tetikleyecektir. Bu acı ve kanlı olay da –maalesef- Jazz tarihinin en ünlü albümlerinden birine esin kaynağı olacaktır. Tutuklular hiçbir zaman asgarisi bile karşılanmayan yiyecek, su-duş, sağlık/hijyen-tuvalet kâğıdı gibi en temel/basit insani ihtiyaçları için, “nigger stick/zenci copu” kavramında simgeleşen baskı ve işkenceye karşı başkaldıracak, 40 kadar gardiyan ve hapishane görevlisini rehine alacaktırlar. 9-13 Eylül 1971 tarihlerinde yaşanan isyan New York valisi, milyarder torunu Nelson Rockefeller’in mahkûmların üzerine hunharca şiddet kullanan güvenlik kuvvetlerini salmasıyla 29’u tutuklu 10’u gardiyan, toplam sayısı farklı kaynaklara göre 39 ile 43 arası değişen kişinin katledilmesiyle sonuçlanacaktır.

Başlangıçta gardiyanları mahkumların öldürdüğünü ileri süren New York Eyaleti tam 33 sene sonra ölen gardiyanların ailelerine 12 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum edilecektir. Zira 10 gardiyan da 29 tutuklu gibi valinin emriyle saldıran polis ve askerlerin açtığı yaylım ateşi sonucu yaşamlarını yitirmişlerdi. Başkaldıran yaklaşık 1200 tutuklu arasında 85’i ağır olmak üzere yüzlerce de yaralı vardı. Amerikan tarihinin bu kara ve kanlı sayfasına o dönemde Charlie Mingus, Bob Dylan, John Lennon, Tom Paxton/Judy Collins gibi ünlü müzisyenler ciddi tepkiler gösterip, protesto şarkıları (Facia, doğaldır ki çok sayıda şiir, roman, tiyatro ve sinema eserine de konu olmuştu) bestelemişlerdi. Ancak bu çalışmaların hiçbiri toplumsal (müzik) bellekte “Attica Blues” kadar derin iz bırakmadı.

Archie Shepp, Great Black Music ya da “Attica Blues” - 1972
Archie Shepp’in Amerikalı nadir siyasi angaje dev Jazz’cılardan biri olması 1962 yılında kendisini Amerika’ya götürecek gemiyi kaçırınca Fransa’da kalmaya karar vermesiyle başlamıyor! Bugün Paris ile Massachusetts arasında yaşayan bu çok yönlü ve her türlü deneyime açık sanatçı aynı zamanda büyük bir entelektüel, araştırmacı, öğretim üyesi, dramaturg ve yazardır. 1937’de Florida’da dünyaya gelen Shepp Philadelphia’da büyür. Müziğe babasının tanıştırdığı banjoyla giren küçük Archie piyano, klarinet ve saksofon eğitimi alır. Ancak başka düşünce ve arzuları da vardır. 1959’da Vermont Goddard College’den Dramatik Sanat/Tiyatro diplomasıyla mezun olur. Sonraları yazdığı eserler arasında “The Communist” başlıklı alegorik bir piyesin olması epeyce anlamlıdır. Üniversite yıllarından önce Afro-Amerikalıların Amerikan toplumundaki yerini, yaşam koşullarını sorgulamaya başlayan sanatçı-aydın ömür boyu bu davanın da takipçisi olacaktır. Paralelde müziğe olan ilgisini arttırarak sürdürür. Öncelikle tenor saksofon, fakat alto, soprano saksofon ve piyano da çalar. Kendi anlattığına göre 30 yıl kadar önce Amsterdam’da bir gece kulübündeki bir konser arasında güzel bir kadın izleyicinin kendisine, “Aradan sonra şarkı da söyleyecek misiniz?”, diye sorması üzerine vokalistliğe de başlar. Özellikle Blues yorumları onun çok yönlü cazcılığının, sanatçılığının bir başka kanıtı olur.

