Bir zamanlar Silivri’de

Silivri beş bin nüfuslu Edirne yönünde Marmara Denizi kıyısında nokta büyüklüğündeki bir kasabadır. E–5 şose yolunun solunda kalır. Yolun sağında ayçiçeği tarlaları Van Gogh’un fırçasından çıkmadır. Bitim yerlerinde üzüm bağları, kavun-karpuz tarlaları uzanır. Aralarına top sahaları sıkışmıştır. Ulusal bayramlar da burada kutlanır. Un fabrikasının ateş tuğlasından örülü bacası göğe doğru uzanır. Tabloyu belediye plajı, iskele, dalgakıran, yan yana dizili yoğurthaneler tamamlar. İskelenin ayaklarında karidesler, kumsalda pisi balıklar oynaşırdı. Kediler patilerinin üstüne yumulur, kısık gözlerle balıkçıların dönüşünü beklerdi. Bir yanı (Kalesiz) Halikarnas’ı-Bodrum’u, bir yanı falez kıyılı Kale Mahallesi’yle Antalya’yı andırırdı. Biz çocuklar bu mahallede Çingene arkadaşlarımızla gazozuna top oynar, kahramanlarımız ünlü topçular Öner-Çevik’in bilek hareketini taklit ederdik. Çocuklar kahramanlarıyla büyür.

‘Piç’ Nemci caddelerden rüzgâr gibi geçer, kaptıkaçtısıyla ruhumuzda fırtınalar estirirdi. Ona öykünür telden arabalarımızı onun gibi sürerdik, direksiyona oturur yampiri yampiri… Kahramanlarımızdandı.

Efsane cumhuriyet öğretmenlerinden efsane sporcu Behçet Hoca’nın ev sahibinin kızı Cennet’e vurulduğu, bilinen halk türküsünün ‘Nereye de gidiyon len Behçet, pazara da gidiyom kız Cennet’ diye uyarlandığı (nazardan mı, durdurulamadığından mı bilinmez) futbol şampiyonasında ayağının kırıldığı günlerdi. İkirciksiz kahramanımızdı.

Silivri eğlenceli bir yerdi. Kaymakam Şellaki Bey renkli birisiydi. Varlıklı uzun kuyruklu Şevrole’li Şahin Bey de öyleydi. İkisi birlikte kıyak kafayla lodos havada Şevrole’nin içinde iskeleden dalgaları seyretmeye kalkmışlardı. Canları sağ olsa da araba denizi boylamıştı.

Bu olay öğretmenler lokalindeki hafta sonlarında düzenlenen danslı toplantının sonrasına rastlamıştı. Bir başka efsane cumhuriyet öğretmeni babam, iskelenin ucundaki son ışık huzmelerinin yitişine, iki kafadarın sırılsıklam lokale dönüşlerine tanıktır. Kasabalı arabanın vinç yardımıyla çıkarılışını şenlik havasında seyretti. O gün bu gündür, en ‘akıllımızın’ hali buysa Vah! Vah! diye müstehzi bir dille söylenip edilir.

Biz çocukların davul zurnanın peşine düştüğü düğün zamanından önce konar-göçer Çingeneler gelir, sevinçleri-renkli şiveleri-renkli giysileriyle kasabayı bohçalar, kalaylar geçer giderdi.

Ağır Ceza Reisi amcamızı anmadan geçemeyiz. ‘Özel Yetki’sizdi. Bekârdı, kimi kimsesi yoktu. Akşam yemeklerini Pulcu Bekir’in dükkânının karşısında esnaf lokantasında yerdi. Bitişik manavdan topatan kavunu seçtirir, beyaz peynir eşliğinde rakısını içerdi. Annem etli bulgur pilavını ikizimle sıcacık tenceresinde hâkim amcaya gönderirdi. Meliha koştura koştura giderdi.

Konuşmaya yeni başlayan Nur Bebek çivit boyalı evinin penceresine tüneyip, parmaklıklara tutunup minik ayaklarını sarkıtır, akşamüstleri hâkim amcasının geçmesini beklerdi. Hakim amcası parmaklarını gıdıklamadan geçmezdi. Hâkim amcası ‘özel’ biriydi.

Bunları niye mi anlattım? Silivri’de tutsaklar olduğunu duydum. ‘Ayışıkları eksik değilmiş’ , ama dışarıyı göremiyorlarmış nasılsa… Ziyaretçi çocukları aramak için soyuyorlarmış. Garipsedim… Ben de Casper gibi Silivri’yi size taşımak istedim, ‘üstüm başım aranmadan’üstelik. Silivri güzeldir-tutsak mı olurmuş. Çocukça bir ziyaret benimkisi. Lütfen kabul edin.

Silivrili bir büyük söyleniyordu ‘Burası Metris değil, Selimiye değil, Sinop-Bursa-Diyarbakır-Mamak değil, nereden çıktı bu mahpushane’ diye…Çok tuhaf, büyükler de mi akıl erdiremiyor?...Yoksa kahramanlarımız birer birer Piç Necmi’nin kaptıkaçtına binip başka bir yere mi gitti.