Faşizm ve Nazizm: Başlangıçta neden kazandılar?

Mussolini ve Hitler önce kazandılar. II. Dünya Savaşı olmasaydı gidecekleri de yoktu. Neden kazandılar? “Büyük sermaye” arkalarındaydı. Elbette, ama bu yeterli değil. Hitler’e başından beri destek olan birkaç burjuva ailesinin olması ne büyük toprak sahiplerinin, ne de Alman sanayi burjuvazisinin bu akımı ilk günden beri destekledikleri anlamına geliyor. Münih merkezli küçük bir aşırılık olarak başladı. Hitler’in “birahane darbesi” fiyaskosundan 9 ay hapisle kurtarılması, ordunun ve devletin bu soytarıya bakıp “gelecekteki önderimiz” diye düşündüğünü göstermez. Komünistlere karşı kullanılabilecek, kontrol altında tutulması gereken faydalı bir fanatik olmak başka, ülkenin kaderinin teslim edilmesi başka. 1930’ların başından itibaren desteklerinin artmış olması dahi, sanayi burjuvazisinin ve toprak sahiplerinin –ki Junker sınıfı ordu da sayılabilir- “sadece Hitler’i” destekledikleri anlamına gelmiyor. Weimar döneminin çalkantıları arasında Nazilerin iktidar yürüyüşü 14 yıl sürdü.

Mussolini için de yol o kadar kısa değildi. 1914’de faşistlerin ilk defa ortaya çıkışından –daha eski olan Sicilyalı fasci değil kastettiğim, 1922’deki Roma yürüyüşüne ve Mussolini’nin başbakan olmasına 8 yıl, diktatörlüğe açıkça yöneldiği 1925’e 11 ve nihayet tam olarak rejimini kurduğu 1927’ye 13 yıl var. Esasen, geri bir tarım ülkesi olan İtalya’da olanın Almanya’da olamayacağı düşünülüyordu. Farklı ülkeler ve elbette rejim kurma süreçleri de farklı oldu: Mussolini başbakan olduktan ancak 3-5 yıl, Hitler’se neredeyse bir ay sonra devlete el koydular. Ama sonuçta 13-14 yıllık iktidar yürüyüşlerinden bahsediyoruz. Süreç ve rejim kurma teknolojileri farklı olabiliyor ama benzer rejimler ortaya çıkıyor: Tek bir yol, yöntem yok.

Neden kazandılar? Mesela “faşizmin kitle ruhu” –“küçük adam” tezi- var Gramsci’nin “Mussolini İtalyan küçük burjuvasının yoğunlaşmış ifadesidir” tezi var –merkezdeki seçmen teoremi. Kazandılar çünkü “karizmatiktiler”, çünkü “sıradan insan” (milletin ortalaması) bakınca onlarda kendisinden bir parça görüyordu, çünkü milletin en kötücül özelliklerini yakalayıp beslediler, öne çıkardılar vb. Bu tip tezler kısmen doğrudur. Ama doğru oldukları ölçüde açıkladıkları nedir? Öncelikle “neden tam da Mussolini lider oldu veya neden Hitler de Goering değil?” sorularına kısmen cevap verebilirler.

Bu tip hareketlerde liderle parti bir süre sonra özdeşleşir denebilir: Doğrudur. Bu durumda da, yine kısmi ama daha da zayıf biçimde, neden o özgül akım/lider bileşimi öne çıktı da, onlara çok benzeyen, aynı misyonu stil farkıyla yerine getirebilecek bir “komşu akım” geride kaldı sorusunu yanıtlayabilirler. Neden bu “misyon” kazandı ve –Hitler örneğinde- neden “seçimlerde de kazandı” sorularına yanıt vermeleri çok daha zor. Mussolini sonuçta küçücük bir partinin başıyken Roma yürüyüşüyle –yürüyüşün başarısızlığına rağmen- başbakan yapıldı. Tartışmalı 1924 seçimlerinde oyların yüzde 64’ünü aldıysa da, bu gerçek bir seçim başarısı sayılmayabilir. Olsa olsa gecikmiş bir onaydır. Ama Hitler 1930-33 arası arka arkaya dört seçimde oylarını artırarak iktidara geldi. Hitler 1933’de yüzde 44 alırken, sosyalistler ve komünistlerin toplam oyları yüzde 30’da kalmıştı. Üstelik Hitler 12 yıl, Mussolini 17 yıl boyunca yaygın bir onaya dayanarak yönettiler. “Marjinaller” dışında itiraz yoktu.

