Çöküşün ekonomi politiği

Olasılıklar basit: Ya kalır, ya gider. İlk olasılıkta neyin hedeflendiği çıkarılan yasalardan belli. Bu ülke bu şekilde yönetilemeyecektir, o ayrı konu. Ama amaçlanan aşikar. İkinci olasılık ucu açık bir olasılık ve “yeni AKP”, neo-CHP, ikisinin koalisyonu, belki başka alternatifler vb bir konsolidasyon/restorasyon sürecine açılıyor. Belki danışman olarak yine Kemal Derviş gelir. Çünkü an yeniden o an. Yeniden yapılanma yaklaşıyor.

İthal ikamesi denen şey hammadde-tarım ürünü ihraç eden ve sanayi ürünü ithal eden ülkenin, ithal ettiği sınai malların bir kısmını içeride imal edip, ithalatını azaltması meselesidir. Teknoloji üretmediği için ortaklıklar, patent anlaşmaları gibi yollardan içeride üretilen buzdolabı, araba, televizyon gibi mallar ihracat için değil, iç pazar için üretilir. İç pazara yönelik olunca da ücretler yüksekçe olmalıdır çünkü malları başka türlü kim alacak? Basit ve mantıklı. Lakin ihracat yapmayınca döviz de kazanamazsın: Sorun burada.

Türkiye 12 Mart 1971 öncesi ithal ikamesinin sonuna yaklaşmıştı. Fakat beklenmeyen kalem olan işçi dövizleri sonu geciktirdi. Dünyadaki gelişmeler de 1970’ler boyunca farklılaştı. 24 Ocak 1980 kararları alındığında neoliberalizm denen yeni aşama gündeme girmişti. Kararlar radikal oldu çünkü aslında gecikmiş kararlardı ve dünya da bu tür programlara açık haldeydi.

Dışa açılma, hayali ihracat, İran-Irak savaşı sırasında -ki 8 yıl sürdü- bölgeye mal satma derken, 1987 referandumu sonrası eski siyasiler -Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan- geri dönünce ANAP iktidarı bütçe açığını artırarak seçim kazanabileceğini düşündü. Bir sonraki aşama “2 anahtar” vaatleriyle yapılan seçimler olacaktı. Bütçe açığını finanse etmek için iç borçlanma senetleri çıkarıldı: Ağırlıklı finansman yöntemi buydu. O zaman da bunları kim alacak sorusu ortaya çıkıyor. 1989, 32 sayılı kararla yabancı sermayeye bu imkanı vermek bir başka dönüm noktasıdır.

Sonra krizlerle dolu, sarsıntılı bir 11 yıl yaşandı. İflas eden IMF programı sonrası 2001 kriziyle bu dönem de sona erdi. Ardından gelen Derviş-IMF programı ekonomiyi dışa açtı, finansallaştırdı, özelleştirmelere zemin hazırlandı. Bütçe açığı ve enflasyon -ve dolayısıyla faizler- diğer gelişmekte olan ülkelerdeki gibi düştü. Kredi kullanımı yaygınlaştı, tüketim arttı, bazı transferler yapıldı ve AKP bir toplumsal taban inşa etmeye koyuldu. Bu taban o kadar da “ideolojik” değildi. Bu dengesizlik eğitime el atarak, kadrolaşarak, geleceğe oynayarak kırılmaya çalışıldı. Nedeni açık: Mevcut 75 milyon insan, mevcut kültürel kodlarıyla, AKP’nin isteyebileceği bir toplum modeline uygun değil ve çoğunluk bunu kabul etmez. Oy verenlerin çok ciddi bölümü “işler iyi gidiyor, cebimiz para görüyor” diye oy veriyor, ki bu gayet standart bir davranış.

Bir dönem daha geçti ve ülke 1971-1980-1989-2001 kavşaklarından birisine daha geldi. 1958 devalüasyonu sonrası Menderes hükümeti de bir kavşağa gelmişti. O kavşaktan 1960 sonrası yeni Anayasa ve planlama deneyimi çıktı. Yani 1960 da -aslında 1958 sonrası- bir ekonomik dönüm noktası sayılabilir. Ekonomik dönüm noktalarını sıklıkla çoğaltabiliriz, daha da geri gidersek 1929 Büyük Bunalım sonrası 1930 Serbest Fırka deneyi de, Atatürk’ün Limancı Hamdi’yle 3 ay ülkeyi dolaşması da bir dönüm noktasıydı. Oradan erken bir Demokrat Parti değil, devletçilik çıktı. 1946 Thornburg Raporu da bir dönüm noktası sayılabilir.

Bu bir ekonomik döngüdür: Bir tür orta dönemli dalgadır ”uzun dalgalar” yaklaşımını hatırlatarak. Neredeyse her 10 yılda bir bu ülkenin kapitalizmi -ki sonuçta sermaye birikimidir- yeni yöntemler, yeni birikim tarzları, yeni ekonomik stratejiler aramaktadır. Bu duruma yeniden gelindi.

AKP projesi sadece “ılımlı İslam”, “uyumlu İslam”, “daha az laik olursa Ortadoğu’da örnek olur” vb açılardan çökmekle kalmadı, ekonomi stratejisini yönetecek araç olma özelliğini de kaybetti. Çünkü yeni bir ekonomik akıl gerekecek, yepyeni bir dönem gelecek. Bu, zorunlu çünkü kendi kendine bırakılınca tek bulduğu icat kadim arazi rantı/inşaat olan bir yapı yeni bir strateji çizemez. AKP’nin son derece kısa vadeli baktığı açıkça anlaşılmıştır.

Bir siyasi parti olarak iktidarda kalamaz mı? Çok oy alır, geçiş döneminde de rol oynar vb. Olabilir. Ama yeni dönemde “eski AKP” olamaz. Bu dönüşümü geçiremezse olsa olsa bir vesile, bir alet, bir sayı olarak bir süre daha ortada durur ve tarihe öyle geçer.

AKP döneminin ekonomi politiği sona ermektedir. Normal olarak, ekonomi politiği sona eren -en azından eski haliyle- var olamaz, siyaseten de biter. “Neo AKP” oluşumu için zaman tanımak, meclisteki muhalefetin düzen içi bir iktidar yürüyüşü dahi başlatamaması, emperyalizmin saatine ayarlı olmak... Uzarsa bunlar uzatır.

Olan budur ve ne olduğunu çok açık anlatmalıyız.