Geri adım yok...

Oyuncu Barış Atay RedHack soruşturmasından salıverilirken, kapıda gazetecilere “geri adım yok...” deyiverdi. Bu sıradan gibi duran cümle, esasen bütün bir geleceği kapsayacak büyüklükte cesur ve cesaret veren bir söz olarak hayatlarımızda yerini almıştır.

Yurdumun sanatçılarının büyük kısmı, geçtiğimiz bu “kara süreç”e karşı her zaman direndiler. Üstelik kara sürecin yaratıcısı tarafından kürsülerde, meydanlarda hedef gösterilip, yuhalatılıyorken...

Bay muktedir, onları, hayatın bütün alanlarında cezalandırmak istiyor. Oynadıkları dizileri “şak diye” yayından kaldırtıyorlar. O cesur sanatçıların tiyatrolarını kapatmak istiyorlar. Bunu en adi şantaj yöntemiyle yapmaya çalışıyorlar üstelik. Muhalif tiyatrolara hak ettikleri ödenekleri vermeyerek... Onlarca yıldır sanatın ve aydınlanmanın ve ışığın kaynağı gibi duran Devlet Tiyatroları‘nı, Devlet Opera ve Balesi’ni kapatarak... Sanatçıların, hayatlarını savunma mücadelesinden geri adım atacağını sanıyorlar. Pek çok özel tiyatro “lütfettikleri” ödenekleri reddetti. Muhalif sesin en coşkun olanlarından biri, 50 yıldır devrimci sanat yapan Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan yükseldi. “Mücadele gücümüz arttı...” dediler, oradaki devrimci sanatçılar. Mücadele gücümüz artmalıdır. Bu kara sürecin hayatlarımıza, önemlisi de ülkemizin bundan sonraki yıllarına egemen olmasını engellemek için, mücadele gücümüzü daha da arttırmalıyız. Onlar boyun eğdirmek istiyor, bizlerse dik bir başla ileriye bakmak... Ve bakacağız da.

KORKUYORLAR
Her şeyden bu kadar korkarak ve herkesi bu kadar korkuttuklarını sanarak nereye kadar dayanabilirler. “Profesör” unvanlı kimi “hocalar”, Ankara Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’ndeki Krippel’e ait iki nü heykeli oldukları yerden kaldırıp saklıyor, neden? Çünkü korkuyorlar. Sanatın nü’sünden, kadının özgüründen, insanın direneninden, yeniden, gelecekten ve ne olacaklarından korkuyorlar. İşte bu korku onların da sonu olacak, korkunun ecele faydası olduğu görülmemiştir.

Onların korku trenine odun atmayı sürdürmeliyiz, ki daha da hızlansın tarihin çöp tenekesine yol alan trenleri. Ne mi yapmalı? Kitapçılar buluşma yerimiz olmalı yeniden, daha çok kitap okumalıyız. Daha çok şiir, daha çok roman, daha çok öykü, deneme... Tiyatroya daha sık gitmeliyiz. Kapısında kuyruğa girmeliyiz tiyatroların, öyle büyük gösteriler filan beklemeden hem de... Kapısından geçmediğimiz Elhamra’nın (Konak’taki) kapısını aşındırmalıyız, operaya daha çok gitmeliyiz... Çocuklarımızı bale salonlarına taşımalıyız... Sinemaların içi ve dışı görüşme yerlerimiz olmalı yeniden... Müzeleri gezmeli, kaybolan sanat eserlerinin (özellikle nü’lerin) hesabını sormalıyız, mahkemelerde ve her yerde... Yargılanan gazetecilerin yanıbaşında olmalı, bir sanatçı mahkemeye mi çıkacak, kıyıcığında, mahkeme salonunda olmalıyız... Daha çok olmalıyız... Daha çok...

En önemlisi, aynı cephede örgütlü olmalıyız. Karanlığın askerleri binlerce yıllık kara dilleri ile saldırıyorlar bizlere. Çünkü onlar “cihat çağrısı” ile büyütülmüşlerdir. Onlar için hepimiz yok edilmesi gereken düşmanlarız. Bundan ötürü ki hiç bir meselede barış dili oluşturamıyorlar. Anladıkları barış, boyun eğmiş, tamamiyle teslim olmuş, biat içindeki insanların varlığıdır. Açtıkları saçma sapan davalarda, sanatçılara karşı tutumlarında, Gezi’deki saldırganlıklarında, Kürt meselesindeki öfkelerinde hep bu “düşmanı yok etme” üstünden yürüttükleri kinleri var. Binlerce yılda, onbinlerce canımızı aldılar, sürdüler, eziyet ettiler, yok ettiler. Hiç bir zaman yılmadı bizden önce gidenler, savaştılar... Çok savaştılar. Şimdi savaşmak sırası bizdeyse, savaşacağız. Dişle, tırnakla, mızrapla, aşkla savaşacağız.

VE MUSTAFA BALBAY
İşte gençlik arkadaşım, kardeşim, Mustafa Balbay’ı bırakmak zorunda kaldılar, elbette bırakacaklar, içeride kalanları da bırakmak zorundalar. Sahte mahkemeleri çökmüştür çünkü, sahte davaları çökmüştür. Hukuksuzluğu “kara süreç”in askerleri bile bundan fazla sürdüremez. Aydınlığın sanatçılarına, gazetecilerine, siyasetçilerine gerekli olan adaleti vermeyenlerin, o adalete ihtiyaç duyacakları günlere doğru yol almaktadır dünyanın zamanı. Ne dedi Balbay Sincan Cezaevi’nin kapısında “İçeride en çok gelecek biriktirdim...” O geleceğe bütün kalbimizle inanarak, kapitalizmin din kisveli askerleriyle savaşacağız... Geleceğimiz için, yaşamlarımız için savaşacağız! Bu karanlık çekilinceye kadar yurdumuzun üstünden ve dünyanın üstündeki bu zehirli hava dağılıncaya kadar savaşacağız...
Geri adım yok, durdurak yok kardeşler, savaşacağız!