Akıl oyunları

Hepimiz biliyoruz ki bir ülkede siyasi sonuçları ekonomi politik belirler. Emperyalizm elbette ekonomi politiğe dahildir. Ama topu emperyalizme atmamak gerekir. Emperyalizmi fazla “dışsallaştırırsak”, “akıl oyunu” oynamaya kalkarız ve asıl mekanizmaların analizine başlayamadan stop ederiz.

Ekonomik durum algısı ve ekonomik gelecek beklentisi, aile-yakın çevre-ülke gamında siyasal iletişim kanalları aracılığıyla “bireysel değerlere” dönüşmüş, sembolik bir mercekten kırılarak geçer ve sonuçlara tercüme olur. Mesela 1917. Savaş ve ekonomik yıkım “(a) bu beceriksizliktir (b) daha da ötesi halka karşı bilinçli bir düşmanlığın sonucudur (c) bunun nedeni malikanesine bile gelmeyen aristokratların uzaktan sömürüsü ve bu sömürünün temsilcisi olan çarın marifetidir” saptamalarına dönüştüğü anda kıvılcım çaktı ve Şubat 1917’de çar düştü. Sonrası yeni açılan pencerede hangi siyaset ve ideolojinin işçilerde (kentlerde) yankı bulacağı sorusuna bağlıydı; bu bir. Ama çok daha önemlisi, hangi siyaset ve ideolojinin askerlerin ve ezici çoğunluğu oluşturan askere alınmamış köylülerin zihinlerini ve kalplerini kazanacağı konusuydu; bu iki.

Bolşevikler Şubat 1917’de Petersburg’da 2000, ülke çapında 10.000 kişilik bir örgüte sahiptiler. Hızla çoğaldılar. Bunun nedeni, farklı kanallardan da işlese, işçi-asker-köylü kitlesinin tümüne ortak ve tümünün sembolik algısına uygun bir gelecek önermeleriydi. Sembolik dünya basitti: 1917’de bütün Rusya, en sağdakiler dahil, zaten dünyayı sınıf savaşının merceğinden görüyordu. Bu yüzden mesele bolşevik, menşevik, sosyalist devrimci (SR; köylü partisi diyelim) vb akımların, solun bütününün, bu vasattan ne çıkarabileceği ve hangisinin duruma en çok uyan siyasi hattı örgütleyeceğinden ibaretti. Durum çok açıktı ve (i) savaşı bitirmek (ii) köylülere toprak dağıtmak (iii) çarlığı deviren devrimin burjuva veya sol görünümlü burjuva akımları tarafından “çalınmasını” engellemek üçlüsünün temel gündem olduğu belliydi. Bolşevikler yaz aylarında “tabanı” tutmakta zorluk çektiler. Lenin’in korkusu “işçilerin ve askerlerin sabırsız davranıp erken hareket etmesi yüzünden” yenilmekten ibaretti. Özetle bolşevik mesajını bir cümleye indirgeyebiliriz: “Hepiniz biliyorsunuz ki bu bir sınıf savaşı: Kararlıyız, tutarlıyız, örgütlüyüz ve bu mücadeleyi ancak biz kazanırız”. Tuttu.

Ancak başka zamanlarda, başka ülkelerde, felakete varan ekonomik yıkım ve siyasi baskı koşullarında bambaşka sonuçlar doğdu. Mesela İran’da şah gidecekti; bu 1977 sonrası artık belliydi. Mesele kimin geleceğiydi ve burada dinciler kentleri tutmaya muvaffak oldular: Tahran pazarı, esnaf ve burjuvazi, küçük burjuvayı peşinden sürükleyerek “kararlı ve tutarlıyız” diyen örgütlü dinin peşinden koştu. TUDEH İran’ın sembolik dünyasına nüfuz etme şansını 1950’lerde kaybetmişti. Mücahiddin’i tartışmıyorum bile.  

Akıl dışı görünen Nazi vakasında kitleler açısından o kadar da akıl dışı bir şey yoktu. Hiperenflasyon yaşayan Almanya’da (Ağustos 1922-Aralık 1923), duruma cevap vermeye çalışan Hitler’in komik birahane darbesi Kasım 1923’te başarısız olmuştu. Lakin Hitler sadece 9 ay hapis yattı, devletin ve küçük burjuvazinin desteğini aldı. Hatta büyük burjuvazinin radarına bu sayede daha fazla girdiği söylenebilir. 1922-23 krizinde ol(a)mayan, 1929 krizi sonrasında hızla gerçekleşti. Ne Alman sosyal-demokratları –o sırada hala Marksist olduklarını söylüyorlardı; 1959’a kadar programlarında proletarya diktatörlüğü yer aldı, ne de Alman komünistleri, çok yaygın örgütlenmelerine ve yüksek oy oranlarına rağmen, duruma uygun ekonomik program-siyasal iletişim-stratejik akıl oluşturamadılar. İttifaklar da başarılı olamadı çünkü Junker sınıfı çok güçlüydü: Almanya’da işçi-köylü ittifakı denemek, toprağın bölünmediği bir tarım sektörü varken ve Alman küçük köylüsü Junkerlere isyan etme noktasında değilken, riskli bir oyundu. Junkerler büyük sanayi burjuvazisiyle birleşti. Mevcut partiler ne yapacaklarını bilemedikçe toplumsal destekleri hızla eridi. Olaylar iki yılda oldu bitti.

Fakat arka planda tüm Weimar dönemini bir anlamda boşa harcayan sosyal demokrasi ve komünist partinin gözle görünür hale gelmesi zaman alan erimişliği yatıyordu. Hitler iktidara geldikten bir yıl sonra Almanya’da güçlü bir sol geleneğin olmuş olduğunu toplumun çoğunluğu hatırlamıyordu bile –geleneği savunanlar hariç elbette. Bunu geçelim; Hitler’in çok önünde giden “muhafazakar devrimciler”, zeki ve bilgili Alman sağcı mandarinleri bile hatırlanmıyordu. Oysa ki Alman halkı kendince gayet “rasyoneldi”: Nazilerin Almanya’yı 1929 krizinden nasıl hızla çıkardığını gördükçe bağlılığı da arttı. Onların “doğal” değerlerine uygun bir siyasi dil kurulmuştu: Bu dile artan bir ivmeyle cevap verdiler ve bir süreliğine bu tercih fazlasıyla akılcı bir tercih gibi (de) göründü. Yıllarca “Almanya bu akıl dışılığa sürüklenmez” diyenler için acı bir deney oldu.

Böyle şeyler neden oluyor? Bir ülkenin entelektüel, ekonomik, bilimsel birikimi doğrudan doğruya siyasi sonuçlara tercüme edilebilseydi, olanların çoğu olmazdı. Siyasete tercüme etme süreci/mekanizması bir “akıl oyunu” işi değildir. Teori işi de değildir. Sembolik dünyada yer bulma meselesidir.