Sol ve diğer her şey

Türkiye burjuvazisi, büyüğü ile orta boyu ile, hiçbir ilerici misyon ve potansiyel taşımamaktadır. Açık konuşalım: Emekçilerde de umutlu olmayı sağlayacak bir ışık görmek hala olanaksız. Fakat Sol ve Cumhuriyetin denk olmasının gerektiği ve sadece net bir şekilde sol olan kitleselleşmiş bir Sol’un Türkiye'yi "normalleştirebileceği" açıktır. Olmazsa ülke zamanla daha da tanınmaz hale gelir, felaketine koşar.

Yani mevcut "sivil toplum"-burjuva toplumu demektir- zaten tam da değişmesi zorunlu olan şeydir. Değişecek olan şeye ne kadar uyum sağlanabilir? En fazla, değiştirmek için kök salmaya yetecek kadar. Evet, sol parçalı bölüklü ya da toptan bir inorganik değişim projesidir. Sol daima bir ölçüde tepeden iner ve nüfusun bir kısmının desteği ile tüm toplumu değiştirir. Daha açık söyleyeyim: Sol normatif yönü çok güçlü bir projedir ve bir etik/entellektüel normun topluma önerilmesi anlamına gelir. Piyasa bile aslında öyledir: Bir mal/aktör uzayına matematiksel bir “algebra” yapısı vermek demektir. Diğer bir ifadeyle modern anlamda piyasa dahi “kurulan”, oluşturulan bir süreçtir.

Kendi haline bırakılan dünyada ot bitmez. Kendi haline bırakılsaydı Batı bugün hala doğumda 36 yaş beklentisiyle –İngiltere 1800, güneşin dünyanın etrafında döndüğü teziyle, kadınların cadı avına konu yapıldığı yobazlığıyla, elektriksiz, arabasız, uçaksız, hijyensiz, korkunç bir cehalet içinde debelenen bir köylü toplumu olarak kalırdı. Kilise dahi buna izin veremezdi ve nitekim Aydınlanma başladığında 1680-1710 arası otuz yılda bütün Avrupa’yı sardı.

Yani? Sol varolan tercihlere “saygı duyamaz”. Zaten egemen ideoloji de duymuyor: Sürekli daha da gericileştirmeye çalışıyor. Tercihler dokunulmaz değildir, verili veya sisteme dışsal da değildir. Tercihler toplumsal ve tarihsel olarak içsel belirlenirler. Solun amacı bireysel (olduğu iddia edilen) tercihleri değiştirmektir.

Jakobenizmi son derece olumlu bir anlamda kullanıyorum jakoben olmayan sol sol değildir. Keşke Sol jakoben olabilecek kütleselliğe ve güce erişebilseydi. Ayrıca jakobenizm elbette ki blankizm değildir. Son alla turca “blankizm” 9 Mart 1971’de tarihe karıştı. Keza Kemalizm de, “sol Kemalizm” haliyle 1971’de, “sağ Kemalizm” haliyle otuz dört, en son kalıntısıyla on yıl kadar önce tümden söndü, bitti. Bunlara referans vermek mutlak anakronizmdir.

Türkiye'nin hiçbir kavgasını tam vermeden, bütün çelişkileri "idare ederek" Aydınlanması’nı tamamlaması asla mümkün olmazdı, olamadı. Aydınlanma yoksa da hiçbir şey olmaz. Ne sol olur, ne sosyal demokrasi olur, ne demokrasi olur. Ayrıca bu tip temel/hayati konularda sui generis olunamaz. Batı'nın Aydınlanma ve Reform aşamaları sonuna kadar –başka tarihi koşullarda da olsa ve kendine özgü bazı dinamiklerin kısıtı altında (siyasal kültür gibi)- özünde aynen, Batı'ya denk olarak, yaşanacaktır ve bu mecburidir. İlkellik ve geriliklerden fazilet çıkartmak mümkün değildir ve dinci gericiliğe verilecek her tavizin yarından çalmak olduğu unutulmamalıdır. Bu, ekonomik olarak da böyle.

