Döviz kuru ve iktidar

Trend olarak değer kaybeden bir döviz kuruyla iktidar olunduğu henüz görülmedi. Bu hala önemli bir veri. 2001 krizi sonrasının en önemli saptamalarından birisi olmalı.

2001 krizi sonrasında Derviş-IMF programının temel hedefi faizleri düşürmekti çünkü kamu borçlanmasına ödenen aşırı yüksek reel faizler –bunda 1994 krizinin de büyük payı vardı- kamu borçlanmasını sürdürülemez hale getirmişti. Faizlerin düşmesi için risk priminin düşmesi gerekiyordu. Risk priminin düşmesi için de kamu maliyesinin disipline edilmesi ve sonuçta enflasyonun düşmesi şarttı. Bunların olması için bir diğer zorunluluk 2001 krizinde büyük rol oynayan bankacılık sisteminin düzenlenmesi, sermayesinin güçlenmesi, kredi verebilir hale gelmesiydi. Sistemin döviz pozisyonu açmasına engel olunması da gerekliydi. Bunlar oldu ve dünyadaki likidite/tasarruf bolluğu dönemine denk geldi. Ayrıca ABD’den başlayarak dünyada da faizlerin hızla düştüğü bir 13-14 yıl yaşadık. Bütün gelişmekte olan ülkelerde enflasyon düştü ve bizde de tek haneye indi. Bir sonucu TL’nin hem reel, hem nominal olarak değer kazanması oldu. AKP’nin “ekonomide başarılı olduğu” iddiasının ortaya atılabilmesinin tek nedeni 2003-4-5 yıllarının hikayesidir.

Erinç Yeldan bu yıl içinde “kur büyüme fonksiyonunun bir girdisi haline geldi” mealinde bir ifade kullanmıştı. Grafikte görülüyor: Kişi başına gelir artışının –kurun da yardımıyla- AKP döneminde ne kadar hızlı artmış olduğu açık. TL’nin değer kazanması ve giderek aşırı değerli hale gelmesi bir sonuçtur, ama bu sonucun da sonuçları veya önemli etkileri oldu. Banka bilançolarında kredilerin, ve özellikle tüketici ve konut kredilerinin, payının hızla artması değerlenen TL’yle birleşince bir “servet –veya refah- etkisi” yarattı. İthal mal bolluğu yaşandı ve ithal malların fiyatları değerlenen TL sayesinde ucuz kaldı. Karşılığında artan cari açık ve borç vardı ama hane halkı açısından bakılınca borcun karşılığında da varlık bulunuyor –krediyle alınan ev, araba vb. Bu gelişmelere transfer harcamalarındaki artış, altyapı yatırımları, enformel yardımlar eşlik etti. Bunlara rağmen kamu maliyesinde dikkat çekici görünür bir bozulma olmadı.

Artık bu yöntemlerle devam etmek kolay değil. Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) parasal genişleme planının ABD’de faiz artışının etkisini yumuşatacağı beklentisi, ECB bilanço genişlemesinin TL pozitif olduğu düşünülünce, kağıt üzerinde doğru bir beklenti olabilir. Ama (1) ECB iki farklı iş deniyor ve bunlar Euro alanında şirketlere verilen kredi hacmini artırmaya yönelik. Gelişmekte olan piyasalara olumlu etkisi dolaylı. (b) İlk işin ilk bacağında –18 Eylül- beklenen sonuç alınamadı. (c) İkinci iş hala ortada. (d) Olsa bile gecikebilir. Fed daha önce hareket edecek. Bütün uzun vadeli fiyatlamaların doların değer kazanacağına yönelik olduğu bir dünyadayız. Euro/dolar değil sadece, dolar tüm para birimlerine karşı değer kazanmaya trend olarak devam edecek. TL’de değer kaybı süreci kalıcılaşabilir. Son satış dalgasının gelişmekte olan ülkelere ortak –sadece TL değil- olması yanıltmamalı. Merkez Bankası koridoru kullandı ve faizi %11.5’e dayadı. Ancak böyle tutulabiliyor. Ama artık Fed hassasiyeti had safhaya çıkacak. Sermaye hareketlerinin kur ve faiz etkilerini yönetmeye çalışarak daha ne kadar idare edilebilir?

Bu manzarada “eğilim olarak değer kazanan ve büyüme fonksiyonunda üretim faktörü gibi yer bulan” bir kurdan artık bahsedemeyiz. Kurdan gelen yarı illüzyon, yarı gerçek “servet etkisi” bitmektedir. Nihayet yıllardır sürdürülemez denen bu süreç fiiliyatta sona eriyor. Bu henüz kriz manasına gelmez. Enflasyonun %6-8 aralığından %8-10 aralığına attığı, bu sene %6’nın biraz altına gerileyecek olan cari açık/GSYH oranının %7’de dengeleneceği, buna rağmen %3 büyümenin zor hale geldiği bir noktaya geliniyor. Özel sektör yatırımları art(a)mıyor. Verimlilik imalat sanayisinin payının düşüşüyle birlikte yataylaştı ve umut vermiyor.

“Büyüyememe tuzağı” kapıda. Bırakalım “orta gelir” tuzağını, hangi sektörden hangi taleple büyüme sağlanacağı belli değil.

“Neden Ortadoğu bu kadar ilgi çekiyor?” sorusunun bir cevabı ideolojiyse, diğeri de ekonomi. Uç çözümler: Ya köklü bir değişim ve ekonomik reformlar dalgası gelecek, ya da gökten üç elma düşecek. Ama ne olursa olsun tasarruflarının, teknolojinin, imkanlarının, hak ettiğinin üzerinde tüketerek büyüme hayali bitecek. Çok uzun sürdü. Bakalım bunun “AKP ekonomiyi iyi yönetiyor” demeye devam eden milyonlar üzerinde nasıl bir etkisi olacak.