O zaman neden kazandılar? Sadece devlet ve burjuvazi katında değil, “halk” nezdinde de iktidara nasıl geldiler? “Sınıf politikasının” ideal döneminde, bütün aktörlerin dar anlamda –ekonomist bilinç- “sınıf bilincine sahip” oldukları bir dönemde nasıl oy ve destek alabildiler? Etkili konuştukları için mi?

Yıllar önce genç yaşta bir kaza sonucu ölen Gregory Luebbert yaşasaydı önde gelen siyaset bilimcilerden olacaktı bu kesin. On bir dilde kaynak tarayarak yazdığı doktora tezinde verdiği önemli bir cevap var. Bu cevap seçmen davranışı/parti içi denge oluşumu kavramlarını beraber modelleyen Roemer ve arkadaşları tarafından –PUNE (Party Unanimity Nash Equilibrium)- Almanya ve İsveç verileriyle bilgisayarda modellenerek test edildi –Mathematica programıyla. Yüzde yüz doğrulamak mümkün değilse de, bu tezin ampirik bir karşılığının olduğu görülüyor.

Tez şu: Dört aktör vardı. Kentli işçiler, burjuvalar (orta-küçük dahil), toprak sahibi köylüler, topraksız köylü/ırgatlar. Bu teze göre sınıf mücadelesi kent ve kırda ayrı ayrı sürüyordu. Luebbert, dönemin Avrupa’sında kentteki sınıf mücadelesinin açık ve bilinçli olduğunu, kırdaki durumunsa ülkeden ülkeye değiştiğini saptıyor. Tarım sorununun daha önce hallolduğu İsveç’te kırlarda derin bir sınıfsal çelişki yaşanmıyordu. Oysa İtalya, İspanya ve hatta Almanya’da durum tam tersiydi. Bu durumda kent kökenli ideoloji/partilerin kırdaki konumlanışı kritik önem kazandı.

Luebbert’e göre kentli işçi partileri (sosyalist, komünist) kırdaki sınıf mücadelesinin önemsiz olduğu durumlarda toprak sahibi köylülere ittifak önerebildiler: Radikaller, liberaller, sosyalistler, hatta 1935 sonrası komünistler “faşizme gerek olmadığını” ortaya koyabildiler. Tarımda çelişkilerin keskin olduğu ülkelerdeyse sol, kırda topraksız köylüden yana oldu ve mecburen mülk sahibi köylüleri –küçük tarlaları olanlar dahil- kentli mülk sahiplerinin yanına itti. Faşizmlerin kitle tabanı/oy/onay olarak ağır basmasının nedeni bu ittifaklardı. Almanya örneğinde, din-ideoloji vb bir yana, saf dar sınıf bilinciyle insanlar “bir atım var demek ki ben mülk sahibiyim” veya “kardeşimle bakkal işletiyoruz demek ki ben mülk sahibi sınıftanım” dedikleri anda, çoğunluk az farkla da olsa, sayısal olarak dahi, mülk sahibi sınıflarda oluyordu.

Bu analiz klasik merkez sağın neden yetmediğini ve neden “yeni misyonun”, “muhafazakar devrimin” kazandığını sınıf ittifakları çerçevesinde açıklamayı deneyen bir tez. Misyonun neden kazandığını, toplumsal onayı nasıl elde ettiğini anlamaya çalışıyor. Misyonun neden aynen bu şekilde tezahür ettiğini açıklamıyor. Bunun için, başlangıçtaki tezler dahil, başka temalara dönmeliyiz.