‘Muhafazakar Devrim’ 
böyle olmuyor

“Muhafazakar Devrim” bir Alman icadıdır. Diğer adı “Jungkonservatismus”: Genç Muhafazakarlık. Belki kısmen İtalya bacağı da var denebilir. Hitler bu genel “muhafazakar devrim” dalgasının içinde devinmiştir. Hatta 1930’a kadar Hitler’in bu genel akımın içinde küçük bir aktör olduğunu, iktidara daha ağır topların gelebileceğini düşünen çoktu. 1929 hâlâ “Nasyonal-Bolşevizm’den” bahsedilebilen bir yıl değil miydi? Geniş bir ideolojik-entelektüel dalganın içinde, toprak soylusu hakimiyetindeki Alman ordusu ve aristokratik niteliğinden kuşku duyulamayacak elit Alman büyük burjuvazisi bula bula soyu sopu belirsiz, deli saçması laflar eden, 1923 birahane darbesinden hüküm giyip zor kurtarılmış, Avusturyalı çatlak bir onbaşıyı mı iktidara getirecekti? Geldi ve bu Almanya’nın, Nazizmin özgüllüğüdür.

Seçimle geldi ve seçimi bir kez kazandı. Bir daha da seçim yaptırmadı. Ama iktidara 15 yıldır etkili olan bir “sağ” cereyanın, yeni bir iklimin, yeni bir muhafazakarlık dalgasının üzerinde gelmişti. Lakin bu kadarı 1920’lerin Berlin’ini bir nebze bile anlatabilmek için yeterli değil çünkü dalga çok genişti hem ideolojik yelpaze, hem kitlesellik anlamında. Mesela 1925’te “Gençlik Hareketi” o kadar yaygındı ki, hareketin çekirdeği olan grupların bile 600.000 üyesi bulunuyordu. En geniş “muhafazakar devrim” dalgasının içinde, SPD dahil çeşitli irili ufaklı sosyalist partilere üyelik ve yöneticilik dönemlerinde bile, 1921 sonrası yavaş yavaş “genç fikirlere” ulaşan Ernst Niekisch gibi -muhtemelen Hitler’in yegane alternatifi olabilecek olan- figürler de bulunuyordu. Niekisch adım adım “Nasyonal-Bolşevizm” olarak adlandırılacak “muhafazakar devrim” hizbinin görüşlerini oluşturmuştur. Bernstein ile tartışması, “Sosyal-Nasyonalizm” dönemi, Nasyonal-Bolşevik olmayan ama “genç muhafazakarları” çok etkileyen Ernst Junger ile tanışmasının sonuçları ve 1928 sonrası geldiği nokta önemli.

Ne diyorlardı? İşçi sınıfı yeni bir “devletti”, “halkın-ırkın” yeni bir atılımıydı. İki kere proleterleştirilmiş, hem uluslararası finans kapitalin hem de yerli burjuvazinin sömürdüğü Alman “halkının” -burada ırkçı vurgudan kaçınmak zordur- yüzünü Orta Avrupa’ya dönmesi, Bolşeviklerin Rusya’da yaptığını Almanya’da -ama sınıf savaşını “aşarak”- yapması gerektiği tezleri belirginleşti. Alman “halkı” proleter bir ulustu. Almanlar için “Prusya ruhu” neyse Ruslar için de Bolşevizm oydu. Burjuvazinin parazitik niteliğine vurgu ağırlıklı olarak finans kapitale yönelirken, “yeni bir aristokratizm”, “kahramanca gerçekçilik” temaları ortaya atılıyordu. 1929 sonrası “Yahudi-Mason komplosu” lafı da daha sık kullanılmaya başlanıyordu. Stadtler’in sözleriyle “hareketin, bir yandan Anarko-Bolşevik elemanları ezerken, Bolşevizm’de olan faydalı özü Almanlaştırması gerektiği” ifade ediliyordu. Hayli açık bir ifadeyi “muhafazakar devrimin” en önemli isimlerinden Arthur Moeller van der Bruck’un sözlerinde bulabiliriz: Mealen, bir taraftan yanlış anlaşılmış bir batıcı Sosyal-Marksizm kabul edilemezken, diğer yandan 1917’nin Almanya’yı kendisine getirecek bir elektroşok olduğu kabul ediliyordu.

Bu temaların bazıları sosyalistler için yeni değil. Fakat 1920’lerin Berlin’inde sağ cephede bu fikirler oldukça yeni sayılabilirdi. Konuyu ilgi çekici kılan, eklektik ve hızla değişen bir entelektüel platforma sahip olmasına rağmen, içinden Carl Schmitt gibi isimlerin de geçmesi ve Marksizmi okumuş kadroların sentez çalışmalarını da içermesidir. Hepsi değil, ama Alman “genç muhafazakarlarının” bazıları önemli bir entelektüel çaba göstermiştir.

Bizdeyse böyle şeyler olmadı. Türkiye’de 1980’lerden itibaren 1950’lere ideolojik geri dönüş yaşandı: 1960-80 arası paranteze alınmak istendi. Kültürel koordinatlar değişmişti: Siyasal İslam’ın bu seferki keşfi emperyalist merkezlerde neoliberalizmin icadı ve post-modernizmin yükselişiyle çakıştı. Acente sistemi derhal devreye girdiği için Türkiye’de de bu iklimden türeyen tezler moda oldu. Müslümanlar mağdur edilmişti Jakobenizm o kadar kötüydü ki Türkiye’deki soluk kopyası Kemalizm bile ne tür hasarlar vermişti Toplumsal bellek kaybı yaşanmıştı. Şimdi, eskiden beri “çevrede” kuşatılmış, o halkın bağrından fışkırıveren “muhafazakarlık” geri geliyordu. Doğal olan buydu. “Burjuva devrimi asıl şimdi tamamlanıyor” diyen bile çıktı. Ama “muhafazakar devrim”? Evet, söylendi. Fakat bu izlek öne çıkarılmadı. “Muhafazakar devrim” Nazizmle bağlantılandırılacağı için, apoloji üretenler siyasal İslamcılara bunu yakıştırmak istememiş olabilirler. Bir diğer nedeni de şu olabilir: Ortada muhafazakar da olsa bir devrim olmadığı için.

Yoktur çünkü “muhafazakar devrim” aynı zamanda muhafazakarlıkta da devrimdir ve bu iş dahi bu “kadrolarla” olacak iş değildir. Türkiye’de “Sağ” vahasız bir çöldür. Ot bitmez.