Archie Shepp 50’lilerin sonundan itibaren “anti-jazz” nitelenerek yerleşik değerleri zorlayan The New Thing akımının, öteki adıyla Free Jazz’ın önderleri arasında yer alır. Kısa sürede doğaçlamanın ustaları arasında yükselir. Başta Cecil Taylor, John Coltrane, Ornette Coleman olmak üzere dönemin bütün ağır toplarıyla çalışır. Tek lider olduğu ilk albümü “Four for Trane” (Impulse! – 1964) ile başlayan süreçte, 1969’da kaydettiği 11. plağı “Live at the Pan-African Festival”e kadar neredeyse katıksız Free Jazz’cı kalır. Bu arada “Mama Too Tight” (1966) ve Coltrane’nin eşliğinde “New Thing at Newport” (1965) gibi iki başeser çıkartır.

1971’de bir yanda 68 rüzgarları ve Vietnam savaşı, öte yanda Afro-Amerikalılara reva görülen ırkçı cefalar, Black Panthers, George Jackson’ın öldürülmesi ve de Attica hapishanesi katliamı Free Jazz’da kendini kanıtlamış Shepp’i daha yaygın ve etkin bir Jazz dili, anlatımı kullanmaya iter. Neredeyse epik bir operayı andıran 12. albümü “Attica Blues” böyle bir müziksel dönüşümün somutlanmasıdır. Yoksa daha önce bir başka radikal Afro-Amerikalı siyasi lider, Malcolm-X’e ithaf edilmiş “Fire Music” (1965) veya “Three for a Quarter, One for a Dime” (1966) ya da Afrika kökenlerine, Afrikalılığa yakılmış “The Magic of Ju-Ju” (1967) gibi çalışmalarıyla nasıl aktif bir “dava adamı” olduğunu dosta, düşmana göstermiştir. Tahmin edilebileceği Shepp’in o yıllarda (ve bugün hâlâ) Fransa’yı ikinci vatan edinmesi pek rastlantı değildir. Shepp “Attica Blues”da klasik Jazz kadar Soul, Blues, Gospel, Funk ve hatta –gününden önce- Rap öğelerini ustalıkla birleştirerek “ilerici mesajı”nı daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaştırmayı başarmıştır. “Attica Blues” yerinde bir buluşla, haklı ve farklı bir unvan daha kazanacaktır: “The Great Black Music” Manifestosu.

“Attica Blues” – 2012

9 Eylül 2012 akşamı, ilkinden 40 yıl sonra Archie Shepp ve “Attica Blues”u cazibe ve heyecanından, modernlik ve melodik akıcılığından zırnık yitirmeden capcanlı karşımızdaydılar. Aralarında iki tescilli Fransız markası, her ikisi de alto saksofoncu François Théberge ve Raphael Imbert, trompette yakın geleceğin yıldızlarından sayılan Amerikalı Ambrose Akinmusire (1982), sağlam değer Philadelphialı hemşehri baterist, yılların sadık refakatçisi Famoudou Don Moye, piyanoda bir başka vefakâr, Tom McLung ve aynı zamanda kadın besteci-yorumcu, hem de son derece özgün bir ses Amina Claudine Myers’ın da yer aldığı 25 kişilik Big Band’i Jean-Claude André yönetiyordu. Yeniden yorumlanan albümün tüm parçaları (bir eksiğiyle) dışında Duke Ellington (1899-1975), Cal(vin) Massey (1927-72), F. Théberge ve A. C. Myers’in bestelerinin de çalındığı konserde Shepp’in tatlı bir Amerikan aksanıyla sürekli ve düzgün bir Fransızca konuşması bayağı dikkat çekti.