Yirmi yıl önce de sentez gereği falan yoktu ve sosyalistler slavyofil benzeri pozisyonlara yerleşemezlerdi. Sentez zaten aksak ve kısıtlı modernleşmenin 1990’ların başında geldiği noktada fiilen –ve maalesef- istenmeyen bir dengede oluşmuş durumdaydı. Ayrıca bir de mevcut sentezin sentezini aramak gericiliğe kapıları ardına kadar açmak anlamına gelecekti ve geldi. Graham Fuller’in 1993 yılındaki durumu “ılımlı İslam” olarak nitelediğini unutmayalım. O hal zaten “ılımlı İslam” idiyse bugünkü hal nedir? Bizim “o hali” değiştirmemiz gerekiyordu. Onun yerine “bu hale” geldik. İş daha da zorlaştı.

“Ne yapsak kitleselleşemiyoruz” denecek. Doğru. İnsanlar kolay kolay sola yüzlerini dönmüyorlar. Son derece dar bir bireysel ekonomik rasyonaliteye sahip olsalar, bu anlamda “bilinçli” olsalar bile, bu gerçekleşmeyebilir. “Ev kredisini ödüyoruz, ödeyene kadar macera aramayalım, siyasi değişiklik gerekmez” saptaması bile yeterli olabilir. Bırakalım sosyalizmi, bu argümanla CHP ve hatta MHP’ye bile oy vermezler.

Burada sorumlu solculuk değildir, aydınlanmacılık değildir, jakobenizm değildir, ittihatçılık veya kemalizm hiç değildir. “Halka inemediğimiz için”, “önderlik pasif olduğu için”, “ideolojik veya siyasi çizgi hatalı olduğu için”... Yok, hayır, öyle değil. Dünyanın neredeyse her yerinde durum aynı. Bu kadar büyük iddialarla tarih sahnesine çıkan bir hareketin yenilmiş ve dağılmış hali çok uzun zamandır devam ediyor. Ne yapalım? Yirmi sene önce adı konmuş “Yeni Ortaçağ’a” uyum mu sağlayalım?

Güçsüz kalınca alfabeyi unutmak gerekmez ve alfabesini unutan bir Sol’a kimse saygı duymaz. Mesela "bırakın toplum beş yüz senede nereye evrilirse evrilsin" demek asla solculuk olamaz. Solculuk organik teorilerle ve evrimci tasavvurlarla bağdaşmaz. Mesela Sol, elbette ki, kemalist de değildir ve olamaz: Olamaz ama Cumhuriyet ve laiklik Solun öz malıdır. Sol daima Cumhuriyeti seçer ve Cumhuriyetin orijinal tanımına bağlı kalmasını sağlamaya çalışır. Kalmıyorsa –ki kalamazdı, yenisini kurmayı amaçlar.

Sosyalist hareketlerin dünya ölçeğinde güçsüz kalması Solun haklı olduğu aşikar olan tezlerini terk etmesini hiç gerektirmez. Bundan sonra sosyalizmin ne olup ne olmayacağını düşünürken, asgari çıpaların tam Batıcılık (tüm politik hakların savunusu ve tüm ekonomik hakların müdafaası anlamında –ama daha da fazlası zapadniki anlamında)/Aydınlanma mirasçılığı/laiklik olduğunu bir an bile unutmamak gerekir. Laiklikte bile direnemeyenler gelecekte laiklik/agnostisizm/ateizm dengelerini hiç kuramazlar. Bu dengeyi kuramayan bir toplum ise potansiyel ortaçağı her zaman içinde taşımaya mahkumdur. Bu dengeyi kuramayan toplumlar emperyalizmin el ulağı olmaktan öteye geçemezler.

Sol ve Cumhuriyet’in denk olmasının gerektiği ve sadece net bir şekilde sol olan kitleselleşmiş bir Sol’un Türkiye'yi "normalleştirebileceği" açıktır. Olsa da olmasa da, bu bizim tezimizdir ve öyle kalacak.