Büyük usta bu tarihi konseri “Attica Blues” albümünün onuncu ve sonuncu, muhtemelen de en trajik parçasıyla açtı. Bestesi Shepp’in yoldaşı, kaydın yapıldığı yıl 45 yaşında ölen, son derece önemli bir besteci Cal Massey’e ait “Quiet Dawn”, 41 yıl önce şiddet ve baskının kurbanı olanlara yakılmış bir ağıttı. Marsilyalı genç vokalist Marion Rampal (1980) hocasının kendisine gösterdiği güvene layık bir yorum getirdi. İkinci parça ustaların ustası Duke Ellington’a saygıydı. Duke’un Count Basie için bestelediği “Come Sunday”i bir başka genç yorumcu Amerikalı-Fransız Cécile McLorin Salvant (1989) seslendirdi. Albüme ruhunu veren, çağına bağlayan tanınmış klasiklerden Shepp bestesi “Blues for Brother George Jackson”ın ardından usta aldı eline soprano saksofonu. Shepp’in bir insan hakları yürüyüşünde polis tarafından öldürülen 15 yaşındaki kuzeninin anısına bestelediği “Steam” ve Myers’ın piyanoda çalıp söylediği kendi bestesi “Armes”a yaptığı soprano eşlikler ve sololar bizim için konserin zirveleriydi. Archie Shepp 75 yaşının olgunluğunun yanı sıra inanılmaz tazelikte romantik bir yorumla hepimizi uçurdu. Yer yer Free Jazz etkilerini hissettiren bu iki parçada inanılmaz lezzette ‘komple’ bir Jazz ziyafeti çekti.

Yine Attica Blues’da yer almayan kendine ait iki parça “The Stars in your Eyes” ve “Mama Too Tight” arasında çaldığı, bestesi Cal Massey’e ait “The Cry of my People”, sanatçının angaje yanını sergileyen bir eserdi. Albümde iki versiyonu olan bir başka her anlamda çok başarılı parça “Ballad for a Child”, yakarışsız kısmıyla, yani “Invocation”sız yorumlandı. Big Band eşliğinde izlemesi en keyifli parçalardan biri, belki de birincisi, açıkçası “Attica Blues” plağına nasıl-niçin alındığını pek merak ettiğim “Good Bye Sweet Pops”tu. Bestesi yine Massey’e ait bu enfes Blues-Jazz alaşımı parça Louis Armstrong’a ithaf edilmişti. Armstrong, çevresindeki insanlara ekseri “Pops” diye hitap edermiş. Massey-Shepp ikilisi albümün kaydından kısa bir süre önce, 6 Temmuz 1971’te ölen benzersiz Afro-Amerikan Jazzcı Armstrong’a muhtemelen sembolik bir jest yapmak istemişlerdi. Shepp, “Montreux One” albümünde kullandığı, kızı için bestelediği “U-Jamaa” ve François Théberge’in “Déjà Vu”sünü takiben albüme adını veren başeser “Attica Blues”un, yine Invocation’sız tek versiyonuyla konseri noktalamak istediler. Parça günümüzün de baş sorunlarından olan şiddeti adeta öğüterek, sanki onu insanın yararına özlü bir bir güçe, enerjiye dönüştürmüştü. Usta ve sahne arkadaşları nefes kestiler. Onları böyle yakalamışken, “75’lik usta 130 dakikadır sahneden ayrılmamış, devamlı çalmış, şarkı söylemiş” filan demedik. Bütün bencilliğimizle iki kez daha sahneye çağırdık. Sonunda James Brown’dan funky havalarla dans ederek kendinden geçen 1500 seyirciye alçakgönüllü bir biçimde teşekkür etti, “Bonne Nuit” diyerek veda etti. Başkalarını bilmem ama yakın çevremde konuşabildiklerim benim gibi belli bir isyan, yüreklenme duygusuyla yüklüydüler.

Archie Shepp konserin başındaki konuşmasını şöyle bitiriyordu:

George Jackson veya Attica’da yaşamlarını yitirmiş insanlar gibi insanlar adaletsizlik ve bahtsızlık karşısında büyük bir cesaretin simgesi olmuşlardır. Aralarından bazıları hayatlarını dünyayı değiştirmek umuduyla feda ettiler. Ancak maalesef çok az şey değişti, hatta durum zaman zaman daha da vahimleşti. (Şu anda artık) Hepimiz tutukluyuz.

(Üç saati aşkın iki kapanış konserini hâlâ duruyorsa aşağıdaki e-adresten izleyebilirsiniz:
http://www.fipradio.fr/evenement-concert-fip-hypnotic-brass-ensemble-arc... )

(*) Jazz Dergisi’nin Eylül 2012 sayısından alınmıştır.
……………………………………………………………………………………………………………
[email protected]